Galata’nın hemen yakınında Perşembe Pazarı içerisinde dar bir sokakta bulunan Arap Camii, kırmızı taş tuğlalarıyla ve tartışmalı tarihiyle dikkatleri üzerine çekmektedir. Birçok restorasyon sonunda günümüzdeki hâline 1919 senesinde bürünmüştür. İnşa tarihi ise doğulu ve Batılı tarihçiler arasında tartışma konusudur. Herkesin sahiplendiği bu gizli saklı mabedin tarihiyle beraber ihtişamı da aşikârdır.
ARAP CAMİİ HAKKINDA
İstanbul’un ilk camisi olarak kabul edilen Arap Camii hakkındaki rivayetler oldukça çeşitlidir. Müslüman ve Hıristiyan kaynakları bu caminin yapımıyla ilgili oldukça farklı noktalardadır. Baştan şunu belirtmeliyiz ki caminin cami olarak inşa edildiğine dair olan rivayetin aslı bulunmamaktadır. Bu asılsız habere göre cami, Emevî Kumandanı Mesleme bin Abdülmelik tarafından 97- 99/716-717 yılları arasında yapı[1]lan İstanbul kuşatması sırasında Galata’nın fethinden sonra inşa edilmiştir. Ancak bu rivayetin Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra ortaya atıldığı bilinmektedir. Makbul olan görüş, fetihten sonra şehirlerde bulunan en büyük kiliselerin camiye çevrilmesi usulüne binaen bu kilisenin bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından vakfa çevrilmesidir (1475). Vakfiyelerde Galata Camii olarak geçen ismi, 1492’de İspanya’daki son İslâm temsilcisi Benî Ahmer Devleti’nin yıkılıp burada bulunan Arapların bu cami çevresine iskân edilmesi üzerine Arap Camii adını almış ve yukarıda bahsettiğimiz efsanevi rivayet ise bu zamanda ortaya çıkmıştır.
İstanbul’u uzun süre mesken edinmiş Bizans İmparatorluğu’nun camiyle alakalı iddialarına gelecek olursak; Arap Camii’nin kökeninde bir Bizans eseri olduğu iddiası bulunmaktadır.
Bu iddiayı ortaya atan ilk yazar Hammer’e göre bu eserin zengin tacir Areobindus tarafından İmparator Justin ile Thrace zamanında inşa ettirilen eski bir kilise olması mümkündür. Hammer bu görüşünü Theophane’in tanıklığına dayandırmaktadır.1 Ancak Theophane’nin bahsettiği kilise başka bir kilisedir. Çünkü Areobindus’un bir sarayı var[1]dır ve inşa ettirdiği kilise de bu sarayın bulunduğu bölgededir. Hammer’in görüşünün ise aslı olmadığı Bizans tarihçileri tarafından kabul edilmektedir. Bunu dışında ortaya atılan birkaç iddia da yalanlanmıştır. Tarihsel verileri bir kenara bıraktığımızda bile caminin sahip olduğu Gotik tarzdaki mimarisi, bu eserin Bizans’a ait olmadığını ilk elden ortaya koymaya yetecektir.
Müslüman ve Bizans tarihlerinin, iddiadan öteye gidemediği tarihçiler tarafından belgelerle kanıtlanmıştır. Gelelim bulunduğu konumdaki eşsiz mimarinin gerçek kökenine.
- Haçlı Seferi sonrası İstanbul’un Latin işgaline uğradı zaman, Venediklilerin Cenevizlileri şehirden kovmasıyla Cenevizliler Galata’ya yerleşmişlerdir. (1204) İşgal sonrası Latinlerin İstanbul’da kalmasına rağmen Cenevizliler İstanbul’a geri dönmeyip Galata’yı kendilerine mesken edinmeye devam etmişlerdir. 1303 yılında ise imparatordan bir imtiyazname alarak yerleşimlerinin etrafını bir hendekle çevirdikleri bilinmektedir. Cenevizliler, zamanında Aziz Eirene (Aya İrini) adıyla inşa edilmiş kilisenin kalıntılarının üzerine Latin istilası sırasında Aziz Paulos’a ithafen bir kilise inşa etmiş, 1325 yılında ise bu kilisenin yanına Dominikenler, bir manastır inşa edip bu yapıyı San Domenico’ya (Saint Dominique) ithaf etmişlerdir. 1337 yılında tamamlanan bu yapı, günümüzdeki Arap Camii’dir. Saint Paul olarak da adlandırılan bu kilise, manastır ilavesiyle de inşa edilmiş eski bir Grek Kilisesi’dir. Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesinden sonra, San Domenico Kilisesi 1475 yılında camiye çevrilmiştir.
Mimarisi Yaklaşık 700 yıllık bir tarihe sahip olan Arap Camii birçok kez restorasyona uğramıştır. Dominikenlerin inşa ettiği manastırdan ise günümüze hiçbir iz kalmamıştır. Sonraki dönemlerde ise çıkan yangınlarla caminin ağır hasar alması sebebiyle bugünkü caminin doğum tarihini 1919 olarak kabul etmek daha doğru olacaktır. 1913 yılında başlayan bir restorasyon çalışması ancak 1919’da bitirilmiştir. Cami’nin “dört duvarı, çam kulesi ve üç mihrabı” dışında geri kalan her şeyi yapılan bu son restoras[1]yonda yenilenmiş durumdadır. “Şehirdeki diğer sivil veya dinî binalarının hiçbirine benzeme[1]yen” mimarisiyle bu mabet “batılı binaları andırır.”2
Eser, kiliseden camiye çevrilmesinden sonra genişletilmiştir. Caminin yaşadığı en büyük değişiklikler ise 1731 senesinde gerçekleşen büyük İstanbul yangını sonrası Saliha Sultan tarafından yapılmıştır. Cami’nin iç bölümünü kilise havasından çıkartıp daha mağribî bir tarza kavuşturan Saliha Sultan, dışarıya çeşmeler ilave ettirip caminin kuzey bölümüne bakan tarafına da büyük bir kapı yaptırarak Arap Camii’ni ismine yaraşır bir hale büründürmüş[1]tür. Eski kiliseden ise günümüze caminin iç mekânında sadece üç mihrap (apsis), dış mimaride ise kilisenin çan kulesi olan gotik üsluptaki kule ulaşmış durumdadır.
GÜNÜMÜZDE ARAP CAMİİ
Bugün camiye bir ziyarette bulunmak istediğinizde sizi önce bahsettiğimiz bu gotik tarzdaki minare karşılamaktadır. Bu minarenin altından geçip dış avluya ulaştığınızda burada kuzeydoğu cephesinde şadırvan, kuzeybatı ucunda ise havuz bulunmaktadır. Bunun dışında Emevî Valisi Mesleme’ye atfedilen bir türbe vardır. Buranın rüya ile keşfedildiği söylenmektedir.
Cami’nin içine girdiğinizde sizi sıcak bir ahşap rengi karşılamaktadır. 22 ağaç sütun, 8 mermer sütun olmak üzere 30 sütun bulunmaktadır. Ahşap tavanı, sivri külahlı minaresi ve Arap tarzıyla yapılmış küçük 70 adet penceresi ile klasik Osmanlı dini mimarisinden ayrılmaktadır. Barok üslupta yapılmış olan mihrap ve hünkâr mahfili, gotik un[1]surları barındıran camide dikkat çekmektedir. Mihrabın yanında bulunan hücre ise “Mesleme’nin çilehanesi” olarak kabul edilmektedir.
Galata Kulesi’nin biraz aşağısında nazlı nazlı uzanan Arap Camii, İstanbul’da mutlaka görülmesi gereken yerlerdendir. İstanbul’da ilk ezan sesinin yankılandığı, mimarisiyle göz dolduran bu camiyi ziyaret ettiğinizde buraya ismini kazandıran Endülüs Müslümanlarına bir fatiha göndermeyi de unutmayalım.
1 P. Benedetto Palazzo O. P., Arap Camii veya Galata Saint Paul Kilisesi (çev. İ. Burhan Yentürk), s. 53, İstanbul 2014
2 Detaylı bilgi için bkz., P. Benedetto Palazzo O. P, a.g.e, s. 53-66