Altı asırlık bir çınarın altı asırlık meyvesi; Divan Edebiyatı… On üçüncü yüzyıldan on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısına dek devam eden, bir kültür yolculuğu… Osmanlı’nın kuruluşuyla beraber doğan ve yine Osmanlı’yla beraber büyüyüp gelişen bir edebiyat havzası…
Divan Edebiyatı’nın dili Arapça ve Farsça’yla zenginleşerek mütemmim olan Osmanlıca’dır. Divan Edebiyatı’nda bazı düz yazılar mevcut ise de ağırlıklı olarak aruz ölçüsüyle yazılan şiirlerden oluşmaktadır. Aruz ölçüsü ile yazılan şiirlerin süslü ve sanatlı bir anlatımı vardır. Genellikle tam ve zengin uyak kullanılmış, göz için kafiye ilkesi belirlenmiştir.
ŞİİRİN UFKU
Mahir bir ahşap ustası nasıl ki kıymetli sedef taşlarını onlara layık güzel bir ahşaba nakşeder; tıpkı bunun gibi, divan şairleri de şiirini meydana getirirken, mahir bir ustanın hassasiyetiyle kelimelerini dikkatli ve rikkatli bir şekilde seçer; onları vezin kalıplarına oturtur ve kelimeler nihayet kâğıtla buluştuğunda muazzam bir eser ortaya çıkar.
Divan edebiyatında bir şiirin bu denli özenle yazılmasının sebebi aşktır. Fuzuli’den Şeyh Galip’e; Leyla ile Mecnun’dan Hüsn-ü Aşk’a hangi şair, hangi eser varsa, aşktır özü. Aşkların en güzeli ise Peygamberimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) duyulan aşktır. O ki (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Rabbimiz’in “Sen olmasaydın bu âlemleri yaratmazdım.’’ diye buyurduğu Habibullah’tır (Sallallahu Aleyhi ve Sellem). Ümmetinin gözbebeği; gül bahçelerinin en nadide gülüdür. Bülbüller O’nun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) için ağlar; O’na (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kavuşma ümidiyle. Ağaçlar, gezegenler, yıldızlar ve çiçekler; kâinat bir olup O’na (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) selam eder. Ve bir şair ancak O’nun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ruhunun ulvi sadasını çağlara duyurmak için kalemini eline aldığında şiirin ufkunu yakalayabilir.
Bu minvalde Fuzuli’nin Su Kasidesi’ni inceleyecek olursak, Divan şiirinde Peygamber Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) duyulan sevginin ne derece latif ve naif bir şekilde kelimelere döküldüğünü görebiliriz:
Suya virsün bâğban gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gülzâra su.
Bahçıvan gül bahçesini suya versin, boşuna zahmet çekmesin
Çünkü o bin gül bahçesine su verse bile, senin yüzün gibi bir gül açılmaz.
Şeyh Galip ise Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) duyduğu sevgiyi O’nu (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) methederek kelimelere dökmüştür:
Sultan-ı rûsül şâh-ı mümeccedsin Efendim
Bî-çârelere devlet-i sermedsin Efendim
Divân-i ilâhide ser-âmedsin Efendim
Menşur-ı “le-amrük”le müeyyedsin Efendim
Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammedsin Efendim
Hak’dan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim
Resullerin sultanı, övülenlerin şahı Efendim
Çaresizlere daimi devletsin Efendim
Huzur-u İlâhi’de en önde gelensin Efendim
“Ömrün hakkı için” ayetine mazharsın Efendim
Sen Ahmed i Mahmud u Muhammed’sin Efendim
Hak’tan bize gönderilmiş sultansın Efendim
DİVAN ŞİİRİ SONRASI MEVLİD-İ ŞERİF
Halkımız tarafından oldukça benimsenen ve özel günlerimizde, kutlamalarımızda duymaya alışık olduğumuz Mevlid-i Şerif’e de göz atalım:
“Ol!” dedi bir kere var oldu cihan
“Olma!” derse, mahv olur ol dem hemân
Haşre dek ger denilirse bu kelâm
Nice haşr ola, bu olmaya temâm
Pes Muhammed’dir bu varlığa sebeb
Sıdk ile ânın rızasına kıl taleb
Söylenceye göre İranlı bir vaiz bir gün Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) diğer peygamberlerden bir farkı olmadığını söyler. Bunu işiten Süleyman Çelebi duyduklarına çok içerler ve Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) diğer peygamberlerden üstün olduğunu anlatmak için halk arasında Mevlid olarak bilinen Vesiletü’n Necât (Kurtuluş Vesilesi) adlı eserini kaleme alır. Eski Anadolu Türkçesi’yle yazılan eser, dokuz bölümden oluşmaktadır. Yukarıda yer alan beyitler eserin ilk bölümünü oluşturan “Tevhid-Münacat” ve kitabın yazılış sebebinin yer aldığı ilk bölümden alıntılanmıştır. Beyitlerde görüldüğü gibi Süleyman Çelebi, Peygamber Efendimiz’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) varlığın sebebi olarak bahsetmektedir. Bazı hadis-i şerifler doğrultusunda elde ettiğimiz bu bilgiyi Bediüzzaman Said Nursi (Rahmetullahi Aleyh) şu şekilde aktarıyor bizlere; ‘’Âlem-i kebîr (kâinat) bir şecere (ağaç) tahayyül edilirse (hayal edilirse), nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi (meyvesi) olur.’’
Divan şairlerinin şiirlerini incelemeye devam edeceksek, bu defa Zâti’nin bir beytine göz atalım, derim:
Mihrinin namusu ekberdir dayesi
Arştır mi’rac-ı katrü şanının ilk payesi
Şu kundaktaki ay yüzlünün dadısı ancak Cebrail olsa gerek
Öyle ki O’na giden yolda attığın ilk adımda arşa ulaşırsın
Kalplerimizi, ruhlarımızı ve bedenlerimizi Rabbani bir letafet ile bezeyen biriciğimiz; Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), kâinatın özü, kıymetli incimiz salât ve selam sana olsun.
Seni anan, adını yücelten herkese, rahmet olsun.