Cumartesi, Mayıs 17, 2025

An! Her An!

Akile Tekin

Paylaş

İslam ilimlerinin metodolojisine yönelik prensipler belirleyen alimlerimiz “Usûlsüz vusûl/maksat ne ise ona ulaşma olmaz.” derler; ancak, ilimden amaçlanan vusûlsüz usûl de değildir. İlmi “kendini bilmek” olarak tarif eden Yunus Emre, ilimden maksadının ne olduğunu da, metodunu da şu sözleriyle anlatır: “Yunus sen bu dünyaya niye geldin? Gece gündüz Hakk’ı zikretsin dilin! Evliya’ya uğramaz ise yolun; göçtü kervan, kaldık dağlar başında…”

‘ARÂF SURESİ’Nİ TANIYALIM

Kur’ân-ı Kerîm’de insanın yaratılışının, yaşam amacının ve yalnızca dünyevi perdede kısıtlı bir sürede sergileyebileceği kulluğu hususunda usullerin belirlendiği sure, ‘Arâf Suresi’dir. Mushaf’ta Huruf-u Mukattaa harfleriyle başlayan üçüncü suredir; 206 ayetten oluşur.

‘Arâf Suresi Mekke döneminde nazil olan en uzun suredir; ismi, 46 ve 48. ayetlerde zikrolunan “yüksek yerler, mevkiler” manasındaki ‘Arâf kelimesindendir.[1] Surede anlatılana göre ‘Arâf, cennet ile cehennem arasındaki surun yüksekçe yerleridir; Yunus Emre’nin tasvirinden anlaşılana göre, Allah’a dost/evliya olup cennete göçen kervanın ardında dağlar başında kalanlardır da denebilir.

Enâm Sûresi’nden sonra ve surenin muhtevasındaki konuların devamı niteliğinde indirildiği aktarılan bu surede vahiy, nübüvvete imanla birlikte ahirete imanın vurgulandığı kıssalar bağlamında, kulluğun maksadını açıklayıcı, tanzim edici bir muhtevadadır.

KUR’ÂN’DA ‘ARÂF SURESİ BAĞLAMINDA ZİKİR/RABBİ ANMA

‘Arâf Suresi’nin Mekki dönemin 10-11. yıllarında nazil olduğu, inkar eden müşrikleri ikaz eden, vahyi kendilerinin de bildiği nebevi bir gelenek olarak takdim eden üsluba sahiptir. Tespit edilebildiği kadarıyla Mekki 10-11. yılların en önemli hadiseleri arasında Efendimiz (Aleyhisselâm) ve müminlere yapılan boykotun sona ermesi, Hatice Annemizin vefatı ve Taif’e gidişi zikredilebilir. Sevinçler kadar büyük hüzünlerin de birbirini takip ettiği bu süreçte Efendimiz vahyin muhafızı ve mübelliği olarak İslam’ı her koşul ve durumda yayma gayreti içerisindedir.

Günlük dilimizde belirli gün ve haftalar gibi özel zamanları ya da gelişigüzel çağrışımları, anlık akla düşenleri ifade etmek için kullanılan anma kelimesiyle daha fazla olmak üzere, dille ve gönülle yâd etme, hatırlama olarak da anlamlandırılan zikir, Kur’an’da ‘Arâf Suresi’nde çeşitli formlarıyla yer almaktadır.[2] Kur’an’ın ve vahyin zikir olarak tavsifi, öğütleri dinlemeyen ancak tefekkür ederek ibret alması umulan şahıs ve kavimlerin tasviri, Allah’ın nimetlerini anma emri ve şeytanın vesvesesinden Allah’ı anmakla kurtulan müminin tavrı zikir kelimesinin farklı formlarıyla dile getirilmiştir. 205. ayet bağlamında ise Efendimiz ve müminlerin konu edildiği bağlamda bir emir olarak yer almaktadır. Ayette “Rabbini, içinden, yalvararak ve korkarak, (fakat) yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Gâfillerden olma.” buyrulmaktadır.[3]

MANASI AÇISINDAN ‘ARÂF SURESİ 205. AYET-İ KERİME

Ayetteki zikir, namaz, dua, Kur’an’ı tilavet, tesbihat gibi Allah’a kulluğun hususi rumuzları olan ibadetleri, eylemleri ihtiva etmekle birlikte bunlara ilaveten her an ve durumda Allah’ın kulu olma idraki ve hissiyatının kişide şuur haline gelmesidir. Surenin 55. ayetinde “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin.” buyrulmakta, Allah’ın haddi aşanları sevmediği hatırlatılmaktadır. Ancak devamında duanın korkarak ve umarak olması gerekliliği, zira Allah’ın rahmetinin yakınlığı hatırlatılmıştır. 205. Ayette emrolunan zikir, bu ayetle emrolunan duayı da kapsayıcı bir eylemdir. Her iki ayette ortak olan, zikrin ve duanın tazarru ile/yalvara yakara yapılmasıdır. Tazarru ile istenen, Allah’ın rahmeti gereği kullarına azab etmeyeceğine olan inancı sebebiyle kulda Allah’a tazim konusunda tazarru ve haşyetin/korkunun tam olarak bulunmamasının engellenmesidir; kulun Allah’ın rahmetinden emin ancak kendisinin kulluk bakımından nakısalarından hiçbir amel, durum, konum sebebiyle emin olmayan, mütevazi ve talepkar bir halde bulunmasını temin etmektir. Sure bağlamında Allah’ın verdiği ayet, nimet ve ilimle şımaran ve kulluğunu unutanların akıbeti bu sebeple hatırlatılır[4]; kullukta aslolanın son nefese kadar istikamet oluşu vurgulanır. Bu korkunun kulda başlangıçta azap, kullukta derinleşildikçe Allah’ın azamet ve celali sebebiyle meydana geldiği de belirtilir.

Tazarru ve korku ya da gizlilik ile[5] ifadesi Kur’an’da bu surede zikir ve dua kapsamında olmak üzere iki, En’am Suresi’nde[6] yine dua bağlamında bir kez olmak üzere yalnızca üç defa zikredilir. Buna göre zikrin ve duanın olmazsa olmazı samimiyetle ısrar, içten yakarıştır, denebilir. Zira ‘Arâf Suresi’nde Adem (Aleyhisselâm), İsrailoğulları, Musa’nın (Aleyhisselâm) kardeşi ve kavmi için olmak üzere iki kez tevbeleri, af ve mağfiret talepleri tekrar tekrar zikredilmiş, duanın usulü ve mahiyeti peygamberlerin örnekliğiyle aktarılmış,[7] bu ayetle Efendimiz’den ve müminlerden de böyle niyaz etmeleri, 180. ayetle de Allah’ın isimleri ile dua etmeleri istenmiştir. İlaveten surenin 94. ayetinde de peygambere iman etsinler diye inkarcı kavimlere gönderilen yoksulluk ve sıkıntının kaldırılması için kendilerinden beklenen dua da aynı vasıfla ifade edilmiştir.[8] Bu da tazarrunun mümin ya da kafir her insanın fıtratına konan ve Allah’ın kendilerinden tabi olarak beklediği bir hal oluşuna işaret etmektedir.[9]

Ayetin indiği ortam dikkate alındığında muhataplara vahyi gür sesle, korkusuzca tebliğ eden Efendimiz’den, Rabbi’ni kendiyle başbaşa iken de anması, bu anışın ise sessiz, içten bir niyaz halinde sabah-akşam olması istenir. Kendi nefsinde anma ifadesi ile, dille söylenenin kalp ile de bilinmesinin, hissedilmesinin kastedildiği ifade edilir. Alimlerimiz sabah-akşam ifadesinin tüm zamanı kasteden bir mahiyette olduğunu belirtmektedir. Gaflet zikrin daimi olmaması hali olarak tarif edilmiş ve ayette kul bu halden sakındırılmıştır.[10]

RABBİ’Nİ ZİKRET!

Bu ayetle, Allah’la olan tüm anların adı, vakitli-vakitsiz, her halde ve koşulda kabul görmenin tadı olmuştur zikir. Ayette, Allah’ın Allah olma kudret, heybet ve azametini hatırlatan, ancak, Allah’ın Rablığı/terbiye ediciliği ve koşulsuz merhametine güvenmeyi, buna göre samimiyetle tazarruyu önceleyen bir usûl konmuştur zikre. Zikirle lezzetlenmek ve kıymetlenmek Efendimiz’in öncülüğünde tüm müminlerden istenen vusûldür. Öyleyse Yunus Emre ile başlayan söz, Üstadı Taptuk Emre’nin tarifi ile taçlansın: “Zikir, çağırmaktır; çağırmaz isen gelirler mi?”…

[1] Emin Işık, “En‘âm Sûresi”, DİA, 1995, 11: 169-170

[2] ‘Arâf Suresi 7/2, 3, 26, 57, 69, 74, 86, 130, 165, 171, 201

[3] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990,1: 252.

[4] ‘Arâf Suresi 7/175, 176; 189, 190

[5] Kıraat farklılıkları kapsamında bu üç ayetteki ifadeler korkarak ya da gizlice şeklinde anlamlandırılmaktadır.

[6] En’âm Suresi 6/63

[7] ‘Arâf Suresi 7/23,47, 149, 151, 155

[8] Ayrıca bkz: ‘Arâf Suresi 7/130

[9] Azab halinde beklenen tevbe ve yakarış için bkz: En’âm Suresi 6/43

[10] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut, 1990

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir