İyi insanlar güzel atlara binip gitmezler sadece. Önce gelirler… En karmaşık zamanda; çıkışı olan tüm yolların bittiği, sokakların tükendiği, hayatın buz tutmaya başladığı zamanlarda, buz tutmuş ruhları İslâm’ın örsünde yeniden şekillendirmeye, kendilerine verilen ödevi yerine getirmeye gelirler.
Kimi ömrünü aşan kitaplar yazar kimi kılıcını eline yâr yapar; kılıcı eline yâr yapmayan alır kâğıdı kalemi heybesine, yolları beline urgan yapar. Kendini kurban edip tahtlara, postlara kurulur kimi, tahtlara kurulmayan dağları mesken eder, çimlerin üzerindeki postlara, taşlara kurulur.
Bir ödev için gelir her biri. Farkında olarak veya olmayarak, bilinçaltı dürtülerle veya bilinçdışı sezilerle, eninde sonunda kaderin kıskacı hayatlarındaki görev noktalarına götürür onları. Sanki insanlar onu beklemektedirler. Ağaçlar, denizler, kuşlar onun getireceği kıyamın, kısacık bir nefesin muştusunu sezmektedirler. Sanki evren bile onlar ödevlerini icra etmedikçe rahata ermeyecek gibidir. Çünkü iyi insanlar güzel atlara binip gitmezler sadece.
Çalışkan bir öğrenci gibi ödevlerini sırtlanıp gelirler önce. Sonra giderler… Giderler ama öylesine sessizce bir gidiş değildir bu. Sessizleştikçe yükselen uzaklaştıkça gürleşen bir sesle gidiş, bedenin gömüldüğü yerden ruhun yeşerdiği, gitmesi bile gelmek olan bir gidiş… Ardına kattığı gürültü önündeki sessizliği bozmayan bir gidişle giderler. İz bırakırlar, toz kaldırırlar, ödevleri için gelirler, ödev vererek giderler. Çünkü iyi insanlar sadece güzel atlara binip gitmezler.
Geride bıraktıkları şey sadece iz değildir. Geride bıraktıkları şey sadece boy boy eserler, koca koca yapıtlar değildir. Her birinin insanlığa bıraktığı bir miras, doğaya mâl ettiği bir yük, çağı görevlendirdiği bir ödev vardır. Henüz idrakine varamamış olanlarla, idrake varanların ağırlığını zerreleriyle hissettiği bu ödev, tüm çağın omuzlarındadır.
Omuzlarımızdaki ödevlerden birini Yunus yüklemiştir bize. Asırlar öncesinden, zamanın farklı, imkanların bambaşka olduğu bir yerden yerin ve göğün, en önemlisi fıtratın aynı kaldığı bir zamana şiiriyle risale göndermiştir. “Bilmeyen ne bilsin” demiş, bilenlere selam etmiş, ardında bıraktığı ödevle selamlar selamına ermiştir.
Kervandan bahseder Yunus. Göçmek üzere olan, bir görünüp bir kaybolan, ardı sıra gelen ve giden kervanlardan bahseder. Dağlar başında kalmaktan söz eder. Uyuyup uyanmamaktan, dertli tellallardan, geceden konuşur; gündüzden anlatır, Hakk’tan haykırır sesli sessiz, ihtişamlı yalın mısralarında.
Kervan der. Dağ der. Göç der. Böyle böyle çizer ödevinin hudutlarını. Böyle böyle resmeder, ince ince işler, dağlara kazır, deryalara yazar derdini. Bir başka anlaşılır Yunus. O dağ der, biz yedi kıtalı, bu üstü açık zindanda bazen denizlerin derinlerindekiler kadar bazen görücüye çıkmış ölüler kadar yalnız olmayı anlarız. Kimi zaman içine düşülen boşluktur o dağ kimi zaman çıkılmaz zannedilen kuyu. Dağ der, bunca manayı üç harfe yükler.
Kervan diyecektir sonra. O kervan diyecek, biz yüreğimize serpilen her bir damlayı, karanlığımıza ışık tutan her bir huzmeyi, dehlizlerimize uzanan her bir halatı kervan kabul edeceğiz. Sonra ufukta görünen her fırsat, göçmek üzere olan bizi dağlar başında kalmaktan kurtaran bir kervan olarak çıkacak karşımıza.
Namaz bir kervan olacak, oruç bir kervan. Binmesini bilene tebessüm bile bir kervan olacak. Doğan her gün, doğmasıyla ayrı batmasıyla ayrı bir kervana dönüşecek. Nihayetinde bizi o dağdan uzaklaştıran her bir adım, elimizi, dilimizi, gözümüzü sakındıran her bir hamle kervanlaşmaya başlayacak.
Terk ettiğimiz Hakk’tan uzak her hasletin yerinde o dağı bulacağız. Bazen o dağlar kadar büyük bazen o dağdaki taşlar, çakıllar kadar küçük olacak ardımızda kalan. Biz yine de dağdır deyip terk edeceğiz. Vicdanı rahatsız eden, insanların bilmesini istemediğimiz ne varsa o dağda yazılı olacak. Katılamayan, kaçıran için belki bir belki defalarca kez daha gelecek kervanlar. Belki de bir daha hiç gelmeyecek.
Görmek için daha iyi gözlemlemeliyiz ufku. Bir başka bakmalı bir başka anlamalıyız. Kulak vermeliyiz öte yandan ödevin sahibine. Unutmamak için gaflete düşmemek, çıkmazlara girmemek için Yunus’a kulak vermeliyiz. Kervanlar gelmez olmadan güneş Batı’dan doğmadan Yunus’a kulak vermeliyiz. Uyuyup uyanmaz olmadan sayılı günler bitmeden geç olmakla meşhur yarınlar tükenmeden…
Yunus’a kulak vermeliyiz.
Kervan göçmeden,
Dağlar başında kalmadan…