Cumartesi, Aralık 21, 2024

Ezelden Ebede Parlayan Nur: Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)

Rumeysa Kette

Paylaş

Yaratılmışların en temizi ve en şereflisi olan Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), risâlet kendisine ulaşmadan önce de âlemlere rahmet vasfını taşıyan örnek bir kişilikti. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), nübüvvetten önce de mürüvvet itibarıyla, kavminin en üstünü, soy itibarıyla en şereflisi, ahlak bakımından en güzeliydi.

O Kİ… (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM)

İnsanlığa rahmet olarak gönderilen Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek soyu, İsmail’e (Aleyhisselam) oradan da İbrahim’e (Aleyhisselam) uzanıyordu. O’na (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) verilen isimler ise rahmetinin bir tezahürü gibiydi. Ahmed ismi ki “Herkesten daha çok öven (hamdeden) ve herkesten daha çok övülen”  anlamındaydı. Keza Muhammed ismi de bunun gibi, “çokça övülen, methedilen” anlamlarına geliyordu.

O’nun (Sallallahu Aaleyhi ve Sellem) doğumuyla dünyada hüküm süren cehalet ve küfür ateşi sönmüş, putperestlik yıkılmış ve zulmün baskısı son bulmuştu.

O’nun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) güzel ahlakı ve örnek kişiliği, mübarek soyunun ve güzel isimlerinin yanı sıra, çocukluk yıllarından itibaren yanında bulunduğu şahsiyetlerden de geliyordu. Annesi Amine, dedesi Abdülmuttalib ve her ikisinin de vefatından sonra yanında kaldığı amcası Ebu Talib, toplum tarafından saygı gören ve örnek gösterilen kişiler arasındaydı.

Çocukluğundan itibaren içinde bulunduğu cahiliye toplumunun örf ve adetlerine aşina olarak büyüyen Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), hiçbir zaman onlardan biri olmamış, güzel ahlakıyla, örnek ve güvenilir kişiliğiyle onlardan ayrışmıştı. Öyle ki gençlik yıllarından itibaren Mekke’de haksızlığa uğrayan insanlara yardım etmek ve mazlumun hakkını aramak için Hilfü’l-Fudûl (Erdemliler) Cemiyeti’ne katılmıştı. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hem insanların sevgisini hem de saygısını, erken yaşlarında kazanmıştı.

Bu sevgi ve saygının en önemli sebebi, hiç şüphe yok ki O’nun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)  sadakatinden kaynaklanıyordu. İnsanlara tutamayacağı sözler vermez, verdiği sözleri de muhakkak tutardı. Emanete hıyanet etmez, ticaretinde hile yapmazdı. İnsanlara güzel konuşur, yalan söylemezdi. Onları kınayıp ayıplamaz ve münakaşa etmezdi. Eşine ve çocuklarına karşı yumuşak davranır, onları incitmezdi. Kötülük ve eziyet etmekten uzak durur, komşuluk haklarına riayet ederdi. Cahiliye Araplarınca örnek şahsiyet olarak gösterilen Muhammed’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gençlik yıllarında “Muhammedü’l-Emin” lakabı verilmişti. O, (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yaşadığı toplumda güvenilirliği ile bilinmişti.

Öyle ki Kureyş kabileleri arasında çıkması muhtemel bir savaş, Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) el-Emin oluşuyla önlenmişti. Asırlardır kutsal sayılan Kâbe’nin zaman içerisinde aldığı hasarlar sebebiyle, onarımına karar verilmişti. Kureyşli kabileler el birliğiyle bu kutsal yapıyı onarırken çıkan anlaşmazlık, Cennet’ten geldiğine inanılan kutsal taş Hacerü’l- Esved’in yerine yerleştirilmesiyle ilgiliydi. Her kabile, bu mühim vazifeye kendisinin layık olduğunu düşünmüş, ortalık kızışmıştı. Bir çarpışma çıkması an meselesiyken, Kureyş’in en yaşlılarından Ebu Ümeyye’nin “Ey Kureyşliler! Anlaşamadığınız şu işte, mabedin kapısından (Benî Şeybe) ilk girecek zatı aranızda hakem yapın, o kimse bu işi bir neticeye bağlasın.”  teklifi kabul görmüştü. Artık bütün gözler merakla kapıdan ilk girecek kişiyi bekliyordu. Ve işte gelmişti, O beklenen. O gelen, Muhammed’di (Sallallahu Aleyhi ve Sellem). Gözlerdeki merak ve dillerdeki endişe, yerini sevince ve sekînete bırakmıştı. “el-Emin, O! Muhammed, O! Onun aramızda vereceği hükme razıyız.”  dediler ve öyle de oldu. Hacerü’l- Esved’in bir örtü üzerine konarak her kabileden bir kişinin örtünün bir ucundan tutarak taşıması ve bu taşın Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) eliyle yerine konması, kalpleri tatmin etmişti. Bir kere daha el-Emin olanın aklına ve adaletine şahit olmuşlardı.

Cehaletin insanlar üzerine kara bulut gibi çöktüğü bir toplumda, Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir nur gibi parlamıştı. Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nuru, ne nübüvvetle başlamıştı, ne de ahirete irtihaliyle son bulmuştu. O (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), ezelden ebede parlayan nurun ta kendisiydi.

“Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;
Medyûn ona cem’iyyeti, medyûn ona ferdi.
Medyûndur o ma’sûma bütün bir beşeriyyet…
Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.”

Ve’s-Salatü Ve’s-Selam…

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir