Sübhândır Allah Teâlâ, var ettiklerinin her tür nitelemesinden öte, varolanların acz, tenzîh ve tesbîhince Mevcûd’dur/Vâr’dır. Kelâm’ını rahmetiyle gönderirken, merhametinden, kullarına kendilerinin aşina olduklarıyla hitâpta bulunmuş, bunlardan bazılarını Kendisi’ne nisbet ederek sahiplenmiştir. Allah hakkında mâsivallâha/O’nun dışındakilere vasıf bakımından Zâtını teşbîh/benzetme, tecsîm/şekillendirme türünden olan bu tarz ifadeler, O’nun hakikatini tasvir edemez, yalnızca O’ndaki vasıfların mutlaklığını ve yaratılmışlardan farkını açığa çıkarır. Bu ifadelerden birisi Sıbğatullah/Allah’ın Boyası’dır. Peki nasıldır bu boya, Kur’ân-ı Kerîm’de nerede zikrolunur, niçindir, bu ifadeyle Rabbimiz bize Kendisini nasıl tanıtır, ne anlatır?
Mushafın Dilinden Bakara Sûresi
Kur’ân-ı Kerîm’de Sıbğatullah/Allah’ın Boyası ifadesi Bakara Sûresi’nde yer alır. Kelâmullâh nüzulü tamamlandıktan sonra hafızaların yanı sıra yazı ile de muhafazası için derlenip bir araya getirilmiş (cem), Ebû Bekir (Radıyallâhu anh) zamanında oluşturulan ve çoğunlukla Osman (radıyallâhu anh) döneminde çoğaltılan (istinsâh) nüshalara “Bir araya getirilip bağlanmış yazılı sayfalar” manasında Mushaf denilmiştir.[1] Mushaf’ın Mekkî Fatihâ Sûresi, ardından gelen ve Medîne’de nazil olmuş olan Bakara Sûresi ile başlaması, Mushaf tertibinin meydana getirilişinde ölçünün ne olduğu sorusuna sebep olmuştur. Alimlerden bazıları bu sıralamaya sahâbenin karar verdiğini/ictihâd ettiklerini, kimileri de bu düzenlemenin çoğunlukla Efendimiz (Sallallâhu aleyhi ve sellem) tarafından hayattayken tamamlanmış olduğunu, az bir kısmının sahâbenin kararına bırakıldığını ifade ederler. Büyük çoğunluk ise bu düzenlemenin bizzat Allah (Celle celâluhû) tarafından yapıldığını/tevkîfî olduğunu, zira Efendimiz’in (Sallallâhu aleyhi ve sellem) vefatından önce bütün Kur’ân’ı Cebrâil’e (Aleyhisselâm) okuması/arza hadisesinde bu tertîb üzere okuduğunu, sahâbenin de buna şahitlik ettiğini belirtirler.[2]
Çeşitli rivayetler yardımıyla oluşturulan yaklaşık nüzûl sırasına göre 92. sırada nazil olan Bakara Sûresi, Medenî dönemde hicretin ikinci yılı itibariyle indirilmeye başlanan ilk sûredir. Kurân-ı Kerîm’in en uzun sûresi olup 286 âyettir, adını 67-73. âyetlerinde zikredilen Bakara/Sığır kelimesinden alır. Muhtevasında münafıklar, Ehl-i Kitâb/Yahudi ve Hristiyanları konu edinen pek çok ayetle birlikte, savaş ve ticaret hukuku, evlilikle ilgili hukuk, kıblenin değişimi, infak gibi konular, Hz. Âdem, Hz. İbrahîm-Hz. İsmâil, Hz. Mûsa peygamberlerin kıssalarından kesitler, vefat ederek Rabbimiz’e kavuşanların arkasından okuduğumuz 156. âyet[3], namazların sonunda okunan Rabbenâ dualarının ilki 201. âyet, Âyete’l-Kürsî olarak bilinen 255. âyet yer alır.[4]
Kur’ân’ın Senâmı/Zirvesi’nden Sıbğatullah/Allah’ın Boyası
Peygamber Efendimizin (Sallallâhu aleyhi ve sellem) “Her şeyin bir senâmı (zirvesi) vardır. Kur’ân’ın senâmı da el-Bakara Sûresi’dir.”[5] buyurduğu sûrenin nâzil olduğu dönemde, Mekke’den Medîne’ye Allah ve Rasûl’u dışında herşeylerini bırakıp hicret eden muhâcir Müminler ve onlara yurt olan Ensâr, İslâm Devleti’ni kurma, İslâm’ı bütün dünyaya tanıtma gayesiyle cihâd etme ve bu esnada kendileriyle de Allah ve Rasûlü’nün rızasına kendilerinden istenen biçimde uyma mücâhedesi içerisindedir. Çevrelerinde de Ehl-i Kitâb bu gayrete karşı teyakkuz halindedir.
Bakara Sûresi’ne adını veren 68-71. âyetlerde zikrolunan hadiseye bakıldığında, Rabbimiz’in Mûsâ (Aleyhisselâm) vasıtasıyla Yahudiler’den kurban etmelerini istediği sığır hakkında, onların hayvanın nasıllığı/hakikat ya da mecâzî bir emir mi oluşu, rengi, biçimine dair ard arda sorular sordukları görülür. İlâhî emri ileten Mûsâ Peygamberi (Aleyhisselâm) başlangıçta ciddiye almayan kavimden, ilk sorularının cevabında emre derhal itaat etmeleri istenir. Ancak Allah, itaat etmeyerek soruşturmaya devam edenlerin durumunu, amaçlarını açığa çıkaracak biçimde, “Neredeyse kesemeyeceklerdi” ifadesiyle tasvir ederken, Sıbğatullah ayetiyle, aslında göz yanılması, ışık kırılmasından ibaret olan renklerin kaynağına/Kendisi’ne yöneltir, ayrıntı peşinde koşanları asla yani Kendisi’ne çağırır.
Sûre bağlamında devam eden âyetlerde bu kez Hristiyanlar’ın ısrar ve inatla gelenek haline getirdikleri vaftiz inancına ve buna sorgusuz teslimiyetlerine işaret edilir. Müminlere sıbğa kelimesinin ifade ettiği, vaftizle yeni doğan bebeklerin sarı renkli bir suyla adeta boyanması hadisesi aktarılır. İmkansızlıklardan, azınlık olma halinden muzdarip olmamaları ve İslâm’ın Hak’tan oluşunu kabullenemeyen Yahudiler ve Hristiyanların kendi dinlerine iman etme çağrılarına kanmamaları, kalplerini bu boş sözlerle boyamamaları istenir. Mekke’den yakînen bildikleri İbrâhîm’in (Aleyhisselâm) hatırası anımsatılır ve İbrâhîm’den (Aleyhisselâm) sonra gelen peygamberlerin Hak din çağrısına ayrım yapmaksızın inanıp uymaları, tevhîd geleneğine teslim olmaları beklenir. Bu ilâhî-nebevî silsilenin son halkası Efendimize (Sallallâhu aleyhi ve sellem) bu şekilde ayrım yapmaksızın iman etmeleri durumunda Ehl-i Kitâb’ın da kurtuluşa ereceği belirtilir. Müminlere son derece latîf bir üslûpla “(Biz) Allah’ın boyasıyla (boyanmışızdır). Allah’dan daha güzel boyası olan kim? Biz O’na kulluk edenleriz”[6] (deyin), denilir. Bu şekilde süreç içerisinde Bedir Savaşı’na hazırlanan Müminlere, Peygamberlerinin (Sallallâhu aleyhi ve sellem) onlara getirdiği ve verdiği emirlere karşı nasıl bir tutumda olmaları gerektiği talim ettirilmiş de olur.
Mânası Açısından Bakara Sûresi 2/138. Âyet-i Kerîme
Sıbğatullâh tabiri ile beşerî dile dökülmüş bu boyanın Allah’ın insan için yarattığı, Hak dîn, ilâhî fıtrat, hidâyet, nûr ya da kendisini sorumluluk ve idrâk bakımından hayvandan ayıran akıl olduğu söylenmiştir. Hatta alimlerimiz müşâkele dedikleri sanata başvurarak Sıbğatullâh yerine Fıtratullâh, Âdetullâh mânalarının ikâme edilebileceğini belirtirler.
Bir dünyevî gereç olarak boya nesne için arızîdir/asıl tabiatından ayrılmaz nitelikte ve sürekli değildir; elbiseye, eve, tene renk verendir. Allah’ın boyası, kendisinde potansiyel olarak tevhîd boyasının bulunduğu fıtrat ve akla sunulan ilâhî bir ikram olarak dîndir. Kumaş nasıl boya ile renklendiriliyorsa, dîn de, tevhîd merkezli asıl unsurları yani kumaşı sabitlenen, toplumların dönemlerine ve ihtiyaçlarına göre emir ve yasakları biçimlendirilen ilâhî bir boyadır. Ancak bu boya insani nitelikten farklı olarak yalnızca dışı değil, içi de renklendirir, parlatır. Bu sebeple ondan daha güzeli, ya da güzelden anlaşılan ne varsa onun dengi olamaz. Bunun farkına varan kul da, Allah’ın merhamet ve şefkat himâyesine girer, gönüllülükle itaat eder, teslîm olursa, âyet-i kerimede zikredilen “âbidûn”dan olur.
Dünyevî zeminde kullanılan her sûnî boya yalnızca zahirde bulunmaya, donuk ve solmaya mahkumken, Allah’ın boyası insanın tabiatındandır; yönü içten dışadır; içi de dışı da kuşatıcıdır; Allah bilincinin diri olduğu her an doğal olarak tazelenir. Mutlak ve ilâhî boya, Sahibi’ne nisbeti gereği insânî deformasyondan etkilenmez, ancak Allah’ın nûruyla, sıfatlarıyla boyandığını farkedememe ölçüsünde, insanın ilâhî boyadan ya da Allah’la boyanmadan nasibi azalır, nûru söner, rengi pırıltısını kaybeder, cilâ ister.[7]
Öyleyse…
Bir boya ile boyanmalı ve Allah’ın sahiplendiğine dahil, Allah’ın tercihine mensup olmalı insan… “Öküzün rengi dışından belli, insanın boyası ise içinde gizlidir. Temizlik küpünden güzel renkler hâsıl olur. Çirkinlerin rengiyse, siyah ve pistir. O latîf güzel renk “Sıbgatullâh-Allah’ın Boyası”dır, bu kirli renk de Hakk’ın lânetidir…” der, Hazret-i Mevlânâ. Eskilerin dediği gibi içi alaylı, dışı kalaylı olmak ya da öylece kalakalmaktan Rabbi’ne sığınmalı kul. Öyleyse, Hüdâyî’nin diliyle;
“İste Nakkâş’ı nakşa aldanma
Kuru sûretle iş biter sanma
Cehl ile nâr-ı gaflete yanma
Cümlenin başı bir inâyet imiş…”[8]
[1] Mehmet Emin Maşalı, “Mushaf”, DİA, 2006, 31: 242-248.
[2] Abdülhamit Birışık, “Sure”, DİA, 2009, 37: 538-539.
[3] إنا لله و إنا إليه راجعون : “Ki onlar kendilerine bir bela geldiği zaman “Biz (dünyada) Allah’ın (teslim olmuş kulları)yız ve biz (ahirette de) ancak ona dönücüleriz” diyenlerdir.” Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990, 1:44.
[4] Emin Işık, “Bakara Sûresi”, DİA, 1991, 4: 526-529.
[5] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, 1942, 1: 146.
[6] Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 1:41.
[7] Yararlanılan Kaynaklar: İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân Tefsîru’t-Taberî, Mustafa el-Bâbi el-Halebî ve Evlâduhû, Kahire, 1954/1373; Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut, 1990/1411; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, 1:515, 516; Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 1, 41; Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Devri Kronolojisi (Tahlil ve Tenkit), İstanbul, İnsan Yayınları, 2003;
[8] Aziz Mahmud Hüdayi, Dîvân-ı İlâhiyât, Haz: Mustafa Tatcı-Musa Yıldız, İstanbul: Üsküdar Belediyesi, 2005, s. 337.