Uzman psikolog olarak tanıdığımız Esra Oras meslekî kimliği haricinde sizce kimdir? Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Mesleki kimliğim dışında en baskın kimliğim annelik.
İki çocuk annesiyim. Sosyal, çevresine karşı duyarlı, evlatları ile ilişkisini iyi tutmaya çalışan, eşi ile muhabbetine özen gösteren, Fatihli ve Fatih semti içerisinde kendini huzurlu hisseden, genel olarak hızlı ve sabırsız biriyimdir.
Üniversitede Psikoloji Bölümü’nü seçmenizde etkili olan kişi/olay/durum olmuş muydu? Bu alanla tanışmamış olsaydınız hangi bölümü tercih ederdiniz?
Lise zamanlarımda olan dizideki psikoloğu izlemeye başlamıştık. Bu mesleği yapmak aklıma o zamanlarda düşmüştü. Arkadaşlarım konuşurlarken de onları çok iyi dinlediğimi, problemlere çözüm odaklı yaklaştığımı söylerlerdi. Annem özellikle bu alanda beni çok teşvik ediyordu. Kısacası 14 yaşlarımda bu alana karar vermiştim ve sınava psikoloji alanını hedefleyerek hazırlandım. Psikoloji okumamış olsaydım her ne alanda olursa olsun işin iletişim, tanıtım kısmında olurdum. Kendimi insanlarla temas etmediğim bir mesleğin içinde düşünemiyorum. Psikoloji okuduğum için bir gün dahi olsa pişman olmadım elhamdülillah… İkinci bir meslek yapma şansım olsa idi bu öğretmenlik olurdu.
Ebeveynlerimizden bizlere kalan ve hayatımıza tesir eden pek çok davranış ve öğreti bulunuyor. Peki, siz iki evladı olan bir anne olarak onların hayatına tesir etmesini istediğiniz hangi davranışı miras bırakmak istersiniz?
Kalplerine miras bırakmak istediğim şey “Allah Teâlâ ile aralarında iyi bir ilişki kurma derdi…” olur. Hayatları boyunca ayakları istikamette kalsın ve bunu kalplerinde arzu olarak hep taşısınlar istiyorum.
İnsani ilişki ve birebir ilişki noktasında ise nezaket, şefkat ve duyarlılığı onlara miras bırakmayı çok istiyorum. Hem kendileriyle hem de etraflarıyla nezaketli, şefkatli ve tevazu sahibi halleri olmasını çok istiyorum. Onlara bu şekilde örnek olmaya çalışıyorum.
Evlatlarımızı istemesek bile üzüp yaralayabiliyoruz. Kendilerini onarma sorumluluğunu alarak büyüsünler istiyorum. Çevrelerini, insanları suçlayan değil zamanı geldiğinde “Bu benim problemim ve bunu ben çözmeliyim.” bilincini aşılamak ve yetişkinliğe bu şekilde hazırlayabilmek istiyorum.
Büyüdüklerinde ve terapiye gitme ihtiyaçları olursa terapistine bana sitemlerini iletecek, tabii ki kızacak çünkü ben onun annesiyim. En çok bana kırılmalı, en çok bana kızmalı ki insan en yakınına kırılır en yakınına öfkelenir. Çocuklara bu hakkı vermek gerekiyor. Anne buna müsaade ettiğinde çocuk bir o kadar coşkuyla, sevgiyle de yaklaşmayı öğreniyor. Yani bütün duygular bir. Nasıl ki Allah Teâlâ’nın 99 isminin içinde çok korktuğumuz ama çok muhtaç olduğumuz esmaları da varsa, anne ile çocuk arasında da her duygu her zaman var olmak zorundadır. Bunun önünü kesmek mümkün değil. Bir kere bu temel kabulü bildiğim için, genel olarak rahat bir anneyimdir. Bunun çok avantajını da görüyorum, dezavantajı da oluyordur, olacaktır. Bilmem gereken ise, ben buyum, bu kadarım, bu kadarına gücüm yetiyor, olduğu… Çocuklarımın kızdığı, öfkelendiği, ileride sitem ettiği, bugün sitem ettiği şeyler olduğunda da hoş görmeye çalışıyorum.
Hiçbir kadın sadece annelik kimliğiyle vaktini geçirmemeli. Yani biz ruhsal olarak esnek, sağlıklı bireyler olmak istiyorsak hayatta bir sürü kimliğe denge içinde yaklaşmamız gerekiyor. Toplumumuzda kadınların en büyük handikapı annelik kimliği bütün vakitlerini alıyor. Kadın anne olana kadar başka kimliklere de sahip oluyor. Çalışıyor, STK gönüllüsü oluyor, babasının evladı oluyor, kocasının karısı oluyor, arkadaşlarının dostu oluyor… Bu kadar çok kimliği bir anda arkaya atıp sadece annelik kimliğiyle bütün hayatını geçirmek, bu diğer kimlikler için de geçerlidir. Herhangi bir kimliğe aşırı yapışmak, bütün vakti o kimliğe dengesiz bir şekilde ayırmak, patoloji ortaya çıkarır.
Toplumumuzdaki kadınlar, özellikle ev kadınları bu yüzden çok mutsuz ve depresif geziyorlar. Dinlediğim hikâyelerden deneyimlediğim bir şey, anneliği sevmediklerinden, evlatlarını sevmediklerinden değil, kendileri de bu hallerine şaşırıyorlar. Bu tamamen diğer bütün kimliklerle araya giren büyük mesafelerin getirdiği bir sonuçtur. Örneğin ev hanımı olan anneler “İşe mi girsek, dışarıya mı çıksak daha güzel olur?” sorusuyla da cebelleşiyorlar. Onların ihtiyacı olan şey illaki çalışmak, para kazanmak değil, başka kimliklere de mesai oluşturabilmek. Yani dört koldan annenin diğer kimlikleri için alan açılabilirse, kesinlikle anneliği keyifle yürütür.
Etrafımıza şöyle bir dönüp bakarsak saygı duyduğumuz bütün Müslüman kadınların anneyken sadece anne olmadığını görürüz. Hepsi aynı anda başka şeylere de enerji ayırmış. Tabi ki bu belli esnekliği gerektiriyor. Çünkü mesela gittiğiniz yerde gerçekten çocuğunuz istemediğiniz bir şey yapabiliyor ve oradan gerisin geriye dönmek durumunda kalabiliyorsunuz. Son anda bir şeyleri iptal etmek durumunda kalabiliyorsunuz. Mahcup olmak durumunda kalıyorsunuz. Bir sürü badireye razı olmanız gerekiyor. Eğer kişide rıza mekanizması zayıfsa, hiç mahcup olmayayım hiç sorun yaşamayayım aman başım ağrımasın ağzımın tadı kaçmasın politikasıyla hayatını yaşıyorsa, zaten annelikten başka hiçbir kimliğe alan kalmıyor. Kim uğraşacak, ne gerek var politikası hayatı domine etmiş oluyor. Ama eğer ki anne bu konuda esnekse, bir problem çıkarsa “İnsanız, olur, ne yapalım.” diyen bir anneyse, hayattaki problemlere daha çözüm odaklı yaklaşıyorsa, ev hanımı da olsa çalışan bir kadın da olsa, çok fazla kimliğine vakit ayıracak şekilde hayatını organize edebiliyor.
Gazze’de yaklaşık yedi aydır devam eden bir soykırım yaşanıyor. Psikolog kimliğine sahip bir kişi bu soykırıma nasıl yaklaşmalı, neler yapmalıdır?
Bir insanın sağlıklılık ölçütlerinden bir tanesi de topluma karşı ne kadar duyarlı olduğu ve toplum yararına ne kadar iş ürettiğidir.
Psikologlar, ruh sağlığı uzmanları ve bu alanda çalışan insanların temel düzeyde kendilerinin en temel sağlık kriteri olan bu kriteri karşılaması gerektiğini düşünüyorum. Topluma karşı duyarlılık… Toplum sadece sınırlardan ibaret değildir. Gazze coğrafi olarak zaten çok yakınımızdadır.
Toplumsal duyarlılığın had safhada olması gereken bir meslek grubunda olduğumuzu düşünüyorum. Toplumu okuyamayan bir psikolog terapi odasında da danışanına yeterince iyi hizmet veremeyeceğine inanıyorum. Gazze meselesinde siyah ve beyaz çok net bir şekilde ayrılmaktadır. Bu kadar net şekilde ayrımın olduğu bir meselede ruh sağlığı uzmanının konuya tamamen kör davranması, benim için uzmanın bilgi radarımdan çıkması için yeterli bir sebeptir.
Bir psikolog katliamın, soykırımın etkisinin tüm dünyayı etkileyeceğini bilir. Travma üzerine yapılan çalışmalara baktığımızda Vietnam Savaşı’na dair çok fazla iz görürüz. Fakat söz konusu bu topraklar olunca travmalar travma olmuyor mu?
Katliamın ve soykırımın etkisi tüm dünyayı nesiller boyu etkileyecektir. Psikolog temelde bunun bilincinde olmalı ve topluma karşı duyarlı olmalıdır. Topluma, çevresine, din kardeşlerine duyarsızsa, kendi inanmıyorsa bile inanan anne babanın, insanların dinine duyarsız ve soykırıma karşı duyarsız ruh sağlığı profesyoneli artık bizim için bilgisi sorgulanabilir bir konumdadır.
Soykırım sonrası insanlar insani refah seviyesine ulaştıklarında psikologların asıl işi başlayacaktır. Ağır kaygı bozuklukları, travma sonrası stres bozuklukları ile karşılaşmaya başlayacağız. Savaş psikolojisinden sonra kolayca hayata adapte olunamayacaktır. Çıktıları hem insani seviyede hem de mesleki seviyede ilgilendiren bu mesele hakkında bir çizgi ortaya konmamasına ileride çok pişman olunacağı düşüncesindeyim.
Son zamanlarda kişisel gelişim ve psikolojiye ilginin arttığını görmekteyiz. Fakat bu ilginin akabinde pek çok dezavantajla da karşılaşmaktayız. Bu iki önemli alanda dikkate almamız gereken uzman profilinin olmazsa olmazları nelerdir? Dinleyeceğimiz, örnek alacağımız uzmanlar nasıl şahsiyetlerdir? Bu alanlarda sadece eğitim alınmış olması yeterli midir?
En önemli kriterlerden ilki karşımızdakinin unvanıdır. Gerçekten psikolog mu, gerçekten ruh sağlığı uzmanı mı? Ana kriter değil fakat başlangıç kriteri diyebiliriz.
Bir sonraki adımın ise genel olarak insani ilişkilerde net tavsiyelerde bulunan örneğin “Eğer biri size şöyle davranıyorsa siz de ona böyle davranın.” gibi insan ilişkileri hakkında net, keskin cümleler kuran uzmanlık adı altında bunu yapan kişilerden uzak durmak olduğunu düşünüyorum. Çünkü insan ilişkileri aynı insan gibi çok biriciktir. Ne kadar insan sayısı var ise o kadar ilişki tipi vardır. Dolayısıyla bütün ilişkilerde ve bütün algılara aynı tavsiyeyi akıtmak ve keskin tavsiyeleri akıtmak hem sağlıklı değil hem de ruh sağlığı uzmanının yaptığı şeyden haberdar olmadığını gösterir. Bizler için psikoterapi odasında en çok geliştirmeye çalıştığımız becerilerden birisi bağlam duyarlılığıdır. Bağlam duyarlılığında örneğin dışarıda yağmur var ise şemsiyesiz çıkmamak gerektiğini bilmeliyiz. Yani bağlama karşı duyarlı davranmayı öğrenmemiz gerekiyor. Ruh sağlığı uzmanı genel geçer herkesi kapsayan tavsiyelerde bulunuyorsa bağlam duyarlılığı olan bir uzman değildir. Keskin ifadeler herkese hitap etmez. Bu tarz ifadeler kullanan kişilerden uzak durmak gerekiyor.
Bir diğer dikkat ettiğim nokta ise sosyal medyada kendi hayatı ile çok ön planda olup olmamasıdır. Özellikle danışmanlık hizmeti sağlıyorsa kendi kişisel hayatının elbette bir parçası gündemde olabilir fakat tamamen yansıtıp en doğru model kendileriymiş gibi aktarılabiliyor. Bu tarz bir uzmanın duyarlılığı noktasında şüphelerim olabileceği için danışmanlık almayı doğru bulmazdım.
Son olarak özellikle Gazze meselesinde ne yapmış olduğuna bakarım. İnsaniyetinden emin olmadığım insanların söyledikleri ile de ilgilenmeme kararımdan ötürü buna dikkat ederdim.
- Yüzyılın en büyük problemlerinden biri de öfke. Öfke ile baş etmek mümkün müdür? Öfke problemi yaşayan bir kişi neler yapmalı? Profesyonel olarak kendisine verilebilecek tavsiyeler nelerdir?
Kişi kendini öfkeli biri olarak görüyorsa veyahut öfkenin hayatında sorun yarattığını düşünüyorsa şu hususlarda daha dikkatli olabilir:
Bir şeyde bir aşırılık var ise dikkati o aşırılıkta tutmamak gerektiğini düşünüyorum. Sadece öfke için değil her türlü aşırılık için bunu yapmalıyız. Öncelikle neyin eksik olduğuna odaklanmalıyız. O eksiklik giderilmeden ve bu aşırılığın hayatımızdaki kazancını bilmeden, fark etmeden ortadan kaldırmaya çalışmak bizi fazlasıyla mücadeleye sokar. Mücadelenin içinde sadece yoruluruz. Kendi ile kavga eden bir insana dönüşürüz.
Öncelikle yapmamız gereken aşırı öfkeyi ortaya çıkaran eksiklikleri ortaya çıkarmaktır. İkinci olarak öfkenin neye hizmet ettiğine bakmamız gerekiyor. Öfke hayatımızda en hızlı dikkat çeken duygulardandır. Öfkenin dışa vurumu ise insan davranışı üzerinde değişikliğe yol açar.
Öfke bu kadar kazanç sağlarken, kazancın yerini doldurmak gerekir: “İhtiyacımız olan ilgiyi, sevgiyi ve karşımızdakini domine etme gücünü öfke dışında nasıl karşılayabilirim? Bazı ihtiyaçlarımın ise karşılanmayacağı gerçeği ile vedalaşmaya hazır mıyım?” Nefsin arzu ettiği şeyler ile vedalaşmadan bu kazançların bazılarıyla, bazılarını da başka kaynaklar ile doldurmayı öğrenmediğimizde öfke sadece bizim şikâyet ettiğimiz, kendimizle kavga ettiğimiz hayatımızdaki parçalardan birine dönüşür.
Kısacası dikkatimizi öfkem ile nasıl baş ederime değil, öfkemin bana neler söylediğine, aşırı öfkemin arka planındaki eksikliğin ve kazancın ne olduğuna yöneltmek gerekiyor. Hayatımıza küçük küçük biriken dalgalar var. Bu dalgalar birikip bizi altına alınca dağılıp gidiyoruz. Küçük dalgaları birleştiren, köpürten nedir?
Öfke her zaman agresif tutumlarla çıkmaz, hepimizin öfkeyi karşılama biçimi birbirinden farklıdır. Bazı insanlar öfkelenince ağlar, bu kişilerin öfkelenmediği anlamına gelmez. Dışa vurumunun ne olduğu da bizim için önemlidir.
Hakkında pek çok çalışmalarınızın bulunduğu “Psikolojik Esneklik” kavramı nedir? Bireyler için bu esneklik niçin gereklidir? Hüma okurlarımız için kısaca bahseder misiniz?
Uyguladığım terapi ekolü olan “Kabul ve Kararlılık Terapisi”nin psikolojik sağlık modelinin adıdır. Bu sağlık modeli bir dizi beceriyi içermektedir. Esneklik eğitimi terapi odasında verilen bir dizi becerinin psiko-eğitime dönüştürülmüş halidir. Gelen danışanımızın psikolojik esneklik becerilerinden hangisi fazlası ile eksikse o beceriyi geliştirmek için yoğun bir gayret gösteriyoruz. Beceriler birbirleri ile çokça ilişkilidir. Bir tanesi geliştiğinde diğeri de gelişme gösteriyor. Danışanın merkezde olduğu bizlerin ise az konuşup çok dinlediği bir terapi süreci oluyor.
“Psikolojik Esneklik” eğitimimiz ise tamamen halka açık olan, bireysel süreçler ele alınmadan bu becerilerin psikoeğitime dönüştürülmüş ve on haftadan oluşan bir serimizdir. Dolayısıyla psikolojik sağlık modelinin gerektirdiği becerilerin açıklamalarının, detaylarının hangi yollarla bunları geliştirebileceğimizin içeriklerinin olduğu bir seri olmuş oldu.
İnsanlar çok fazla bilgi alıyor asıl ihtiyaç ise alınan bilginin entegre edilmesidir. Herkes psikoterapiye ulaşamıyor, psikoterapiye ulaşıp maalesef beklentisini karşılamadan ayrılabiliyor. Psikoterapiye ihtiyacı olanlar ise ihtiyacı olduğunu fark edemeyebiliyor. Neye ihtiyacı olduğunu tanımlamakta zorluk yaşayabiliyor. Bu eğitim hem bu dört maddeyi karşılamak hem de kabul ve kararlılık terapisinin sağlık modelinin hangi becerileri gerektirdiğini öğrenip bu becerilerle ne yapması gerektiğini bilerek ayrılma olanağı sunuyor. Eğitimin sonunda mutlaka üzerinde çalışmak ve tavsiyeleri de uygulamak gerekiyor. Sadece eğitime gelmiş olmanın bile büyük fark yaratacağını düşünmekteyim.
Eğitimin içeriğinde öncelikle kendimizle ilişkimizin söz konusu olduğu temel psikolojik beceriler (düşüncelerimizle, duygularımızla ve kalbimizle nasıl ilişkileneceğiz) yer alıyor. İkinci modülde ise örtük davranışlar üzerinde duruyoruz. Son modülde ise hem kendimizle hem de toplumla olan davranışlarımıza yönelerek tamamlıyoruz.
Hayat temposu içerisinde yorulduğunuzda, motivasyonunuz düştüğünde, kendinizi nasıl tazeliyorsunuz?
Hayat yoğun, fakat bir rutinim var. Rutinlerine sadık kalmaya çalışan biriyimdir. Örneğin hafta sonunu çocuklarıma ayırıp annelik kimliğime vakit ayırıyorum. Bu beni deşarj ediyor ve mesleği özlememi sağlıyor. Haftanın bazı günlerini ise hazırlamam gereken diğer işlere ayırıyorum. Kalan günlerimi ise danışanlarıma ayırmış oluyorum. Oluşturmuş olduğum bu rutinimi mümkün olduğunca bozmamaya çalışıyorum.
Mesleğin en büyük problemlerinden bir tanesi izole iş yapmamızdır. Çok fazla insan ile görüşüyoruz fakat hikâyede kendimizin değil danışanlarımızın hikâyesi ön planda oluyor. Bütün meslektaşlarım ile sosyalleşme açlığı yaşamış oluyoruz.
“İyi Gün Psikoloji” çatısı altında meslektaşlarım ile seans aralarında, yemek molalarında bir arada sohbet, muhabbet ederek vakit geçiriyoruz. Birlikte deşarj oluyoruz. Kısacası annelik, eşlik, dostluk ve arkadaşlıklar ile bunlara dair etkinlikler bana nefes aldırmış oluyor.
Müslüman bireylerin gündelik veya dini hususlarda bir meseleye inanma, güvenme ve aktarmada ölçüleri ne olmalıdır? Her duyduğuna inanan ya da hiçbir duyduğuna inanmayan kişiliklerde denge nasıl sağlanabilir?
Her zaman ifrat ve tefrit noktalarından kaçıp itidale gelmek gerekiyor. İtidal için ise doğru bir söylem tarzı çok önemlidir. Bir şeyi mutlak doğru gibi aktarmaktansa “Şöyle bir bilgi duydum, böyle bir şey tavsiye eden bir uzmanla karşılaştım.” şeklinde ifade etmek, öncelikle söylenilenler ile iç içe geçme ihtimalimizi azaltır. Basit dilsel bariyerler herhangi bir bilgi ile aramıza mesafe koymamızı sağlıyor. Konulan mesafe fikrin ve bilginin hem sorgulana bilirliğini hem de uygulanabilirliğini artırır.
Bazılarımız bilgiye, söyleme aşırı anlam yükleriz. Söylenilen bilginin ise her yerde işe yaramasını bekleriz. Hâlbuki hiçbir bilgi her bağlamda işe yaramaz. Bilgi denenerek, sınanarak başkaları tarafından ortaya çıkan sözel bir ifadedir. Dolayısıyla yeni bilgiler çıktığında önceki bilgi anlamını önemini yitirebilir. Farklı bağlamlarda farklı bilgiler gerekebilir. Bu sebeplerden dolayı bilgi ile ilişkimizde dikkat etmemiz gerekiyor. Bir uzmanın söylediği bilgi bir bilgidir ve değişebilir. Bu bilgiyi uygulamak istiyor muyum, istemiyor muyum? Bunun kararını kendimiz vermeliyiz. Karar verirken de o uzmanın çalışmalarına, araştırmalarına bakıp güvenerek vermeliyiz. Hem sosyal medyadan hem de uyaranlardan bizlere akan bir sürü bilgi var. Tamamını elemek ve süzmek elbette mümkün değil. Fakat istisnasız bütün bilgilere bu şekilde yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Üç madde ile özetlemek gerekirse, önceliğimiz bilgi kelimesi ile ilişkimizi değiştirmemizdir. Değişebilir ve dönüşebilir olduğunu kabul etmeliyiz. İkincisi bilgiyi aktarma şeklimizi değiştirmemiz gerektiğidir. Hem kendimize hem de çevremize karşı aktarma şeklimiz değişmelidir. Bu aşama bizi hayal kırıklığından ve bilgi ile olan ilişkimiz noktasında zarar etmekten korur.
Son olarak kendimizdeki bilgiyi nasıl sunduğumuzdur. Kendi tecrübemize de ayrışmış ve gözlemlenebilir bir mesafe koymak gerekir. Net ve keskin cümleleri kurmamaya çalışmalıyız. Kati ve keskin cümleler zihin ve dil dünyamızda katılığı ortaya çıkarır. Katı olan her şey kırılmaya mahkûmdur. “Ben hayat yolculuğunda şöyle bir şey keşfettim, eğer kabul edersen sana bunu öğretmek isterim.” tarzında cümleler katılıktan uzak, esnek ve sağlıklı cümlelerdir.
Psikoloji bölümü okuyan Müslüman bir öğrenciye ve üniversiteli kız öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?
Bugün yeniden okul okuyor olsaydım öncelikle yabancı dil konusunda hassas davranırdım. Dilsel pratiğin meslekte önemli olduğunu aktif çalışma hayatında anlamış oldum. “Sadece akademisyenlikte dile ihtiyacımız olur.” düşüncesi hatalı bir düşüncedir. Psikolojide güncel bilgilere erişebilmek için iyi bir dil becerisi gereklidir.
İkinci olarak nerede staj yapmalıyım, hangi psikoloji kitabını okumalıyım düşüncelerinden çıkıp sosyal bilim okuru olurdum. İyi bir sosyal bilim okuru kavramsallaştırmada başarılıdır.
İyi bir psikolog olabilmek için zengin bir kavram dünyası gereklidir. Toplumdaki olayların düzgün yorumlanması, eldeki verilerin topluma kanalize edilebilmesi ve manipülasyon noktasında uyanık olunabilmesi için zengin bir kavram dünyası ve iyi bir mentalizasyon kapasitesi gereklidir. Bunlar için iyi bir okuryazar olunması gerekiyor. Alan sadece psikoloji ile sınırlandırılmamalıdır. Psikoloji tüm sosyal bilimlerin son basamağı, çıktısıdır. Kaynağa dönmek gerekiyor.
Son olarak güzel bir diploma notu ve en az iki sivil toplum kuruluşunda gönüllü olurdum. Sivil toplum kuruluşları hem manevi anlamda bizi zenginleştirir hem de güzel bir network kazanmamızı sağlar. İleride güzel işler yapabileceğimiz insanlarla tanışmamız ve insanlara yardım etmenin verdiği mutluluk hazzını yaşayabilmek için sivil toplum kuruluşlarında aktif bir şekilde bulunabiliriz.
Psikoloji bir renk olsaydı sizce hangisi olurdu?
Mavi…
Size mutlu ve huzurlu anları hatırlatan bir koku?
Yasemin kokusu…
Şu an okuduğunuz kitap?
Farklı farklı pek çok kitap okuyorum, fakat elimden düşürmediğim ve son birkaç aydır devam ettiğim kaynak İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn.
Bir yol, güzergâh vardır yürümeyi sevdiğiniz, neresidir?
Gülhane parkı içerisindeki yolu ve Mihrimah Camii’nden ofise yürüdüğüm yolu seviyorum.
Kendinize sık sık hatırlattığınız bir ayet…
“Bir işi bitirdiğinde başka bir işe koyul…”
Bir dua…
Allah Teâlâ iyi insanlarla karşılaştırsın, istikametinden ayırmasın. Rızasına uygun hareket etmeyi nasip etsin. Amin…