Hayatımızda her şey, her zaman aynı dengede ilerlemeyebilir. Dünya dediğimiz -ve güzelliklerini bize sunduğu gibi imtihana da tabi tutulduğumuz- bu diyarda inişli çıkışlı yollar bizi beklemektedir. Söz konusu inişli çıkışlı deneyimleri tolere etmek bazen zorlaşabilir. Bu yaşanmış veya yaşanması muhtemel olumsuz durumların ve zor koşulların, zaman zaman zihnimiz ve bedenimiz üzerinde negatif etkileri olabilir. Ancak unutmamak gerekir ki bu gibi durumlarda profesyonel destek almak tıpkı baş ağrısı duyduğumuzda ağrı kesici kullanmak kadar olağan bir durumdur.
EYVAH! BEN “HASTA” MIYIM?
Günlük hayatta, vücudumuzun herhangi bir uzvunda rahatsızlık olduğunu varsayalım. Örneğin, mide ağrısı hemen hemen hepimizin ömrümüzde en az bir kez deneyimlediği bir rahatsızlıktır. Ağrıyı hissettiğimiz andan itibaren -bir iyileşme olmadığına kanaat getirdiğimiz takdirde- bir Dâhiliye uzmanından randevu alıp gereken tedaviye başlarız. Benzer durum ruhsal rahatsızlıklar için de geçerli olmalıdır. Her hangi bir duygu durum bozukluğunda ya da yaşam kalitemizi olumsuz etkileyen durumlarda bir uzmandan destek almanın çok da korkutucu bir durum olmaması gerekir. Ancak bazen toplumun algısı bazen de kişisel yanılgılarımız, söz konusu desteği almaktan kaçınmamıza sebebiyet verebilmektedir. Gelin bu toplumsal algıya yakından bir göz atalım!
STİGMATİZASYON/ DAMGALAMA/ETİKETLEME
“Stigma” kavramını, bazı rahatsızlıklara sahip kişilerin toplumdan dışlanmasına neden olan olumsuz tutumlar şeklinde açıklayabiliriz. “Damgalama” kavramı ise olumsuz olarak nitelendirilen davranışlara sahip kişiye karşı sergilenen ayrımcı ve reddedici davranışlardır. Stigmatizasyon iki türlü olabilmektedir: Birincisi, toplum tarafından yapılan etiketleme; ikincisi ise ruhsal rahatsız lığı bulunan kişinin kendi kendine yapmış olduğu etiketlemedir.
Damgalamaya maruz kalan bireyin özgüveninde azalma yaşaması, ihtiyaç duyduğu anda sosyal destek alamaması ve yalnızlaşması iyileşme sürecini yavaşlatacaktır. Geçmişten günümüze kadar gelen ruhsal bozukluklarla ilgili yeterli bilgiye sahip olunmaması da bu konularda yanlış tanımlamaları beraberinde getirmektedir. “Akıl hastası”, “Meczup”, “Anormal” gibi kavramlarla anılan ruhsal bozukluklar çoğu kez yanlış etiketleme ile nitelendirilmektedir.1
RUHSAL BOZUKLUK TANISINA DAİR…
Psikiyatride ruhsal muayene ye destek olması açısından tanı koymaya yardımcı olan bazı teknikler vardır. Bunlardan bazıları:
- Biyokimyasal Tetkikler (kan, idrar vs. yolları ile)
- Beyin Görüntüleme Teknikleri
- Psikometrik Testler
- Ölçeklerdir.
Söz konusu tanılama süreci oldukça aşamalı bir süreçtir. Öncelikle başvuran kişinin öyküsünün alınması, tıbbi geçmişi, iş, evlilik durumları ve yaşadığı belirtilerin dikkate alınması yoluyla kapsamlı bir görüşme süreci gerçekleşmektedir. Yaşanan belir tilerin süresi, bugüne dek alınan tedaviler, belirtilerin günlük ya şama etkisi, ailedeki ruhsal rahatsızlık geçmişi ve çocukluk dönemi bilgileri gibi elde edilen verilerle sürece devam edilmektedir.2
NE KADAR TEHLİKELİ?
Toplum içerisinde ruhsal bir rahatsızlığa sahip olmak bir zayıflık, eksiklik, yetersizlik olarak görülebilmektedir. Hatta bu “yanlış inançlar” çoğu zaman birey üzerinde rahatsızlıktan daha fazla olumsuz etki bırakabilmektedir.
Bu sebeple birçok hasta, rahatsızlığını gizlemeyi tercih etmektedir. Söz konusu yanlış inançlara ve ön yargılı fikirlere bazı örnekler aşağıdaki gibidir:
- Ruhsal rahatsızlığı olan bireyler asla eski yaşamlarına dönemezler.
- Ruhsal rahatsızlığı olan bireyler tehlikelilerdir.
- Ruhsal rahatsızlığı olan bireyler iyileşseler dahi ancak düşük seviyeli işlerde çalışabilirler.
- Ruhsal rahatsızlığı olan bireyler, yapmış oldukları hatalar sebebiyle rahatsızlanırlar.
Konu ile ilgili yapılan bazı çalışmalarda depresyon tanısı alan bireyleri damgalama eğiliminin kırsal kesimde, kentsel alanda yaşayanlardan daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Peki, bu durumlarla nasıl baş edilmelidir?
STİGMATİZASYONLA MÜCADELE
“Ruhsal bozukluk” tanısı almış bireylerde stigmatizasyona maruz kalındıktan sonraki süreç oldukça sancılı geçmektedir. Bu durumla baş etmek pek kolay olmasa da önlemek imkânsız değildir. Konu ile ilgili eğitimler verilmesi, etiketlenen bireyin topluma kazandırılması için çaba gösterilmesi çok önemlidir.
Toplumsal açıdan damgala maya maruz kalan bireyler zamanla bu durumu içselleştirmeye başlayıp, bu durumları gerçek olarak algılamaya başlayabilirler. Sonuç olarak bu durum, kişilerde utanç duygusu oluşmasına sebebiyet verebilir. Damgalama, söz konusu rahatsızlıklara ayrılan desteği azaltmakta ve toplumsal etkileşimi olumsuz etkilemektedir. Bilhassa şizofreni tanısı almış bireylerde damgalama durumu ile sık karşılaşılmaktadır.
Hatta bu damgalama, yalnızca tanıyı almış bireyleri değil ailelerini de yakından etkilemektedir. “Şizofreninin tedavisi imkânsızdır. Şizofreni tanısı almış kişiler çocuklara zarar verir.” gibi yanlış inançlarla sıkça karşılaşılmaktadır. Kimi durumlarda damgalanmanın etkisiyle aileler çocuklarının aldığı tanıyı kendi suçlarıymış gibi görmektedir. Damgalama ile mücadelede konuyla ilgili önleme çalışmalarının yapılması, toplumun bu yönde bilinçlendirilmesi, aynı zamanda tanı almış bireylerin de damga lamayla baş etmeleri konusunda bilgilendirilmeleri sağlanmalıdır.3
Yaşamımız boyunca hangi durumlarla ne zaman karşılaşa cağımız bilgisine vakıf değilizdir. Dolayısıyla böyle bir bilinmezlikte herhangi bir rahatsızlığı yahut engeli bulunan biriyle karşılaştığımızda veya aynı ortamı paylaştığımız durumlarda takındığımız tavır oldukça önemlidir. İnsan olmanın gereği olarak sevgi ve saygı çerçevesinde hareket etmemiz gerekir ki aynı muameleyi benzer bir durumda biz de görelim. Aksi takdirde hayatı yaşanmaz ve çekilmez hale getirmekten başka bir şey yapmamış oluruz. Birilerine isim yaftalamak, etiketlemek o kişileri aşağı çekmez fakat bizim duruşu muzu yerle bir edebilir. İnsaniyetimizi yitirmeden, haddimizi aşmadan yaşayabilmek duası ile…
1 “Ruhsal bozukluklara karşı stigma-derleme”, Elmas Merve Malas, 2018
2 https://www.kimpsikoloji.com/psikiyatri-hastasinda-tani-asamalari
3 Ruhsal hastalığa yönelik damgalama ile mücadele”, Ayşegül Bilge, Olcay Çam, 2010.