Tarih boyunca birçok büyük devlet, yerini başka bir güce bırakmıştır. Türk tarihine bakıldığında bunun en dikkat çekici örneklerinden biri, Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılışı ve Osmanlı Devleti’nin doğuşudur. Selçuklular, 11. yüzyılda Anadolu’ya Türk-İslam kimliğini kazandırarak bu toprakları kalıcı bir yurt haline getirmiştir. Ancak zamanla iç karışıklıklar, dış baskılar ve yönetim zafiyetleri devleti zayıflatmış, sonunda sahneye yeni bir güç olarak Osmanlılar çıkmıştır. Bu süreç, sadece bir devletin yıkılışı değil, aynı zamanda yeni bir medeniyetin doğuşudur. Selçukluların bıraktığı tecrübeler, kültür ve inanç mirası Osmanlıların elinde yeniden can bulmuş; geçmişin birikimi geleceğe yön vermiştir.
TÜRK DEVLET YAPISI
Anadolu Selçuklu Devleti, Malazgirt Zaferi’nin (1071) ardından Anadolu’da kurulan en güçlü Türk devleti olmuştu. Başkent Konya, dönemin ilim ve kültür merkezlerinden biri haline geldi. Medreseler, kervansaraylar, camiler ve köprülerle donatılan Anadolu, Selçuklular döneminde büyük bir imar faaliyeti yaşamıştı. Ancak 13. yüzyılın ortalarına gelindiğinde devletin temelleri sarsılmaya başladı. Bu zayıflamanın başlıca nedenleri arasında taht kavgaları, Moğol istilaları ve merkezi otoritenin bozulması bulunuyordu. II. Kılıç Arslan’ın ölümünden sonra oğulları arasında başlayan taht mücadeleleri devleti içten yıpratmıştır. Her biri kendi bölgesinde bağımsız hareket eden şehzadeler, birlik ve düzeni bozdu. Bu iç çatışmalar sürerken doğudan gelen Moğol istilası, devleti neredeyse çökme noktasına getirdi.1243 yılında yapılan Kösedağ Savaşı, Anadolu Selçuklu tarihinin kırılma noktası oldu. Selçuklular, Moğollar karşısında ağır bir yenilgi aldı ve Anadolu, İlhanlıların etkisi altına girdi. Artık Selçuklu sultanları, İlhanlı hükümdarlarının emirleriyle hareket ediyordu. Bu durum, Anadolu’daki siyasi bağımsızlığın fiilen sona erdiğini gösteriyordu. Halk, ağır vergiler altında eziliyor; ticaret yolları güvensizleşiyor; şehirler eski canlılığını yitiriyordu. Bu ortamda Anadolu’nun dört bir yanında Türk beylikleri kurulmaya başladı. Bu beylikler, hem Selçuklunun mirasını sürdürmeye hem de kendi bölgelerinde düzeni sağlamaya çalışıyorlardı. İşte bu beyliklerden biri de Osmanoğulları Beyliği idi. 13. yüzyılın sonlarında Söğüt ve Domaniç çevresinde kurulan bu küçük beylik, uç beyliği konumundaydı. “Uç” kelimesi, sınır bölgesi anlamına gelir; bu nedenle uç beyleri, Bizans sınırındaki toprakları korumakla görevliydi. Osman Bey de bu uç bölgesinde hem sınırı savunuyor hem de Bizans topraklarına düzenlediği seferlerle beyliğini genişletiyordu. Bu konum, Osmanlıların gazâ ruhunu diri tutmasını ve yeni fetihlere yönelmesini sağladı.
BİRBİRİNİ BESLEYEN KÜLTÜR
Osmanlı Beyliği’nin kısa sürede diğer beyliklerden ayrılarak güçlenmesinde birkaç önemli etken rol oynadı. Öncelikle Osman Gazi’nin liderliği, halkla kurduğu yakın bağ ve adalet anlayışı, beyliğe güven kazandırdı. Ayrıca Osmanlılar, Selçuklu devlet geleneğini benimseyip kendi şartlarına uyarladılar. Selçuklulardaki ikta sistemi, Osmanlılarda tımar sistemi olarak devam etti. Bu sistem, hem askeri düzeni sağladı hem de üretimi canlı tuttu. Bunun yanında Osmanlıların uyguladığı istimalet politikası, yani fethedilen bölgelerdeki halka iyi davranma ve adaletli yönetim gösterme anlayışı, onların hızla büyümesinde büyük rol oynadı. Osmanlılar, fethettikleri topraklarda yaşayan farklı din ve milletlere hoşgörüyle yaklaştılar. Halkın malına, inancına ve yaşam biçimine saygı gösterdiler. Bu tutum, Bizans yönetiminden memnun olmayan halkın Osmanlı idaresini benimsemesini kolaylaştırdı. Ayrıca Osmanlılar, coğrafi konum avantajlarını da iyi kullandılar. Bizans sınırında bulunmaları, hem batıya açılmalarını kolaylaştırdı hem de ticaret yollarına hâkim olmalarını sağladı. Osman Gazi’den sonra Orhan Gazi döneminde Bursa’nın fethi (1326), Osmanlılar için yeni bir dönüm noktası oldu. Bursa’nın alınmasıyla Osmanlılar, artık yalnızca bir uç beyliği değil, güçlü bir devlete dönüşmüştü.
ORTAK PAYDA
Selçuklu Devleti’nin yıkılışı ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşu, birbirinden kopuk iki olay değildir. Aksine biri diğerinin hazırlayıcısıdır. Selçuklular, Anadolu’yu Türkleştirerek Osmanlıların yükselişine zemin hazırlamış; idari, askeri ve kültürel miraslarıyla bir yol göstermiştir. Osmanlılar ise bu mirası akılcı biçimde geliştirip daha güçlü, daha adaletli ve daha uzun ömürlü bir devlet kurmuşlardır. Selçukluların çöküşüne neden olan taht kavgaları ve otorite boşluğu, Osmanlılar için birer ders olmuştur. Osmanlı Devleti, güçlü bir merkezî otorite kurarak, halkın güvenini sağlayarak ve farklı toplulukları bir arada yaşatarak bu hataları tekrarlamamıştır. Uç beyliği olarak doğan Osmanlı, kısa sürede üç kıtaya yayılan bir imparatorluğa dönüşmüş; istimalet politikası sayesinde fethettiği topraklarda halkın sevgisini kazanmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılışı bir son değil, yeni bir başlangıç olmuştur. Osmanlı Devleti, Selçuklu’nun küllerinden doğarak sadece Anadolu’yu değil, bütün dünyayı etkileyen bir medeniyetin temellerini atmıştır. Bugün bile Anadolu şehirlerinin sokaklarında, mimarisinde ve kültüründe bu iki büyük devletin izleri yan yana yaşamaktadır. Selçukludan Osmanlıya uzanan bu yol, Türk milletinin yeniden doğma, toparlanma ve tarih sahnesinde kalıcı olma gücünün en açık göstergesidir.
