Çarşamba, Haziran 18, 2025

Eski mi Şehir?

Şevval Sarıtan
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi-İslâmi İlimler

Paylaş

Seyahatlere giderken çocukluğumdan bir parçayı yanıma almayı seviyorum. Bir kitap, anahtarlık ya da bir fotoğraf… Çünkü içimdeki küçük kızın en büyük hayaliydi tek başına dünyayı keşfetmek. Şimdi bugün bu hayalimi gerçekleştirirken ona ait bir eşyayı yanıma almak ona sarılıyormuşum gibi hissettiriyor. Yumuşacık, sevgi dolu bir sarılma…

Sabah 6:00 treniyle Eskişehir’e doğru yola çıktık. Yanımda kız kardeşim ve çocukluk arkadaşım vardı. Eskişehir’e daha önce defalarca kez gitmiş olsakta bugün önceki ziyaretlerimizde uğramadığımız iki yere gidecektik; Tarihi Odun Pazarı Evleri ve Odunpazarı Modern Müze.

Bir şehre seyehat ederken o şehri tanımayı ve tekrar tekrar o şehre gittiğimde daha önce görmediğim yerleri keşfetmeyi seviyorum. Çünkü dünyayı keşfetmek aslında sadece ülke sınırlarını aşmak değil benim için. Bulunduğum ülke sınırları içerisinde, hatta bulunduğum şehir, ilçe ya da köyün içerisinde yalnızca bir sâkin gözüyle değil bir seyyah gözüyle bakabilmek demek dünyayı keşfetmek. Zira Heraklitos’un da dediği gibi, aynı nehirde iki kez yıkanamazsın. Evet su akar ve bittabi dağlar dahi yürür; doğa uykusundan uyanır ve yeniden uykuya dalar. Evimizin ufacık bahçesinde bile her gün devam eden deverana şahit olmak mümkün. Ya da bir caminin bahçesindeki ulu çınarların yaşam döngüsüne şahit olmak. Yakından, daha da yakından bakabilirsek eğer minik canlıların makro dünyasına da şahit olabiliriz. Bir kelebeğin ya da bir uğur böceğinin larvadan kanatlı bir güzelliğe dönüşmesi… Her biri her bir lâhzada vuku bulan ve değişen anlardan ibaret ama o anlar başka başka dünyaları keşfetmek kıymetine hâiz. Çünkü milyonlarca yıldır var olsa da her biri kendi hikâyesinin yegâne ve tek seferlik kahramanı. Tıpkı bizler gibi… Bu yolculuk da geçmişin, bugünün ve yarının biriciği. Bir dahaki sefere ne şehir aynı ne de biz aynı olarak kalmış olacağız. Bir kere, boş gelen bardağımız dolu olarak geri dönmüş olacaktır.

Bardağımı öncelikle Eskişehir’in tarihçesini öğrenmekle doldurmaya başlıyorum. Arkeolojik araştırmaların söylediğine göre bu yöredeki ilk yerleşim M.Ö. 3500’lü yıllarda görülmüş. Ayrıca Eskişehir’in, Eskişehir – Afyon – Kütahya illerinin büyük bölümlerini kapsayan “Dağlık Frigya” bölgesinin din merkezi olduğu keşfedilmiştir.

Tarih boyunca birçok yönetimin tahakkümü altına giren Eskişehir, Osmanlı dönemine gelindiğinde doğu seferleri yolu üzerindeki önemli merkezlerden biri hâline gelir. Milli mücadele yıllarında ise yine stratejik açıdan çok önemli bir şehirdir. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre Eskişehir – Kütahya Savaşları sonunda Türk ordusu Sakarya’nın doğusuna çekilmiştir. 23 Ağustos 1921’de Yunanlılar Türklere tekrar saldırır. 30 Ağustos 1921’de ise düşman ordusu, en ağır yenilgiyi alarak geri çekilmeye başlar. 2 Eylül 1922 günü, Seyitgazi yönünden gelen Türk Süvarileri Tekkeönü’nden Eskişehir’e inerler ve düşman kuvvetlerini Eskişehir’den çıkartırlar.

Bugün bir Anadolu şehri olan Eskişehir, ilk adım atıldığında bir Avrupa kasabası hissiyatı verir önce ama şehri biraz daha adımlamaya devam edince Osmanlı bakiyesi camiiler, hanlar, çarşılar ve pek çok geleneğe ev sahipliği yaparak yaşayan emek ustalarını görebilirsiniz. Tarihi Odun Pazarı Evleri ve Odunpazarı Modern Müze’de tıpkı şehrin bu ikircikli yapısını gözler önüne seriyor. Biri geleneğin temsilcisi iken diğeri kuralları yıkan, ezber bozan bir sanatın eseri olarak şehrin göbeğinde yerini almış, ziyaretçilerini buyur ediyor. Bir yanda binlerce yıllık bir Lüle Taşı’nın macerasına konuk olurken diğer yanda fütüristik bir mantalitenin kendini dışavurumuyla karşı karşıya kalıyoruz. Sanırım bu durumu bir çelişki olarak kabul etmek yerine farklılıklarımızı bizi biz yapan değerlerimizdir diyerek ikisine de kucak açabiliriz. Zira köklerimiz ne kadar sağlam olursa kollarımız o kadar yükseğe ulaşabilir. Geleneğin getirdiği kurallar ve kâideler; modern sanatın alışılmışlığın dışında sınırsız bir düşünce gücü ve hadsiz bir dışavurumu. Muhakkak her birininde kendine has haklı bir hikâyesi var. Bu hikâyelere içtenlikle kulak verdiğimiz, köklerimize sarılarak göğe uzattığımız kollarımızla gelecek nesillere bitimsiz meyveler sunduğumuz güzel yarınlara…

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir