Dünyadaki bütün insanların bir ortak noktası var mıdır diye araştırsak, bence hayal kurmanın hepimizde var olan bir özellik olduğu sonucuna varabiliriz. Adeta insan olmanın gereklerinden biridir çünkü hayal kurmak. Şöyle bir düşünün, hayatımızda yaptığımız veya yapmak istediğimiz her şeyin temelinde bir hayal yatmıyor mu? Biz bu hayalleri alıp gerçekleştirmek için çabalayarak ömürlerimizi geçirmiyor muyuz? Yani aslında hayatlarımızı hayaller üzerine kuruyor, onların peşinden koşarken yaşlanıyoruz. Tarihe adını yazdırmış insanlardan tutun da kendi küçük dünyalarımıza kadar hepimiz bir hayal üzerinden bu hayatı kurguluyoruz. O yüzden hayal kurabildiğimiz kadar varız bu dünyada.
Hayal kurmayı kocaman bir şehir olarak tasavvur edersek edebiyatı da bu şehrin gettosu olarak düşünebiliriz. Çünkü hayal sadece edebiyata özgü değildir ama edebiyat hayalle var olur. Bu yüzden edebiyat, temasını her ne kadar hayatın içerisinden yani gerçeklikten alırsa alsın bunu karşısındakine sunarken muhakkak hayalden yararlanmak zorundadır. Şiir, roman, hikâye gibi yazılı metinler ortaya çıkmadan evvel bir hayal olarak önce yazarın zihninde canlanır. Zira bir yazarı diğer insanlardan ayıran en önemli unsur da kurduğu hayalleri yazıya aktarabilmesidir.
Edebiyat geleneğimizde ise hayal oldukça geniş yer tutmuş bir kavramdır. Sadece gerçekte olmayan bir şeyi varmış gibi düşünmek için değil, onu gerçeğe dönüştürmek için de hayale ihtiyaç duyulacağının farkında olan yazarlar hayali yani gerçeğe dönüşemeyecek olan akıl dışı unsurları da bunlarla beraber kullanmaktan çekinmemişlerdir. Yani gerçekleşebilecek olan sevgililerine kavuşabilme ihtimallerinin hayalini kurarken bir yandan da sevgiliyi tasavvur ediş biçimleri bakımından gerçekte olmayacak unsurlardan yararlanmışlardır. Sevgiliyi var olduğu şekliyle değil, zihninde canlandırdığı ve dönemin güzellik anlayışına göre anlatmışlardır.
Nedim’in aşağıdaki beytinde olduğu gibi;
“Hayâl-i serv-i kadinle kalır giderse bu eşk
Fezâ-yı sînede bir cûybâr olur giderek”
Âşık sevgilisini selvi ağacına benzeterek onun uzun boylu olduğunu anlatmak istese de bu dönemin güzellik algısının en temel unsurlarından biridir. Yani gerçekte sevgili uzun olmayabilir. Ayrıca sadece gerçek dışı hayalden ziyade beyitte aşığın sevgilisini düşlediğini de görmekteyiz. Burada da hayalin gerçekle yakınlaşan tarafı karşımıza çıkmaktadır.
Sadece klasik şiirde değil Cumhuriyet sonrası Türk şiirinde de karşımıza hayali unsurlar çıkar. Fakat buradaki hayaller dönemin sosyal koşulları nedeniyle şekil değiştirmeye başlamıştır. Bir sevgili üzerinden hayal kurmanın yanı sıra şair ya da şiir kişisi zihnindeki akıl dışı yansımaları da şiirde gösterir. Örneğin Necip Fazıl Kısakürek’in Kaldırımlar şiirinde gerçek dışı hayal unsurlarını kullandığını görebilmekteyiz.
…
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Diyerek başladığı şiirinde şair:
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…
şeklinde devam ederek, kendi içindeki buhranlarının etkisiyle gerçek ile hayal arasındaki arada kalmışlığı göstermektedir. Buradaki hayal unsurunun daha bireysel ve akıl dışı olması bize hayallerin çeşitliliği hakkında da fikir vermektedir.
Satırları daha birçok örneklerle doldurmamız mümkündür fakat yukarıda verilen örneklerden de Türk Edebiyatında çeşit çeşit hayali unsurun kullanıldığını anlayabilmekteyiz. Her insanın kurduğu hayaller aynı olamayacağı gibi şairlerin de birbirinden farklı hayal dünyalarının olması normaldir. Nihayetinde yaşadıkları dönem, dönemin siyasi ve sosyal koşulları, toplumsal normlar gibi etkenlerin yanı sıra şairlerin psikolojik durumları da kurdukları ve eserlerinde kullandıkları hayallerin birbirinden farklı olmasına ortam hazırlar.
Sonuç olarak dünya üzerinde hayal ile yolları kesişmemiş bir insan bulmak neredeyse imkânsızdır. Zaten her şeyi mantığımızla yapmaya çalışırsak makinalardan ne farkımız kalır? Bu yüzden hayal bizim insanlığımızı destekleyen en önemli unsurlardan bir tanesidir. Bütün fikirlerimiz evvela hayallerimizde canlanır, biz de ancak hayal edebildiğimiz ölçüde bu dünyada kendimize yer edinebiliriz.