Allah’ın adıyla… Gıdalanmayı ferde zindelik, cemiyete birlik vesilesi eylediği için Rabbimize hamd ederiz; uhuvveti sağlamanın bütün yollarını gösteren Sevgili Peygamberimize de salat ve selam ederiz.
Ümmetin birliğine çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Aslında ümmetimizin bu parçalanmış hâli sadece bir görüntüden ibaret değil. Bu resmi büyütüp şehirlere, mahallelere, hanelere yaklaştığımızda göreceğiz ki esasen birliğimizi ve kuvvetli bağlarımızı temel taşlarımızda kaybetmişiz. Temelde olan bu kaybın yankısını görmekteyiz vakıada da.
Dünya ve ahiret serverimiz Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) her çeşit faaliyetle toplumun birbirine kenetlenmesini sağlamış ve bize yol göstermiştir. Öyleyse bizim de toplumdaki birliği sağlamak için çok yönlü çalışmamız, her açıdan nebevî tavsiyelere uymamız gerekir. Bu yönlerden birisi de hayatımızda olmazsa olmaz bir yer tutan “yeme içme meselesi”dir.
Her gün muhakkak yiyoruz ve içiyoruz. 24 saat beslenmeden mahrum kaldığımız gün sayısı nadirdir. Peki, hayatımızda sürekli bulunan bu ameli neden Allah’ın (Celle Celaluh) rızasına vesile kılmayalım? Mademki ümmetin birliğini istiyoruz, bu amelimizi de ulvi bir hedefe istihdam edemez miyiz? Aileyi, mahalleyi, ümmeti de niyetimize ekleyemez miyiz? Olursa nasıl yapabiliriz?
YEMEKLERİ TOPLUCA YEMEK (Ebu Davud, “Et’ime”, 14; İbn Mace, “Et’ime”, 17)
Topluca yemenin yalnız yemekten daha bereketli olduğu salık verilmiştir; doyamayanların ve yemeği yetmeyenlerin mutlaka sofrada birlikte oturmaya bilhassa önem vermeleri gerekir. Günümüz şartlarında bu konu çok mühimdir. Zira dışarıdan yemek sipariş etme ve kendi kendine yemek yeme furyası hepimizi etkisi altına almıştır. Tek başına yemek yemenin olumsuz bir yanı da kişilerin yemek yerken sıkılmamak için ekran seyretmeleridir. Ekrana bakarken yemek yemek hem ne yediğimizi anlamayı ve doymuş hissetmemizi engeller (daha fazla yemek yemeye sebep olur ve dolayısıyla obeziteye kapı açar) hem de kişi fark etmeden ekran ile yemek arasında bağ kurar, her ekran kullanımında acıkmış hisseder. Bundan dolayı ekrana bakarak yemekten/yedirmekten kaçınılmalıdır. Tavsiye edilen, en az bir kişiyle birlikte yemek yemektir.
Annelere topluca sofraya oturma konusunda büyük iş düşmektedir. Hazır gıdalar çoğumuza çok lezzetli gelse de endüstriyel ürünlerin nihayetinde fabrikasyon olduğunu, evdeki gibi helal, temiz ve kaliteli malzemeler kullanılmayabildiğini, evimizdeki kadar titiz hazırlanmayabildiğini hatırlamamız gerekir. Çocukların dışarıdaki kalitesiz yiyeceklere alışmaması ve İslâm’ın yemek ahlâkını doğru öğrenebilmesi için annelerin evde yemek pişirmesi elzemdir, bu gayretleri onlar için ecir kaynağıdır. Hem bilinir ki annenin/büyüğün eliyle pişirdiği sıcak bir çorba, maddî manevî çok şifalıdır. Evde pişmiş bir yemek, yiyenlerin duygusal ve manevî gelişime katkı sağlar. Hatta sadece küçük bir meyve tabağı dahi ev ahalisi arasındaki sevgiyi artırır, çocukların anneden ilgi gördüğü hissini kuvvetlendirir. Ayrıca günümüz şartlarında tüm ailenin bir araya geldiği vakitler maalesef ki sınırlıdır, bunun da başını yemek sofrası çeker. Herkesin birbirini gördüğü sofralar hem sevgi depomuzu doldurur hem dinlenmemizi sağlar hem de aidiyet duygusunu perçinler. Bundan dolayı sofralarda hoş muhabbetler edilmeli, büyükler çocuklara kızmamalı, hal hatır sormalı ve telefon kesinlikle sofrada bulunmamalıdır. Ne yazık ki yemek siparişinin çoğaldığı bir dönemde dualarla pişirilmiş, güzel duygularla hazırlanmış sofralara aç kaldık. Bu açlık fizyolojik değil, manevî açlıktır. Birbirimizin hoş sohbetine, tebessümüne aç kaldığımız için uhuvvetimiz beslenemedi, hanelerdeki bağlar zayıfladıkça şehirlerdeki irtibatlar zayıfladı. Derken ümmet büyük çapta çözülme yaşadı. Hâlimiz ortadadır.
“KİM ALLAH’A VE AHİRET GÜNÜNE İMAN EDİYORSA MİSAFİRE İKRAMDA BULUNSUN.” (Buhari, “Edeb”, 31,85, “Rikak” 23; Müslim, “İman”, 74, 75, 77)
Bu hadis-i şerifte Allah’a (Celle Celaluh) ve ahiret gününe iman edenlerin misafire ikram etmesi emrediliyor. (Burada “ikram” birden çok manada kullanılmaktadır. Biz yemek ikramı olarak ele almaktayız.) Eve geleni “Allah’ın misafiri” diye gören kültürümüzün mesnedi, bu hadis-i şeriftir. Ancak kültür sünnetten beslenmezse niyetler de sapabilir. Mesela gelen misafire çeşit çeşit yemek yapmak kültürümüzdür ancak bunu bir gösteriye çevirmek, yemekleri yarıştırmak, israf sebebi yapmak niyetteki bozulmaları gösterir. Temiz niyetle misafire yapılacak tüm harcamalar sağımıza yazılabilir. Hiçbir şey yoksa bir bardak su da bu hadis-i şerifi yaşamaya yetebilir.
HİÇBİR KADIN KÜÇÜK GÖRMESİN…
Komşular arasında sık sık yiyecek alışverişi olur. Bilhassa ekmek için komşuya çocuk gönderildiğini görmüşüzdür. Bu yiyecek teatisi sadaka ve komşu hakkını koruma niyetiyle yapıldığında Allah’ın (Celle Celaluh) memnun olacağı amele dönüşür. Amel defterinde bu basit davranış hasene olarak kaydedilir. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) komşuya ikram edilen bir koyun paçası bile olsa hiçbir iyiliği küçük görmememiz gerektiğini buyuruyor (Buhari, “Hibe”, 1, “Edeb”, 30; Müslim, “Zekat” 90). Öyleyse yaptığımız yemekten bir miktar komşumuza ikram edebilir, pişirirken bu niyetle hazırlayabiliriz.
Ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler yukarıdakilerin haricinde de hedefler göstermiştir: Eşlerin birbirinin ağzına yemek vermesi (Buhari, “İman”, 41, “Cenaiz” 36, “Vesâyâ”, 2), oruçluya iftar vermek (Tirmizi, 807), bayramları yeme içme günü olarak değerlendirmek (Ebu Davud, 2419; Tirmizi, 773) ve bunları yaparken toplumun her kesimine hitap etmek, bilhassa yoksul, yetim ve esirleri yedirmek (İnsan Suresi 8-9)… Hepsi toplumun birliğini sağlamaya vesile olacaktır. Elbette bu hedefler de tek bir hedef içindir: “Allah’ın memnun olduğu kimselerden olabilmek.” Her işimiz bu memnuniyet için tohum mesabesindedir. Beslenmek de işte buna namzettir.