Sözlükte “izlenen yol, benimsenen tarz” anlamına gelen “üslup” kelimesi, dil ve edebiyatta kişinin kendi duygu, düşünce ve heyecanlarını dile getirme şekli, dili kullanma biçimidir. Bu bakımdan üslup biliminin ilgi alanı, yazarın dil malzemesini kullanırken gramer ve dizim kurallarının, belâgat esaslarının icrasında gösterdiği biçimsel-bireysel özellikleri de incelemesidir.[1] Divan şairi için önemli olan vermek istediği duyguyu kendi tarzını da hissettirecek olan ince üslubuyla anlatmaktır. Bunu yapmanın yegâne yolu, mecaz elbisesine bürünmüş mazmunlardan ibaret bir anlatımdır. Bu durumda beyit de şairlerin kendilerini gizledikleri, derin manaların saklı olduğu, bedi ve beyan sanatlarıyla anlamın üstü kapalı olarak süslendiği yer olacaktır. Divan şairi, sadece duygu dünyasını vermenin endişesini taşımaz. Aslında o, yaşadığı sosyal, tarihî, kısaca kültürel dünyanın aracılığıyla duygu ve düşüncelerini ifadenin peşindedir. Zira Klasik Türk şiiri demek; Kur’an, hadis, kelam, mitoloji, astronomi de demektir. İşte bu zenginliği vermenin yolu da üstü kapalı, hemen anlaşılamayan, ancak işin ilmî boyutuna haiz kimselerce anlaşılacak olan mazmunlu anlatımla sağlanabilirdi. Divan şairi, duygularını üstü kapalı anlatırken kullandığı ıstılahlarla bir ilmin dilini de kullanır. Muallim Naci’ye “Istılahat-ı Edebiye”yi kaleme aldıran düşünce de buradan çıkmış olmalı.
Sembolik dille birlikte eserde yoğun bir teksif divan şiirinin karakteristik özelliklerindendir ve bu husus onu Batı’daki örneklerden ayırır. Vasfi Mahir Kocatürk bunu şöyle ifade ediyor: “Şark toplayıcı, garb yayıcıdır. Garbın bir cümle ile anlattığını şark bir hece ile duyurur. Avrupalı bizimkilerin bir mısradan duyduğunu bir kitap okumadıkça anlayamaz. Onun için aynı duygunun ifadesi Fuzuli’de bir gazel, Shakespeare’de bir kitap olur.”[2]
İşte Divan şairinin şairlik gücü ve diğer şairler arasında müstesna bir yer elde etmek istemesi, onun bu şekilde üstü kapalı ifadelerle şiir söylemesine sebebiyet vermiştir. Adeta bir arının peteği doldururken gösterdiği hassasiyet ve incelikle ama gören her gözün hemen anlayamayacağı kadar estetik bir bakış açısıyla işler. Zira bu, geleneğin ayak izlerini takip etmekten başka bir şey değildi.
Zati, fazla eğitim almamasına rağmen şiirindeki sanatlı ifadelerle hem devrindeki hem de devrinden sonraki şairler üzerinde etkisini göstermiş, bu yolda örnek oluşturmuştur. Zira Baki gibi devrinden sonra da sultanüş-şuara ünvanıyla anılan, Kasik Edebiyat denince akla ilk gelen bir şaire dahi hocalık yapacak kadar sanatıyla nam yapmıştır. “Bizim Klasik şiirimizde, bilhassa onaltıncı yüzyılda, en büyük özellik, varlıkların ve olayların beş duyumuza hitab eden keyfiyetlerine şairlerin mutlak bir doğrulukla bağlı oluşlarıdır. Eski şair, söylenenden çok söyleniş biçimine önem verirdi. Eski şiirde teşbih, istiare gibi manaya dayanan sanatları kaldırdığımızda tabiatı fiziki boyutları içinde olduğu gibi görürüz. Bazen bir şair, bir varlığın bütün vasıflarını sayar ve adını söylemez. Mazmun, işte bu şekilde ifade edilmiş olan mefhumlara denilir.”[3] Kelimenin ardındaki gizli mana, şerhe muhtaç söz olarak tanımlayabileceğimiz “mazmun”, Klasik Edebiyatımızda şairlerimizin sanatçılık vasfına haiz olmaları için vaz geçemedikleri ve şairlik vasıflarını sürdürmeleri için kullandıkları bir yoldur.
“Lisânım tercemân-ı sırr-ı gaybu’l-gayb-ı lâhûtî
Kitâbım nüsha-i dîvân-ı pür-mazmûn u ma’nâdır.”
“Dilim, İlahi sırların tercümanı, (yazdığım) kitabım ise üstü kapalı manalarla mazmunlarla dolu bir divan nüshasıdır.” diyen Nef’i, şairlik gücünü överken mazmunu kullanmadan edemez. Tabii burada önemli olan, şairlerin herkes tarafından bilinen mazmunlara, bedi sanatlarının elverdiği ölçüde, bikr-i mazmun dediğimiz orijinallik kazandırmalarıdır. Manzum olsun mensur olsun edebî eserlerin anlatım ve yazımında kullanılan üslubun karakteristiği estetiktir. Estetik onda yer alan parlak hayal, ince tasvir, nesne ve olaylar arasındaki uzak benzerlik ilgilerini keşfetmekle somutu soyut, soyutu somut biçiminde ortaya koymak gibi faktörlerden kaynaklanır.[4]
Divan şairinin duygularını açıkça ifade etmemesinin arkasında yatan başka bir sebep ise onun sanatını icra ederken yararlandığı kaynaklardır. Şair bu noktada Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere hadislerden de istifade etmiştir.
“Bu gamlar kim benim vardur ba’îrin başına konsa
Çıkar kâfir cehennemden güler ehl-i azâb oynar.” Fuzuli
“Benim o kadar çok derdim vardır ki, (bu dertler) devenin başına konsa kâfir cehennemden çıkar güler, azab ehli ise oynar.” Manasındaki beytinde şair, A’raf Suresi’nin 40. Ayetine işaret etmektedir. Zira ayette ”Bizim âyetlerimizi asılsız sayanlar, büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız!” denilmektedir. Çoğu Divan şairi mutlak güzeli, tabiatta görüp bulmanın derdindedir. Kusursuz olan bu güzeli anlatmanın yolu, kelimenin gerçek anlamıyla ifade edilemeyecek kadar güzeldir. Bu andan itibaren kelimede mecazlar ve mazmunlar devreye girecektir. Mana derinliği aslında eskilerin dediği “el-ma’na fi batni’ş-şâir” (mana şairin karnındadır) sözünde gizlidir.
Gönlün derinliğinden gelen duygularını herkesten farklı söylemenin derdinde olan şair için diğer önemli husus, bikr-i mana denilen, şairin orijinal çağrışımlarla kullandığı ifade güzelliğinin başka şairlerin şiirleriyle karışmasını önlemek olmalıdır. Şiir söylemede belli bir olgunluğa ulaşmışsa ya kendisinin belirlediği ya da üstat bir şair tarafından kendisine verilen, şiirlerinde kullandığı takma adı olan mahlasıyla farkını belli edebilecektir. Divan şiiri geleneği içerisinde bir takma isim değil, şairin toplumda tanınmasını sağlayan bir kimlik değeri görmüştür. “Mahlasın mânâsı, mâhiyeti, seçimi, kullanılış gâyesi vs. üzerine yapılan açıklamalarda rastlanılan çeşitli münâsebet, sebep ve gerekçelerden bazıları da şairin kendi mesleği, ses güzelliği, hattatlık, ressamlık, güzellik, vücud özellik ve arızaları, psikolojik hâl ve vasıflar, dinî-tasavvûfî faaliyet ve bağlılıklar, şairin başından geçen herhangi ilginç bir olayla ilgili hâl ve durumlara dayanır.”[5] Mana âleminin tercümanı olan şairlerimiz, estetik bakış açısı içinde duygularını ifade ederken rikkat nokta-i nazarından hareketle üstü kapalı anlatımlarda bulunurlar. Gerek isimlerini gizleyip aldıkları takma isimler gerekse duyguların ifadesinde takınılan bu mecazlı, mazmunlu ifadeler edebiyatımızın her döneminde etkili olmuştur. Bu metot hem şairliğin gerektirdiği hassasiyet hem de diğer şairlerden ne kadar üstün bir anlatımının olduğunun bir göstergesi de olmuştur.
[1] İsmail Durmuş, “Üslup”,TDV İslâm Ansiklopedisi
[2] Cihan Okuyucu, Divan Edebiyatı Estetiği
[3] Mehmet Çavuşoğlu, Divanlar Arasında, s.38
[4] TDV, agm.
[5] Harun Tolasa, Sehî, Latifî ve Âşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. Yüzyılda Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi, Ankara: Akçağ Yayınları, 2002, s. 234
Yazar: Ehliman SİMİTÇİOĞLU