Pazar, Mayıs 18, 2025

Gönül Dili Birdir; O da Muhabbet-i Muhammed’dir

Sümeyra Güler

Paylaş

İnsan, mahlûkat arasında maddi ve manevi istidat ve temayülleri ile eşref-i mahlûk/ yaratılmışların en şereflisi olarak yaratılmış ve Halifetullah/Allah’ın halifesi ilâhî elbisesi giydirilmiş yegâne varlıktır. Cenab-ı Hakk’ın ruhundan üflediği ve en güzel kıvamda/ahsen-i takvim yaratılan insanın dünyadaki en büyük gayesi, gönülleri muhabbet-i Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile aydınlatıp tezkiye etme; yeryüzünü ise tevhidin nuru ile imar ve ihya etmedir. Yeryüzünü mamur etmenin yolu da gönülleri muhabbet mayası ile yoğurmaktan geçmektedir. Allah Teâlâ’nın esma-i ilâhîsinin tecelli mekânı olan insan bu yaratılış gayesini unutmadan hakikat yolculuğuna devam etmeli, gönlünü menfi müessirlerden muhafaza etmelidir.

Gönül, lisanımızda hiç kimse tarafından bilinmeyen ya da herkesçe bilinen, yerine mukabil hiçbir kelime bulunmayan ve Batı dillerinin hiçbirine tercüme edil(e)meyen, bağrında muhabbeti büyüten efsunlu bir kelimedir. Gönül, ötelerin ötesinden gelen hakikatler ile mamur olmuş, cümle gariplerin sığındığı bir ülkedir. Gönül, her an her yerde Allah’ın (Celle Celaluh) hikmetinin, sanat ve kudretinin, sıfatlarının tecellisinin yankılandığı bu ilâhî sadânın mahfazasıdır. Nitekim gönlün kutsi emaneti muhafaza eden mahal olduğunu vurgulayan hikemî şiirin divan edebiyatındaki numune-i imtisal şairi Nabi şöyle der:

“Verdim sana dürc-i dil-i ser-bestemi ammâ

Pek sakla büyük yerden emânet var içinde”

(Ben sana gönlümü ve sevgimi verdim ama verdiğim şey gönüldür, yürektir. Aman dikkat et! Büyük yerden emanet var içinde.)

Klasik Türk şiirinin son dönem büyüklerinden, Mevlevi şeyhi merhum Şeyh Galib 17. yüzyıldan günümüz insanına, şu ibretli beyit ile seslenir ve der ki:

“Çâk eyleyemem sînemi her dilbere zîrâ

Sultânıma â’id bir emânet var içinde”

(Ben her güzele gönlümü açıp gösteremem; zira onun içinde sultanıma ait bir emanet var.)

Müminin gönlü Allah Teâlâ’nın tecelliyatına mazhar olan mekândır. Bu sebeple nazargâh-ı ilâhîdir. Layık olmayana emanet edilen gönülde ıstırabın akislerini duymak işten bile değildir. Gönül ehline teslim edilmeli, dünyevî ve süflî temayüllerden içtinap edilmeli, kişi gönlün iffetini muhafaza etmelidir. Gönül hem çok yüce hem de çok hassastır. Kırılınca kolay tamir edilemeyen bir sırça saraydır. Hatta eskiler “Dil-şikest olanlar hasmullah olur.”  yani “Bir gönlü kıran Allah’ın düşmanı olur.” der.

İmanın ve küfrün merkezi kalptir. Kalp iman nuru ile sulandığında gönül, inkâr ve küfrün karanlığında kaldığında ise nefistir. Anadolu’yu sufi neşve ile tenvir eden kandillerden Şemseddin Sivasî kalbin bu ehemmiyetini hikmet dolu şu beyitler ile nazar-ı dikkatlerimize sunmuştur:

“Vâsıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dûr olmadan

Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan

Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ide Hakk

Pâdişâh konmaz sarâya hâne ma’mûr olmadan”

Beyitlerden de anlaşıldığı gibi muhabbetullaha ulaşmanın yolu gönlü maddi ve manevi kirlerden temizlemek, Allah’tan gayrı her şeyden arındırmaktır. Nitekim kudema bu noktada şöyle söyler:

“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl

Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl”

Bu kelam-ı kibar bizlere büyük bir tasavvufi düsturu beyan etmektedir. Her şey muhabbetten hâsıl olmuştur. Gönül dili muhabbettir. Sevgiden, aşktan ve muhabbetten tüten ilâhî aşk kokulu bir rayiha vardır. Kâinatın var oluşu Fahr-i Kâinat Efendimize (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) duyulan ilâhî muhabbetten neşvü nema bulmuştur. Muhabbetin membaıysaMuhammed” Aleyhisselam’dır. Muhammedî renk ve neşe olmadığı zaman, muhabbet mevzu bahis olamaz. Çünkü bu şekilde olan sevgilerde sahnede şeytan, nefs ve arzular vardır. Fakat aslolan Muhammedî takva ile donatılmış bir muhabbettir ve bu kalbin bir hâlidir. Muhammedî takva, kalpleri bir kale gibi düşmana karşı korur. Bir hakikat yolcusu için Muhammedî neşe ve takva büyük yol azığıdır. Herkese nasip olmayan sadece nadide kulların içtiği bu şerbet büyük bir nimettir ve bilinmelidir ki içine zehir katmak isteyen çok olur. Kalp saflaştıkça, Cenabı Allah’a teveccüh ettikçe Muhammedî neşve, takva ve muhabbet ile arındıkça, insan ve şeytanların birtakım desiselerine, tuzaklarına duçar olur. Çünkü bu nadide yere tasallut etmek isteyen çokça gönüllü düşman vardır. Düşmandan gelecek zararı önlemenin yolu da, bahsedilen bu Muhammedî takvadır.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir