Cuma, Temmuz 4, 2025

Bir Kitap Okudum Hayatım Değişti

Hatice Kübra Ergür

Paylaş

Bir edebî eser, bir şiir, bir nesir, bir roman… Ne kadar alakadardır toplumla? Ne kadar tesir edebilir toplum fertlerinin dünyasına?

“Edebiyat basitçe insan tecrübelerini duygularını hislerini ve tepkilerini ihtiva eden gizemli dünyayı ortaya çıkarır.”1

Edebiyat, türlü ilimler ve sanatlar gibi insanı, hayatı, kâinatı değişik yönlerden araştırır, açıklar, yorumlar ve tasvir eder. İnsanı daha iyiye, doğruya, güzele ve mükemmele yükseltmek edebiyatın özelliğidir.

Kelime kökenine baktığımızda “Edb” kökünün ilk çağlarda davet manasında kullanıldığını okuyoruz. Daha sonraları halk arasında güzel ahlâk, insanı kötülüklerden koruyup iyiliğe sevkeden meleke anlamlarını kazandığını görüyoruz. Zaman içerisinde söz söyleme ve ifadeyle ilgili her türlü çalışmanın genel adı olarak kullanılmasıyla da günümüzdeki anlamına yaklaştığı izlenmektedir.

“Türkçede ‘Edeb’ kökünden gelmesi ‘Edebiyat’a manevî ve ahlâkî bir misyon yüklemiştir. Edebiyatçılar yeni fikirler, yeni idealler ortaya koyarak, bunların mücadelesini yapan idealist insan tipleri yaratarak milletleri bir takım yüksek ideallere hedeflere sevk ederler. Bunlar kitap sayfalarından koparak cemiyete mal oldukça o milletin bugününe ve geleceğine şekil veren dinamik idealler doğar.”2

TOPLUMUN BAĞRINDAN TOPLUMUN KOLLARINA

Gözünün değdiği, kulağının duyduğu, elinin tuttuğu, ruhunun hissettiği küçük büyük sayısız etken ile etkileşim hâlinde bulunan varlıklar olarak değişim ve dönüşümler yaşamamız kaçınılmaz. Gün boyu iletişim kurduğumuz insanlar, başından ayrılamadığımız sosyal mecralar, televizyon karşısında maruz kaldığımız yayınlar, okuduğumuz gazeteler ve çoğumuzun en iyi arkadaşları romanlar… Bilhassa romanlar… Tüm bunların farkında olsak da olmasak da kimliğimiz üzerinde etkileri olduğu su götürmez bir gerçek.

Hayatımızda yer edinip bizleri etkisi altına alan romanlar, Türk edebiyatına Tanzimat döneminde girmiştir. İlk örneklerine 19. yüzyılda rastladığımız roman türünün, Tanzimat döneminin sanat anlayışı doğrultusunda daha çok toplumsal konuları ele aldığını görmekteyiz. Türk romancılığını edebiyat tarihimiz içerisinde değerlendirdiğimizde genellikle toplumsal konular çerçevesinde şekillendiğini söyleyebiliriz.

Kitapların sosyal kimliği, okuduklarımızda kendimizden parçalar bulabilmemizin en büyük vesilesi. Hepimiz hayatımızın bir evresinde okuduklarımızın etkisiyle “Bir kitap okudum ve hayatım değişti.” gibi cümleler kurmuşuzdur. Ben bu minvalde bir cümleyi ilk kez yeni yeni kitap okuma alışkanlığı kazandığım çocukluk yıllarımda annemden duymuştum. Anneme bu cümleyi kurduran 70’li 80’li yılların gündemine yerleşip dönemin mahalle kültürünü ve toplumun gerçeklerini yansıtan “Huzur Sokağı” romanıydı. “Huzur Sokağı”, bir kadın tarafından kaleme alınan ilk hidayet romanı olması ve o yılların Türkiye’sinde pek rastlanılmayan tesettüre riayet eden bir kadın kahramanı anlatması bakımından bir ilk olma özelliğine sahipti. Bu roman da toplumun bağrından doğup toplumun kollarına bırakılan her sanat ve edebiyat eseri gibi kök salacak yerler, zihinler bulmuştu.

Bir kitabın okuyucuyu etkileyişinin derinliğine, eserleriyle pek çok okuyucusunu etkisi altına almış olan Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanındaki bir karakterde de rastlıyoruz: “Kitaplar yüzünden çok acı çekiyorum Esat abi, sanki hepsi benim için yazılmış, bu kadar insanı birden canlandıramıyorum!”

Edebî yapıtlarda karakterlerin kendi içlerine dönmeleri, his ve duygularıyla hareket etmeleri, bizlerin onlarla özel bir bağ kurmasına meydan veriyor ve hayatımızda etkili yer edinmeleri kaçınılmaz oluyor.

OKUDUKLARIMIZ BİZDENDİR VE BİZE YANSIYACAKTIR

Edebiyat, toplumla doğmuş, toplumla gelişmiştir. Bazen bir propaganda aracı bazen de toplumun olumsuzluklarını, problemlerini, törelerini, geleneklerini karakterlerin sessizliğinde tepki ve görüşlerinde okuyucuya estetik olarak sunan yazılı bir sanat olarak her dönem gündemde olmuştur. Yazarlar yaşadıkları dönemlerin toplumsal ve sosyal sorunlarını, tecrübelerini ve birikimlerini farklı bir şekilde ele alarak okuyucuya sunarlar. Okuyucu da okuduğu edebî yapıtlarda, problemlere ya direk cevap bulur ya da problemlerin çözümleri okuyucuya sanatsal ve estetik olarak ima eder. Her iki durumda da edebiyat ile toplum arasındaki yakın ilişkiyi görmek mümkündür.3 Özellikle roman türü ile toplumun ilişkisi bir adım daha yakındır.

“Yazılı edebî türler içerisinde daha çok romanın, sosyolojik açıdan ele alınmış olması romanın en ilgi çekici edebî tür olmasından değil sadece diğer türlerden daha belirgin biçimde, içinde olay ve yorumlama süreçlerinin ortaya çıktığı toplumsal koşullar ve çevre ile ilgili değişik konuları kurgusu içerisinde ele aldığı içindir.”4

Romanın toplumsal etkisinin büyüklüğünü “Genç Werther’ın Acıları”nda da görüyoruz. Genç Werther’in intiharı 18. yüzyılda pek çok gencin romanın etkisiyle intihar etmesine sebep olmuştur. Yazının, zihinlerdeki etki gücü küçümsenemeyecek kadar büyüktür. Bugün gelişen teknolojinin, sinema sektörünün, sosyal mecraların kişiler üzerindeki yapıcı ve yıkıcı kitlesel etkilerini, yazılı edebiyattan önce sözlü edebiyat üstlenirken ilerleyen çağlarda edebi metinler üstlenmeye başlamıştır. Ülkelerin gündeminin, toplumsal hareketlerinin, ahlâkî yapısının, temellenmesinde, oluşmasında değişip dönüşmesinde edebiyat sanatı her zaman ön planda bulunmaktadır.

Özetle; edebî eser, toplumsal yapıyı ve gelenekleri yansıtmaktadır. Şiir, hikâye, roman türündeki eserlerde yer alan karakterlerin ve buna bağlı olarak şair ve yazarların, hayata bakış açıları ve sahip oldukları değerler, yazılan eserin sosyal temelini oluşturur. Her roman, hikâye kahramanı veya şiire konu edilen kişi veya kişiler, toplumun kendisini yansıtır. Okuduklarımız bizdendir ve bize yansıyacaktır.

1 Richart Hoggarth

2 Prof. Dr. Birol EMİL, “Edebiyat Sohbetleri”ne Dair

3 Ejder ÇELİK, Edebiyat Eseri Toplumun Aynasıdır: Edebiyat ve Sosyoloji İlişkisi Üzerine

4 a.g.e

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir