Pazar, Mayıs 18, 2025

Eşrefu’l-Kütüp: Kur’ân-ı Kerîm

Büşra Zeynep Sarışahin

Paylaş

Kur’ân-ı Kerîm, Kelâmullah’tır. Kelâm ise anlamlı bir lafız ifade ettiği için bir muhataba yönelik hitap içermektedir. Bu hitap ile insan, eşref-i mahlûkat oldu. Ümmet-i Muhammed, muhtaç olduğu geçmiş ve geleceğin haberlerini bu hitapla öğrendi, nasibi kadar mahkûmu olduğu dünya ahvali karşısında nasıl davranacağı bilincine kavuştu, imanı ile mesul olduğu gayba karşı bakışını şekillendirdi. Bu hitap karşısında insandan beklenen, manaya nüfuz edip onu ontolojik seviyede temessül ve temsil ederek insanlık anlamının örneği hâline gelmesidir. Yüce yaratıcısı tarafından sevildiğini, O’nun rahmet ve merhametini, lütfunu, ihsanını bu hitapla şah damarından daha da yakından hisseder.

Bu ilâhî kitap, ruhun temel gıdasıdır. Akıl ondan bir şey fehmetmese de, ruh büyük haz duyar. Ruh, kendisinden gelen o ilâhî sesin yabancısı değildir. Arının polene aşinalığı ne kadar tabii ise ruhun Kur’ân’dan haz ve zevk duyması o kadar tabiidir. Kur’ân-ı Kerîm’in mesajı tarih üstüdür. Lisanın sahip olduğu zaman ve mekânın üstünde bulunarak, değişmeden değiştirme imkânının esasını oluşturmaktadır. Bugün bu şekilde yorumlanabilen ayet, yarın daha farklı yorumlanabilir. Bugünün yorumu da yarının yorumu da yanlış değildir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’i aşabilecek ne bir güç, ne bir akıl, ne bir düşünce sistemi mevcuttur. İlim ve teknik onunla yarışamaz.

FEHMETTİĞİMİZ KUR’ÂN-I KERÎM

Kur’ân kelimesi hakkında farklı görüşler olsa da genel kabule göre “okumak” manasına gelen “ka- ra-e” fiilinin “fulân” veznindeki bir mastarıdır. “Okumak” anlamında olan bu mastarın, ihtiva ettiği mana ile Kur’ân’ın kendi içerisinde de kullanılmış olması, vahyin “İkra/Oku” buyruğu ile başlaması, kıraatın namazın farzlarından olması, Kur’ân-ı Kerîm’in muhatapları tarafından çokça okunmasını beklediğini işaret eden esastır. Kur’ân-ı Kerîm’in “Oku” emri ile muhataplarından beklediğinin yerine, yüzeysel, güzel seslerle, yılda bir hatim indirerek veya sadece ölülerin arkasından okunacak bir kitap olarak anlaşılması, bu beklentiyle tezat düşmektedir. Kur’ân ümmet, vahyi idrak, tedebbür, tefekkür, tefakkuh edebilmesi, eğitim ve uygulamada kolaylık sağlaması için hükümlerde tedriciliğin gözetilmesi, toplumun hayatındaki önceliklerini belirlemesi için nasıl yirmi üç yılda Peygamberimize (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) peyderpey nazil olduysa, ümmet de bu bilinçle onu okumalı ve vahyi hayatına indirgemelidir. Bunun dışında kalan okumalar, asıl istifadeden mahrum kalmaktır.

Toplumun ihyasına, aklın iknasına ve kalbin tatmin olmasına vesile olan Kur’ân-ı Kerîm yüz on dört sureden, sureler de ayetlerden oluşmaktadır. Surelerin Mekkî ve Medenî olması hususunda, nazil olduğu mekâna bakılmaksızın hicretten önce nazil olan ayet ve surelere Mekkî, hicretten sonra nazil olanlara Medenî sureler denir. Kur’ân-ı Kerîm’in Mekkî olan ayetlerinde daha çok tevhit inancından, ahlâkî değerlerden, geçmiş ümmetlerin başına gelen olaylardan bahsedilmiş olup, bu ayetler çoğunlukla kısa, şiirsel bir anlatıma sahiptir. Medenî sureler ise belagi üslubun azalıp, Mekke devrinde inen surelerin genel muhtevasını hukukî, toplumsal, siyasî ve ahlâkî olarak konu edinip, Rabbanî iradeye dayalı yeni bir toplum kurmanın ilkelerini ihtiva eden sure ve ayetlerdir, şeklinde özetlemek mümkündür. Yakın veya uzak tarihte olmuş bitmiş hadiselerin Kur’ân-ı Kerîm tarafından dile getirilmiş olması, Kur’ân’ın üslûbu ile hadiseleri herhangi bir döneme ait kılmaktan çıkarmaktadır. Geçmişte ve gelecekte insanlığın fıtratı gereği karşı karşıya kaldığı, kalacağı durumları aydınlatacak bir ışık olması, yaşanmış, yaşanan, yaşanacak tarihe bir müdahalesidir. Zaman ve mekân kavramının sınırlılığına karşı meydan okuyuşudur.

KUR’ÂN-I KERÎM’İ KENDİ CİHETİNDEN TANIMAK

Rabbimizin insanlığa lütfu olan yüce kitabımız, kendini bize “Kitabu’n-Mübin” olarak tanıtır. O, gerçekleri açığa çıkartan, vuzuha kavuşturup belgeleyen, helali haramdan ayıran, ümmetin ihtiyaç duyduğu her şeyi açık ve anlaşılabilir kılandır. Hakkı batıldan ayıran Furkan’dır. İlmî hakikatlerden haber veren bir kitaptır. En küçük parçadan bütün âlemlere kadar var olan veya var olacak, açık veya muğlak, bilinen veya bilinmeyen her şeyin ilkelerinin, doğumun, ölümün, tüm yaşam tarzlarının vücuda geçmeden önce yazılıp kayda geçirildiği bir sistemdir. (En’am Suresi 59; Yunus Suresi 61; Hadid Suresi 22)

Dinimiz, güzel ahlâka büyük önem verir ve bunu toplumun her bir bireyine lanse etmeyi amaç edinir. Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerîm, pek çok ayetinde ahlâk ilkelerini ihtiva ederek insanları iyiye, doğruya ve güzele yönlendirmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’i bizlere tebliğ eden Fahri Kâinat Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de gönderiliş sebebinin güzel ahlâkı tamamlamak olduğunu yine Kur’ân ifade eder. (Kalem Suresi 4)

Kur’ân-ı Kerîm beşeri tanıtır, yaratılışımızı, fıtratımızı, duygularımızı, bize bizi tanıtır. (Zümer Suresi 6) Eşyaya ibret gözüyle bakmamızı sağlar. Her bakışımızda Cenâb-ı Hakk’ın kudretini gösterip tevhit inancımızı kemale erdirir. Kullukta, imanda, bizi yüceltir.

HAYATIN HER LAHZASINDA MÜSLÜMANCA DURUŞ İÇİN KUR’ÂN’I KERİM

Kur’ân-ı Kerîm bir eylem kitabıdır. Hitap ettiği herkesten bir fiil ve icraat bekler. Nüzul dönemine bakıldığında o, toplumun fikir dünyasını, inançlarını, yaşam tarzını, örf ve âdetlerini değiştiren, dünyaya adeta yeni bir sayfa açan mücadelenin destanıdır. Kur’ân-ı Kerîm’i anlamak Allah’ın bizden istediklerinin idrakine varmaktır. Kur’ân-ı Kerîm anlaşılmadıkça uygulanamaz, uygulanmadıkça yaratılışın sebebi olan Allah’a kulluk ve İslâm’a uygun bir hayat gerçekleştirilemez. İşte bunun içindir ki Kur’ân-ı Kerîm’in manasına nüfuz edip, onunla diyalog kurma şeklinde okumalı insan; “Ben bu ayetin nüzul sebebiyim.” diye… Aksi takdirde hükümleri üzerimize alınamayız. Buna binaen Allah Teâlâ bizden her daim akletmemizi, düşünmemizi ve mübin olan kitabından öğüt almamızı ister. Filhakika Kur’ân-ı Kerîm bu şekilde okunduğu vakit en az namaz, oruç, zekât kadar kıymetli bir ibadet ve Allah’ı zikrediş olur.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir