Zaman insanın temel varoluşunu belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Bir bireyin zaman kavramını göz ardı etmesi söz konusu değildir. Zamanın, Türklerin hayatında, yaşadıkları kültürde çok büyük etkisi olmuştur. Özellikle başlangıçta yaşadıkları bozkır kültür çevresinde insanın insanla, insanın hayvanla ve tabiatla vermiş olduğu mücadele; yaylaktan kışlığa, kışlaktan yaylağa yapılan yorucu göçler, Türk insanını zamanı belirlemeye yöneltmiştir. Aynı şekilde savaş öncesi ve sonrası asker sayısının tespiti, kışlaktan yaylağa gidiş ve dönüşlerde hayvan sayısının belirlenmesi vb. için yapılan sosyal, siyasi, iktisadi toplantılar da zamanın belirlenmesinde önemli konular olarak ortaya çıkmıştır. Zaten yaylak ve kışlak hayatı doğrudan iklimin yönlendirilmesinin doğal bir sonucu olarak belirmiştir. Bundan dolayı zamana dair kavramlar, Türk kültür çevrelerinde yaygın olarak kullanılmaya başlanılmıştır.
Türklerin gerek Hint ve Çin uygarlıklarına komşu olmaları gerekse kavimler göçü yoluyla Orta Asya’dan Avrupa, Anadolu ve diğer coğrafyalara göç etmeleri ve gittikleri her yerde yeni bir medeniyet kurmaları, dikkate değer bir durumdur. Türklerin bu göçebe ruhu, doğayla olan ilişkilerini ve kültürlerini oldukça derinden etkilemiştir. Bu göç mevsimlere göre olmakta ve bu anlamda her mevsimde insanlar doğa ile farklı bir ilişki içerisine girmektedirler. Mesela bugün bile yazları yaylalara çıkma, kışları tekrar şehre ya da kasabaya inme geleneği Türklerin zamanla kurduğu ilişkiyle ilgilidir
OSMANLI’DA MÜSLÜMAN OLMAK
Kuruluşundan itibaren Osmanlı Devleti’nin resmî din anlayışı, Sünnî İslam anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. Bu inanç doğrultusunda devlet yönetimi ve bütün bu topraklarda yaşayan Osmanlı halkının hayatı buna göre şekillenmiştir. Osmanlı yöneticilerinin gaza anlayışları Fatih Sultan Mehmet’in icraatlarıyla devam etmiştir. Onun, ataları gibi Müslümanların birliğine çok değer verdiği bilinmektedir. Hayatının büyük bir kısmı fetihle geçen Fatih Sultan Mehmet, fethettiği yerlerde daha önceki uygulamalara dayanarak kiliseleri mescide çevirmekten, çanlıkları yıktırıp yerlerine minare yaptırmaktan çekinmemiştir. Osmanlı yöneticilerin gazâ anlayışını yansıtan durumlardan biri de, gerek hanedana mensup gerekse yönetilen Müslüman tebaadan savaşlarda ölenler için “şehit” ifadesinin kullanılmasıdır. Osmanlı yöneticilerinin hayatında dinin inanç ve pratik boyutları şüphesiz çok belirgindir.
İslam ülkelerinde kullanılan Hicri takvim Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) M.S. 622’de Mekke’den Medine’ye hicretiyle başlar. Hicri – Kameri takvim, ayın dünyanın etrafında dönüşüne göre tanımlanır. İslam dünyasında yeni gün, güneşin batışıyla başlar. Güneş ufukta kaybolunca saat 12 ya da 0’dır. Bir sonraki güneş batışına kadar geçen süre 2×12 saate ayrılır. Ezani saat adı verilen bu saat tanımında, günün başlangıcı değişmekte ancak gün boyunca bir saatlik süre aynı kalmaktadır. Sultanlar zamanın doğru tespiti için, merkezi camilerde muvakkithaneler kurmuş, burada görev alacak kişilerin yetişmesini sağlamış, bu müesseseleri gerekli araç ve gereçlerle donatmışlardır. İslam dünyasının liderleri hükmettikleri eyaletlerin her bölümü için namaz vakitlerini hesaplatmayı görev edinmişlerdir.
“Cuma namazının edası savaş durumlarında dahi ihmal ve iptal edilmez. Eğer birtakım engeller nedeniyle Cuma namazı kılınamıyorsa da bundan çok derin üzüntü duyulurdu.”
Müslüman halk tüm zamanını dini vakitlere göre ayarlardı. Cuma namazları Müslüman halkın ibadet hayatında önemli bir yere sahipti. İlk zamanlar fethedilen yerlerdeki en büyük kilise camiye çevrilirdi. Bu uygulama muhtemelen mağlup tarafın ezilmişliğini derinleştirmek için yapılırdı. Bunlar genellikle Cuma mescidi şeklinde isimlendirilirdi. Yeni mescitler inşa edilinceye kadar Cuma namazları sadece bu büyük mekânlarda kılınırdı. Daha sonraları ise bizzat büyük Cuma mescitleri inşa edildi. Cuma vakti girdiği zaman esnaf satış yapmaz hatta gayrimüslim satıcılar bile bu vakitler dükkânlarını alışverişe kapatırlardı. Müslüman halk bu konuda oldukça hassasiyet gösterirdi.
Osmanlı döneminde, dini vakitlere göre birçok günlük iş ve faaliyet düzenlenmişti. Bu, İslam’ın farz ibadetlerinin doğru zamanlarda yerine getirilmesi için büyük bir titizlikle yapılan bir düzenlemeydi. Osmanlı’da, her gün beş vakit namazın zamanında kılınabilmesi için cami minarelerinden ezan okunurdu. Namaz vakitleri, güneşin hareketlerine göre belirlenirdi. Osmanlı’da camilerde ve özel yerlerde namaz vakitlerini belirleyen ilm-i felek (astronomi) ilmi oldukça önemliydi ve bu vakitler günlük takvimlerde yer alırdı. Ramazan ayında oruç, imsak vaktiyle başlar ve iftar vaktiyle sona erer. Osmanlı’da oruç tutanlar için imsak ve iftar saatleri çok dikkatli bir şekilde belirlenir ve halk bu vakitlere göre hazırlanırdı. İmsak saati sabah namazının öncesine denk gelirken, iftar saati akşam namazının başlangıcına denk gelir. Ayrıca, Osmanlı’da Ramazan ayı boyunca sahur ve iftar için vakitler, camilerde veya evlerde sesli şekilde duyurulurdu.
Sonuç olarak, zaman kavramı dini vakitlerle bütünleşmiş, günlük hayatın bir parçasıydı ve her şey, bu vakitlere saygı göstererek düzenlenirdi. Camiler, minarelerden okunan ezanlar, halkın namaz ve ibadetlere gösterdiği titizlik, Osmanlı’nın dini yaşamının önemli bir yönünü oluştururdu.