Pazar, Mayıs 18, 2025

Çift Kanatlı Cambazlık

Paylaş

Sana umut ve reca kapısının açılmasını istiyorsan Hak’tan sana gelen nimetlere bak. Korku ve havf kapısının açılmasını istediğin zaman ise O’na karşı ettiğin isyanları hatırla!”1 İbni Ataullah el-İskenderî

Kalplerimizin bir anlık çalkantısına kulak verince karşımıza evvelce çıkan ilk zıt duygu birlikteliği havf ve reca/korku ve ümit olsa gerek. En büyük nimetlerimizden olan bu kalplerle yaşamanın en içli yansıyışlarından biri, kalplerin kimi zaman avuçlarımızda tir tir titremesi kimi zaman kafesinden hafif bir esinti ile kanatlanıp uçsuz bucaksız âlemlere varıyor olması. Havfın ve recanın mânasını anlamak için sözlüklere koşmadan önce günlük hayatımızı yönlendiren düşüncelere baktığımızda kaçtığımız işlerin arka planında endişelerimiz ve korkularımız olduğunu, meylettiğimiz, uğrunda çaba sarf ettiğimiz işlerin arka planında ise umudumuz olduğunu müşahede ederiz.

İmam Gazali havfı, “Beklenen şey, hoşa gitmeyen bir şey ise ve ondan dolayı da kalpte bir elem hâsıl olursa buna havf adı verilir.”2 diyerek, recayı da “Eğer beklenen şey, hoşa giden bir şey ise ve kalpte de bir zevk ve rahatlama meydana getirirse buna recâ denilir.”3 diyerek tanımlamıştır. Hayatımızın her anının farklı beklentiler olması muhtemel birçok hadise ile çevrelendiğini düşündüğümüzde, bu ihtimaller arasındaki iyi veya kötü tüm fiillerimizin havf ve reca ile bir arada olması kaçınılmaz oluyor. Bu kaçınılmazlık ardında, hayatımızda bu kadar etkili olan kavramları sözlüklerden idrak etmek yerine Rabb’imizin esması ve ayetleri ışığında tefekkür etmek bizi en mutedil dengeye ulaştıracaktır.

CEMÂLİNİN NAİFLİĞİ CELÂLİNİN ÜRPERTİSİ

Kulluğumuzu Rabb’imizin Cemâl’inin naifliğinde Celâl’inin ürpertisiyle yaşıyoruz. Rabbimizin Cemâl’inin gölgesinde gölgelenebilmenin hakkını, âdeta ruh tarlamıza ekilmiş sonsuz ümit edebilme potansiyeli ile verirken Celâl’iyle çevrelenmiş fiillerden kaçışımızı da ruh tarlamızdaki havf potansiyeli ile gerçekleştiriyoruz.

Mutasavvıflar Allah’ın isim ve sıfatlarını “Celâl” ve “Cemâl” olmak üzere ikiye ayırırlar.4 Allah’ın gazabına delâlet eden isim ve sıfatlarını “Celâl”, lütuf ve rızasına delâlet eden isim ve sıfatlarını da “Cemâl” tabiriyle ifade ederler. Rabbimizin Celâl ismiyle isyana düşen kullarına azap edişi akıl ve duygu dünyamızda bizleri korku ile dehşetengiz girdaplara daldırırken Cemâl ismiyle kendisine kulluk edene lütfu, şefkati, affı ve ikramı da umut ile huzura erdirir. Celâli kalpleri ürpertir, haşyet ile titretir. Cemâli, kalbe sekinet indirir, rahmeti ile kalbi mutmain kılar. Bu iki zıt esmanın tecellisi ile insan, ip üzerinde bir cambaz misali korunması zaruri bir denge döngüsüne girmiş bulunur. İp üstünde adımların yakın olabileceği tek kıyı vardır ki o kıyı da “Rahmetim gazabımı geçti.” müjdesindeki rahmete karşı olan ümidimizdir.

Birbirinden ayrılmaz bir bütünün belki tamamen zıtlaşan hâli içindeki bu duygular, aynı zamanda zıtlık içindeki tatlı dengeyi de bize en çok tattıran duygulardır. Dünya ve ahiret arasında çift kanatlı kulluk içinde, korku ve umut arasında çift kanatlı bir tavır sergileyebilmek, bizleri Rabbimizin Celâl’i ve Cemâl’i arasında konumlandırıyor.

BU KANATLAR NASIL OLUR DA HEP AYNI ANDA ÇIRPILIR?

Kulluğun sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için, havf ve recanın tek taraflı olmaması, denge içinde yaşanması gerekir. Kanat tek başına çırpılmaya çalışılıp reca hâkim olduğunda rota şaşar, “Nasıl olsa affedileceğim.” ümidi kişiyi kullukta zafiyete sevk edebilir. Yahut havf hâkim olduğunda, “Affedilmeme korkusu” kişiyi başka bir boyutta ifrata götürebilir. Daimi olarak ümide gizlenmiş korkuyu, korkuya gizlenmiş bir ümidi kalplerde diri tutmak kanatları tek yöne çırpmayı sağlar ve rotamızın şaşmasına karşı bizleri korur. “Allah’ın azabından ancak hüsrana uğrayanlar emin olabilirler.”5 ayetiyle Rabbimiz bizi yeri geldiğinde dipsiz bir korkuya düşürürken, “Gerçek şu ki kâfir olanlardan başkası Allah’ın rahmetinden ümidi kesmez.”6 ayeti ise gönle aydınlık veren nice ümitlere büründürüyor. Rabbimizin bu iki kelamı ışığında görüyoruz ki bizden beklenen korkusuzluk yahut ümitsizlik değil; bizzat sonsuz bir ümit yanında şiddetli bir korku dengesi sergilemektir. Korku ve ümit arasında kuracağımız bu denge, mümin olmanın en güzel göstergelerinden biridir.

KUR’AN GÖLGESİNDE HAVF VE RECA TEFEKKÜRÜ

Rabbimizin kullarını kuşatan yüce zatı, birçok esması ve Kur’an’ımızın birçok ayeti daimi olarak bizleri mutedil bir havf ve reca dengesinde tutar. Salih kullarına olan mükâfat vaatleri bizleri zamanı ve mekânı aşan ümide, haddi aşan kullarına olan vaidi (Azap vaadi) ürperten bir korkuya götürür.

Allah Teâlâ’nın esmasını tefekkür ile kat ettiğimiz korku ve ümit arasındaki mesafeyi bir de “Fatiha Suresi” ile taçlandıralım. Beş vakit tekbir ile dünyayı içimizden kovalayışımızın ardından namazdaki ilk kelamlar da Rabbimiz, kulluğumuzun havf güzergâhına ve reca seyrine sesleniyor. Kıyama duruşumuzun ilk dakikalarında muhatabı olduğumuz ayetlerde evvela “Hamd” ile Rabb’imiz medih ve sena, ardından “Mâliki yevmiddin” (O, din gününün sahibidir.), ayetiyle havf basamağına uğruyoruz. Daha sonra “Sırat-ı Müstakime hidayet talebi” ile reca makamına uğrayıp korku ve ümit arasında olma vazifemizin sırrına eriyoruz. Kur’an’ımızı ilk açışımızda, Kur’an’ımızın fihristi konumundaki Fatiha Suresi bizi mahşer meydanının azametiyle sarsarken hidayet yolu talebi ile üzerimize sekinet indiriyor.

Hülasa; kullukta itidalimizin nişanesi ve kalplerimizin ameli hükmünde olan korku ve ümit dengesi günlük hayatımızın satır aralarında, Rabbimizin esmasında ve ayetlerinde bizlere tecelli ediyor. Marifet, korkunun kalp titreten fırtınasında savrulmamakta… Marifet, ümidin kalbi mutmain kılan esintisiyle dosdoğru yol almakta…

1 İbni Ataullah İskenderi, Hikem-i Ataiyye, ter. Yahya Pakiş, Semerkand Yayınları, 11. Baskı, 2017, s. 142

2 Gazali, İhya, 1975, VIII, s. 427

3 Gazali, İhya, IV, s. 142

4 Süleyman Uludağ, “Celâl”, DİA

5 Araf Suresi, 99

6 Yusuf Suresi, 87

Yazar: Hatice Kübra ERGÜR

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir