Hayat, en sert rüzgârlarla sınananların içindeki gücü keşfetme yolculuğudur. Safiyye de o fırtınalardan nasibini alan biriydi. Medine’de 610 yılında doğan Safiyye binti Huyey, Benî Nadîr kabilesinin reisi Huyey b. Ahtab’ın kızıydı. İlk olarak Benî Nadîr’in ileri gelenlerinden Sellâm b. Mişkem ile evlenmiş, ondan boşandıktan sonra bir komutan olan Kinâne b. Rebî‘ Ebü’l-Hukayk ile evlenmişti.
Safiyye (Radıyallahu Anha) çevresi, İslâm düşmanlığıyla beslenen insanlarla doluydu. Babası Huyey, Benî Nadîr kabilesindendi. Medine’den sürgün edilip Hayber’e yerleştikten sonra da Müslümanlara karşı düşmanlık yapmaya devam etti. İhanetleri sebebiyle Benî Kurayza cezalandırıldığında Safiyye’nin (Radıyallahu Anha) babası öldürüldü. Daha sonra Hayber Savaşı’nda eşi Kinâne b. Rebî‘ öldürülünce, Safiyye (Radıyallahu Anha) esir alındı.
Safiyye binti Huyey, büyük bir fırtınanın ortasında kalmış çiçek gibiydi. Ailesini, yurdunu ve alıştığı dünyayı kaybetmiş, bilinmez bir geleceğin içine sürüklenmişti. Bir kabile reisinin kızı ve bir komutanın eşi iken, şimdi esir olmuştu. Ancak fırtınalar her zaman yıkmak için gelmez; bazen bir tohumu olgunlaştırır, toprağın derinliklerinde filizlenmesine vesile olur. Safiyye de böyleydi.
ESARETTEN ÖZGÜRLÜĞE
Soylu bir hanımefendi olduğu için sahabiler, onu Resulullah’a (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) götürmenin uygun olacağını düşündüler. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onu misafir çadırında ağırladı. Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tavırlarını ve etrafındaki insanları dikkatle gözlemlemeye başladı. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona İslam’ı anlattı. Sonunda şu teklifi sundu:
“Ey Safiyye! Eğer Müslüman olursan seni eş olarak almayı düşünüyorum. Şayet dininde kalmayı tercih edersen seni serbest bırakıp kavminin yanına döndürebilirim.”
Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bazı kabileleri İslam’a ısındırmak ve onlarla sevgi bağı kurmak için bu tür yakınlaşmalar sağlamıştı. Aynı zamanda Safiyye’nin itibarını koruyarak ona hak ettiği değeri de vermek istemişti. Safiyye (Radıyallahu Anha), bu teklife şaşırmamıştı, çünkü Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ailesine katılacağını daha önce rüyasında görmüştü. Hiç tereddüt etmeden şu cevabı verdi:
“Ey Allah’ın Resulü! Sen beni İslam’a davet etmeden önce zaten Müslüman olmayı arzuluyor ve seni tasdik ediyordum. Yahudilerle artık hiçbir bağım kalmadı ve onlara ihtiyacım yok. Hayber’de ne babam ne de kardeşim var. Siz beni serbest bıraktınız. Benim için Allah ve Resulü, özgürlüğe kavuşmaktan ve kavmime dönmekten daha sevimlidir.” (Safiye binti Huyey (r.a.) – 01 – Âdem Saraç)
Ona sunulan yeni bir yaşam, yeni bir inanç, yağmurun kuru toprağa dokunuşu gibiydi. Kalbinin derinliklerine işleyen şefkat, merhamet ve kabul edilme duygusu, onu yavaşça yeşertmeye başladı. Artık yalnızca bir esir değil, kök salmaya başlayan bir fidan olmuştu.
Safiyye (Radıyallahu Anha), yaşadığı toplumun ne kadar sert ve acımasız olabileceğini çok iyi biliyordu ve o sebeple Hayber’den dönerken bir süre konaklamak istemedi. Safiyye (Radıyallahu Anha), büyük zorluklar ve köklü bir küfrün içinde yetişmesine rağmen kalbini koruyabilmiş biriydi. Es-Sahba’ya geldiklerinde konakladılar ve burada Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile nikâhları kıyıldı ve düğün yemekleri verildi.
SAMİMİYET GARANTİSİ
Sürgün edildiği topraklara, Medine’ye, Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) eşi olarak dönüyordu. Ancak geçmişte yaşadığı fırtınanın esintileri hala peşindeydi. “Yahudi kızı” diye söylenilenler, onun içten imanını sorguluyor ve dallarını yeniden sarsmaya çalışıyordu. İmanında samimi olup olmadığını merak edenler vardı. İşte o zaman, Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), bu çiçeği rüzgâra karşı koruyan kişi oldu. “Ona böyle söylemeyin,” dedi, “O artık bir mümindir. İmanında samimidir.”
Bu söz, Safiyye’nin (Radıyallahu Anha) ruhuna can suyu oldu. Artık onun da kökleri bu topraklardaydı. Allah, hayrı hak edene nasip ederdi. Safiyye’nin kalbinde de o güzellik vardı. Geçirdiği fırtınalar onu savurmak yerine güçlendirmiş, toprağa daha sağlam tutunmasını sağlamıştı. İşte bu yüzden, ona ümmetin annesi olmak nasip oldu.
Safiyye (Radıyallahu Anha) annemiz, Müslüman olduktan sonra hayatını Kur’an ile inşa etmiştir. Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) değer verdiklerine önem gösteriyor ve Mekke’de yaşanan olayları da öğrenmeye çalışıyordu. O’ndan on hadis rivayet etmiştir. Hatta Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gece konuştukları sırada dışarıda annemizle kendisini gören sahabilere “Bakın bu anneniz Safiyye’dir…” diye tanıttığı, müminleri zandan ve zanna sebep olacak işlerde açıklama yapmalarını kendilerini korumaları gerektiğini bize öğrettiği olayın sahibidir. (İslam Ansiklopedisi, Safiyye.)
Yemek yapma konusunda maharetli, son derece cömert biriydi; sağlığında evini ve malının bir kısmını sadaka olarak bağışlamıştır. Akıllı, güzel, ibadetine düşkün, yumuşak huylu ancak cesur bir hanımdı. Osman’ın (Radıyallahu Anh) evi kuşatıldığında, ona yemek götürmüş ve yardım için çareler aramaktan geri durmamıştır. Sabrı ve affediciliğini, Yahudi olmasından kaynaklı söylenilen sözler, atılan iftiralar karşısında iyilikle muamele ederek göstermiştir.
Safiyye’nin (Radıyallahu Anha) yolculuğu, fırtınayı atlattıktan sonra açan bir çiçek gibi, zorlukların içinden doğan güzelliğin en canlı kanıtıydı. Bazen en sert rüzgârlar, en güçlü ve dirençli çiçekleri yetiştirir. Bizler de fırtınalarla sarsılsak bile kalplerimizi koruyarak, doğruluktan ödün vermeden, annemizin izinden dimdik yürüyebiliriz.