Seyyahlık insanın en eski eylemlerinden biri. Peki, neden yolculuk yaparız? Seyahat; yeni yerler, kültürler, eserler, lezzetler tanımak ve tanıtmak için bir araç olarak görülür hep. Fakat aslında içimize uzanan bir keşiftir bu. Bilinmezliğin çekiciliği de iter bizi bu yola. Bilmek için bildikçe kendimizi tanımak, tanıdıkça anlamak için ruhumuzu yollara emanet ederiz. Ve bazen bu yollar bencillik edip ruhumuzu çalabilir. Sonuç olarak da yollar evimize dönüşür.
Fizikî veya ruhanî bir yola başlasak, devam etsek hatta kaybolsak bile insanın her zaman bir durağa ihtiyacı vardır. Seyyahların bu ihtiyacı mimaride ribat, han, kervansaray denilen mekânlar olarak karşımıza çıkar.
PES-İ DİVÂR
İnsanoğlu tarihte fetih, ticaret, dinî ve kültürel amaçlar için seyahat etmekteydi. Bu eylem birey ve topluluklar için konaklama ihtiyacını doğurdu. Hanlar ve kervansaraylar bu ihtiyacı karşılayan, şehirler arası uzak mesafelerde ve ıssız yerlerde yapılan çok amaçlı sosyal hizmet binalarıydı. Burada konaklamanın yanı sıra ulaşım araçları onarılır ve hayvanlar barınırdı. Aralarındaki fark hanın daha küçük, kervansarayların ise sarnıç, mescid, hamam, çarşı, aşhane, zanaatkârların işyerleri, ahır hatta mezarlık gibi alanlar barındıran bir kompleks şeklinde olmasıydı.
Bu gelenek Orta Asya’da başladı, İran’da büyüdü ve Anadolu Selçuklu Devleti döneminde zirveye ulaşarak tam anlamıyla bir kervansaray medeniyeti kuruldu. Kervanların konaklaması için yapılan yapıların arası genelde bir yayanın gün boyu alabileceği mesafe yani yaklaşık 35–40 km kadardı.
Bu mekânlar sadece kafilelere durak değil gezginlere de yuva olmuştu. Misafirhane işlevinin daha fazla öne çıktığı kervansaray denince akla gelen ilk yapılar, Türkistan’da yapılmıştı. Hanlar bugüne kadar binlerce hatta milyonlarca insana tanıklık etmiş; yalnızlığına dost, yorgunluğuna deva, hüznüne ortak, korkusuna sığınak olmuştu. Buna rağmen asaletini, sırlarını ve suskunluğunu her daim korumuştu. Evliya Çelebi hanları; gecenin şerrinden, güneşin hararetinden sığınılan, yorgunluk atılan, diğer yolcularla tanış olup sohbetler edilen bulunmaz bir sosyal mekân ve küçük bir kent olarak tanımlamıştı.
Bunca hayat hikayesini avlusuna sığdıran hanlar elbette içine girince bizi farklı duygulara sürükler. Faruk Nafiz Çamlıbel hissedilen bu algıyı Han Duvarları şiirinde bize perdesiz aksettirmiş:
“Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..”
SULTANLARDAN HANLAR
Anadolu Selçuklu Devleti ve Beylikler döneminde, 11. yüzyıldan sonra yaklaşık 270 adet kervansaray yapılmış; Zazadin Hanı, Saruhan, Şarapsa Han, Çardak Han Kervansarayı gibi ve daha nice şaheserler ortaya çıkmıştır. Genelde İpek Yolu güzergâhını takip eden bu yapıların en ünlü mimarları ise Kölük bin Abdullah ve Kaluyan el-Konevidir. Bu yapılar; plan, form ve süsleme açısından Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçukluların yaptıkları ribatların gelişmiş biçimidir.
Hanların ortak mimarî özellikleri vardır. Kervanlar değerli eşya taşıdıkları için eşkıya baskınları ve düşman saldırıları ihtimal dahilindeydi. Bu yüzden sağlam surlar, burçlar, kaleler, demir kapı gibi emniyeti sağlayacak mimarî unsurlar kullanılmıştı. Plan bazında incelediğimizde ise revaklı bir avlu etrafında toplanan odalar yer alır; coğrafi ve güvenlik koşullarına göre dikdörtgen, kare veya “U” şeklinde planlanırdı. Genellikle iki veya üç katlı olan binaların yapı malzemesi taş ve tuğladır. Cephelerinde sadelik hâkim olan binaların örtü sistemi kubbe, çapraz tonoz ve beşik tonoz şeklinde farklılık göstermiştir. Kervansaraya örnek olabilecek önemli eserlerden biri “Sultan Han”dır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin büyük hükümdarı I. Alâeddin Keykubad tarafından Aksaray’da yaptırılmıştır. “Alay Han”ın yapımına önce başlamasına rağmen “Sultan Han” daha evvel bitirildiği için sultanlar tarafından yaptırılan ilk han olarak geçer. Mimarı, Şamlı Muhammed bin Havlan’dır.
İçeriye adım atınca uzun bir koridordan geçip avluya varılır. Sağ tarafta ulaşım araçları için özel revak, sol tarafta ise yolculara mahsus odalar, salonlar, iki hamam ve ambarlar vardır. Avlunun ortasında dört kemer üzerinde yükselen mescid bulunur. Bu mescid, Selçuklu süsleme sanatının en güzel örneklerinden birini teşkil eder. İlerleyip kemerli bir kapıdan girince kışlık kısma geçilir. 4800 m2 alana sahip olan bu yapı Anadolu’daki en büyük kervansaraydır.
MAMA HATUN KÜLLİYESİ
Erzincan mevkiindeki Mama Hatun Külliyesi, içinde kümbet, kervansaray, hamam ve cami bulunan yapı topluluğu şeklinde tasarlanmıştır. En dikkat çeken yapısı kümbettir. Dilimli bir gövde ve külâha sahip olan kümbeti, yuvarlak bir çevre duvarı kuşatır. Anadolu’daki kümbetler arasında benzersiz bir mimarî karaktere sahiptir. Mimarı, Ahlatlı Ebu’n Nema b. Mufaddal’dır. Kesme taştan oluşan yapı, 51×51 metre ölçüsünde kare bir plana sahiptir.
Beylikler döneminde yapılan bu kervansarayın incelenmesi kadar Mama Hatun da tarihte bilinmesi, araştırılması ve üzerin[1]de durulması gereken önemli bir şahsiyettir. II. İzzeddin Saltuk’un kızı olan Mama Hatun 587 (1191) yılında Saltuklu Beyliği’nin başına geçti. Abisi ve yetişkin yeğenleri mevcutken devletin başına geçmesi, kadının Türk-İslâm toplumundaki yerini gösteren ve günümüzde de olması gereken bir medeniyet uygulamasıdır.
ZİHNİMİZDEKİ ÇIKMAZ SOKAKLAR
Yol bazen mecburiyet iken bazen tercihtir. Sebep ne olursa olsun belirsizlik ve bilinmezlik insanın gözünü korkutabilir. Karşımıza çıkan süreçlerin bir sonu olduğunu ve o süreçte kazanılan birikimlerin değerini unutmamak gerekir.
Yol meşakkatli ama önemli olan zoru başarmak değil mi? Başaramasak bile uğraşmak… Yolda olmak… Çünkü yürümezsek hayallerimize sadece uzaktan bakabiliriz. Yapmamız gereken hazırlanıp yola çıkmak ve İmam Şafii’nin “Kaderin hükmü varsa açar yolları” sözünü düstur edinip tevekkül etmek.