Dua etmek başlı başına çok tuhaf bir eylem. Yaratıcıyla arana kimsenin girmemesi, diline gelen ve yahut kalbinin bir köşesinde kendinin bile açamadığı kilitli odalarında kalmış isteklerinin, üzüntülerinin velhasıl her şeyinin apaçık bir şekilde biliniyor olması, şüphesiz insanoğluna verilmiş en önemli lütuflardan biri. Furkan Suresi’nin 77. ayetinde geçen “(Ey Muhammed!) De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!..” cümlesinden insanın sadece duayla bile Allah katında bir değer taşıdığını görebiliyoruz. Bize böyle bir hediye verilmişken bunu hayatımızın her anında ve her alanında kullanmazsak olmaz değil mi?
Dua kulu Allah’a yaklaştırır. Sonuçta insan kendisinden üstün bir varlığa inanıp dua ettiğinde, kendi acizliğini kabul etmiş olur. Bu da insanın kişisel gelişimi için en önemli adımlardan biridir. Ama duanın hikmeti bazen tecrübe edilmeden anlaşılmıyor ne yazık ki. İnsan ettiği her duanın kendi istediği şekilde olmasını istiyor. Hâlbuki Allah bir kuluna dua ettirdiğinde, kulunun istediği şeyi kulu için hayırlı olacak şekilde veriyor. Bu hayırlı durum bazen tam da kulun istediği şekilde olurken bazen de kulun istemediği şekilde tecelli ediyor.
Mesela ben hayatımın bir döneminde bir isteğim için dua etmeye başlamıştım. Duada ısrarın önemini bildiğimden sekiz ay boyunca o istek üzerine vakit namazların ardından olmak üzere duaların kabul olacağı söylenen bütün önemli saat ve günleri kaçırmadan o isteğimi yüce Rabbim’den niyaz etmiştim. Karşıma çıkan ağzı dualı kim varsa hepsinden bu muradımın olması için bana dua etmelerini istiyordum. Hayatımın hiçbir döneminde olmadığım kadar dine odaklanmış, kendimce Allah ile aramdaki mesafeyi bu istek vesilesiyle kapatmaya başlamıştım.
Bir gün, çok yorulduğumuz o günün gecesinde teyzeme içinden geldiği için masaj yapmaya başladığımda teyzemin ağzından birden “Herhalde senin çok duaya ihtiyacın var.” diye bir cümle çıktı. Hemen aklıma aylardır dur duraksız istediğim o şey geldi, gözlerim doldu kısık bir sesle “Evet!” diyebildim sadece. O an duamın kabul olacağına kendimi inandırdım. Allah ile aram bu vesileyle daha da düzelmişti, her bakımdan bana faydası olan bir şey gibi geliyordu artık bana bu isteğim.
Sonra biraz daha zaman geçti ve ben bir gece Allah’a şöyle dua ettim ilk defa: “Allah’ım ne olur senden aylardır ısrarla istediğim şeyi bana nasip et ki artık bu gece namazlarını, hayırlarımı bir karşılık beklemeden yapayım sana.” Tam sekiz ay boyunca hiçbir zaman, isteğimin benim için hayırlı olmaması durumunda beni bu işten vazgeçir diye dua etmemiştim. Nasıl olacağıyla çok ilgilenmiyordum, bir şekilde olması benim için yeterliydi. Galiba duada ısrarım ve çabalarım sebebiyle o gece Allah benim duamı kabul etti ve sabah uyandığımda sekiz aydır ısrarla istediğim şeyin benim için aslında ne kadar hayırsız bir şey olduğunu gördüm.
İlk anda başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibiydim tabii, olayı sindirmem biraz zamanımı aldı ama nihayetinde ettiğim duayı hatırladım. Allah benim samimiyetimi araya bir sebep girmeden yalnızca O’nun için görmek istiyordu. O duayı etmek nasip olmasaydı kim bilir daha ne kadar boş bir hayal içerisinde bocalayacaktım.
Dua etmeye başladığımda umduğum başka bir şeyken sürecin sonunda Allah’ın beni bambaşka bir sonuca ulaştırmış olması, duanın gücünden kaynaklıydı. Kabul ettiği dua en son ettiğim duaydı, geçirdiğim tüm süreç sondaki duayı edebilecek bilince ulaşabilmem içindi.
Velhasıl-ı kelam, ben bu süreçten kendime şöyle bir ders çıkardım: “Mesele Allah’ın bir şeyi veremeyeceğiyle ilgili değildi haşa, mesele kulun istediği şeyin kendisi için hayırlı olacak şekilde verilmesiyle ilgiliydi. Yoksa duanın hatırına Allah yerin altından oluk oluk su da çıkartır, biz zamanlar müşriklerden birisi olan Ömer’i İslâm’ın halifesi de yapar…”