“Dünya bir toz bulutuydu.” diye konuya en baştan başlamak gerek aslında. Zira hiçbir şeye muhtaç olmayan Rabbimiz yaratılan ilk zerreden son canlıya kadar kâinattaki her şeyi bir zincir gibi birbirine bağlı ve muhtaç yarattı. Bu sebeple her yaratılanın kâinatta doldurduğu bir boşluk vardır. Bu ihtiyaç silsilesinden payı en çok olan varlık ise yeryüzünün halifesi olarak yaratılan insandır.
İnsanın çokça sıfatı vardır. Sıfatlar arttıkça ihtiyaçlar da artmaktadır. İnsan evlattır, anne babaya muhtaçtır. Anne babadır, evlada muhtaçtır. Öğret mendir, öğrenciye muhtaçtır. Arkadaştır, arkadaşa muhtaçtır. Liste böyle uzayıp gitmektedir. Bize ait olan bu ve benzeri sıfatları başkalarıyla kurduğumuz ilişkilerin neticesinde kazanırız ve her biriyle bir başkasının hayatındaki boşluğu doldurur, daha da uzaklaşıp bütüne baktığımızda ise hayatın ta kendisi olduğumuzu fark ederiz.
Her insanın farklı sıfatları vardır. Herkes anne değildir, herkes doktor değildir, herkes karı/koca değildir. Fakat Müslüman bakış açısıyla hepimiz “kul” ve “mümin” sıfatına sahibiz. Ve mümin olarak birbirimize muhtacız. Bir bebeğin annesine olan muhtaçlığı ya da vücut azalarının birbirine olan muhtaçlığı gibi… Peki, birbirimize hangi açılardan muhtacız?
Merhamette, acımada, yardımlaşmada, anlamada, anlatmada, Rabbimize verdiğimiz sözümüzü tutmada birbirimize muhtacız. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu hakikati şöyle ifade etmiştir: “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”1
SENDEKİ BİZ
Resul-i Ekrem’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) müminleri bir bedene benzetmesi ne kadar manidardır. Yukarıda bahsedilen Hadis-i Şerifi tefekkür edecek olursak diyelim ki şiddetli bir mide ağrımız var. O ağrı yüzünden tüm beden uykusuz kalıyor, sanki canımız orada atıyor gibi her zerremizde hissediyoruz. Ne görmez den gelmek, yok saymak mümkün ne de vücuttan çıkarıp atmak… Burada Müslüman toplumu için çok mühim bir ders vardır. Ne yazık ki bugün her yerimiz kan revan içindeyken damarlarımıza enjekte edilen dünya narkozu bizi hissiz ve duyarsız bir hâle getirdi. Hâlbuki dışarıdan bir yabancı gibi izlediğimiz ve kanayan, ağlayan, üşüyen her bir Müslüman aslında biziz. Nasıl ki vücudun azaları bir birinden bağımsız değil ve hayat için bir bütün olmaya muhtaçlar, bizler de öyleyiz.
Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurduğu üzere ümmet olarak bizim dengemiz dertlerimizi paylaşmada, sevmede ve yardımlaşmadadır. Dengeyi bozan, gözlerini kapayan, arkasını insanlığa dönen kişi hem ümmete hem kendine zulmetmiş olur. Birbirimize parmakların birbirine kenetlendiği gibi kenetlenip “ben”den “biz”e döndüğümüz zaman önce yaralarımızı fark eder sonra da içimizdeki yaraları kapatmaya başlarız. Bu bireysel olarak da toplumsal olarak da böyledir. Denir ki bazı ruhsal rahatsızlıkların şifası hizmet etmekte, infak etmektedir. İnsan kardeşinin derdini dert edindiğinde kendi derdini unutmaktadır. Bu, hayret edilecek bir ihtiyaç dengesidir.
BİZDEKİ SEN
Başka bir pencereden bakalım. Bir uzvumuz görevini yerine getiremez hâlde olsa mesela gözlerimiz artık görmese… Kulak, burun, el gibi diğer azalar onun görevini üstlenmeye çalışsa hiç biri gözün yerini tamamıyla tutamazlar. Buradan kendimize bir pay biçmemiz gerekmektedir. Bu hayatta her birimizin bir görevi, kabiliyetlerimize göre doldurması gereken bir boşluk vardır. Bu boşluklar, senden başka kimsenin orayı dolduramadığı özel boşluklardır. Çünkü hepimiz Rabbimizin biricik kuluyuz. Zahiren bakıldığında aynı gibi görünen kabiliyetlerin tezahüründe dahi ince farklar vardır. Her hattatın çizdiği vav harfi aynı değildir. Bu yüzden kişinin yaratılışındaki bu kabiliyeti ortaya çıkarıp sorumluluklarını yerine getirmesi, toplumdaki ona ihtiyaç duyulan boşluğunu doldurması gerekir. Bu da ümmet olmanın bir parçasıdır. “Bir başkası yapar.” deyip atıl davranan, Allah’ın yaratırken donattığı kabiliyetlerini kullan mayan ve var olma nedenini yeri ne getirmeyen kişi hem ümmete hem kendine zulmetmiş olur.
HER ŞEY SENİN İÇİN KARDEŞİM
Kâinatın her köşesinde renk renk, çeşit çeşit mahlûkatını tefekkürümüze sunan Rabbimiz bizleri de pek çok açıdan farklı yaratmıştır. Her bir insanın tıpkı parmak izi gibi kendine has özellikleri, kabiliyetleri ve imtihanları vardır. Aynı imtihanı yaşayan iki kişi o imtihanı aynı duygusal yoğunlukla karşılamayabilir. Bu sebeple herkesin yükü taşıyabileceği kadardır. Hiçbirimizin imtihanı bir başkasından daha hafif ya da ağır değil bilakis bizim takatimize göre dengelidir.
Her imtihan kişinin takati ölçüsündedir ancak her imtihan kişinin bizatihi kendisi için değildir. Bazen kardeşinin yarasını sarabilesin diye yaralanıyor olabilirsin. Zira yarayı tanıyan merheme daha kolay ulaşır. Bir başkasına nasihat edebilmek için yaşadığımız imtihanlarımız da vardır. Peygamberler de bizler için imtihandan geçmediler mi? İmtihanda dahi bir vücut olmak, diğergâm olmak öğretiliyor bizlere.
Muhabbet, merhamet ve korumak… Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) birbirinizi sevin, merhamet edin ve birbirinizi koruyun buyuruyor. Merhamet bize sevmeyi de öğretir. Sevdikçe bir bütün olur sevdiğimizi canımızdan ayırmayız. Sevdiğimizin derdini canımızda hisseder ve tıpkı canımızı korur gibi birbirimizi kollarız. Çünkü içimizde ağrıyan yeri işaret eden bir vicdan kaynar durur.
Son olarak; soğuk hep vardır. Isınmak için soğukla tek başımıza savaşamayız. Önce tüm azaları mızı örtelim, ısınalım. Üşüyen hiçbir azamız kalmasın. Ancak soğuğa karşı bir vücut olduğumuzda daha güçlü olabiliriz. Aksi hâlde soğuktan buz kesmiş her parça mızı teker teker kaybederiz.
Mevlana (Rahmetullahi Aleyh) şöyle buyuruyor:
“Şems bana bir şey öğretti: ‘Dünyada bir tek mümin üşüyorsa ısınma hakkına sahip değilsin!’
Biliyorum ki yeryüzünde üşüyen müminler var; ben artık ısınamıyorum!”
1 Buharî, “Edeb”, 27; Müslim, “Birr”, 66