Çarşamba, Ekim 8, 2025

Allah’ın Sanatı: Kâinat

Saliha Türkmen
İstanbul Üniversitesi-Matematiksel Fizik

Paylaş

Sanatın en saf ve en eski kaynağı kâinattır. Öyle ki kâinatın çoğu zaman bilinç düzeyinde anlaşılamayan cümbüşü ve düzeni farkında olmadan her sanat dalına ilham olmuştur. Yine de ortaya çıkan hiçbir eser Allah’ın yaratmasının sınırsızlığına ulaşamamış; çeşitliliği, keşfedilmeyi bekleyen eşsiz düzeni ve göz alıcılığıyla kıyas götürmemiştir. Gece gökyüzünde kadife bir kumaşa saçılmış inci taneleri gibi olan yıldızlar, yeryüzü ve üzerindeki çeşitli sayısız canlılar, rüzgâr, dağlar, taşlar, denizler, keşfedildikçe keşfedilmesi gereken ufkun daha da uzağa yayıldığı, bir cevap ararken yüzlerce sorunun ortaya çıktığı atom altı dünya ve tüm bu sanatı ve ardındakileri tefekkür edebilecek şekilde donatılmış insan kâinat sanatının çeşitli yansımalarıdır.

Gökyüzü ilk bakışta parıldayan binlerce ışıktan, biraz daha derinlemesine incelendiğinde ise onlarca farklı türden ve büyüklükleri akla durgunluk verecek cinsten gök cisimleriyle doludur. İnsanın ve diğer canlılığın üzerinde yaşadığı Dünya gezegeni, bu gök cisimleri içerisinde en küçüklerden olan bir kara parçasıdır. Güneş yıldızının etrafında Dünya gezegeni gibi dönmekte olan birçok gezegen ise Dünya’dan oldukça büyüktür. Örneğin Jüpiter yüzlerce Dünya’yı içerisine alabilecek kadar büyük bir gaz deviyken küçük yıldızlardan sayabileceğimiz Güneş yüzlerce Jüpiter gezegenini sığdırabilecek boyutlardadır. Güneş ile büyüklük ve ağırlıkları kıyaslanamayacak kadar büyük olan sayısız yıldız ve diğer gök cisimleri de düşünüldüğünde, üstelik ilk bakışta binlerce gözüken pırıltıların sayısının milyarlarca, belki de trilyonlarca olduğu hesaba katıldığında bu ölçekte bir büyüklüğün belirli bir düzen dahilinde, belirli kurallara uyarak hareketlerine devam ediyor olmaları başlı başına dikkat çekici bir durumdur.

Gökyüzünde ön plana çıkan en önemli etki kütleçekim etkisidir. Kütleçekim etkisinin doğası üzerine çeşitli teoriler geliştirilmiş ve geliştirilmekte olsa da hem fikir olunan şey cisimlerin sahip oldukları madde miktarı sebebiyle birbirlerine bir çeşit etkide bulunuyor olmalarıdır. Bu etki gök cisimleri arasında kusursuz bir dengeye sebebiyet verir. Bu dengenin izleri farklı türden, keşfedilmeyi bekleyen madde türleri (örneğin; karanlık madde) olup olamayacağı fikrini ortaya çıkartarak insan düşüncesinin sınırlarını zorlamaktadır.

Kâinat sanatının bir başka yansıması yeryüzüdür. Canlı çeşitliliğiyle, keşfedilen hiçbir sistemde bir benzeri görülmeyen yeryüzü, Güneş’e olan uzaklığıyla ve korunaklı yapısıyla tam olması gerektiği koşullara sahiptir. Güneş’e göre uzaklığındaki küçük bir kayma suyun buharlaşmasına sebebiyet vererek canlılığın yok olması tehlikesini doğururken kendi etrafındaki dönüşündeki belirgin azalma ise Güneş’ten gelen ışınları filtreleyerek canlılığı tehdit eden şeyleri geçirmeyen atmosfer yapısının zarar görmesine neden olur. Tüm bu şartların olması gerektiği gibi olması canlılığa imkân vermiş, Allah’ın yaratmasının ne kadar çeşitli olabileceğinin izlerini insanlık bizzat izlemeye muvaffak olabilmiştir.

Derinlemesine incelenmese de etkileri tarih boyunca hissedilen ve daima bilim insanlarının ilgi odağında olmuş olan bir başka alan da atom altı dünyadır. Modern çağ öncesi dönemlerde elektriğin etkisinin canlı ve cansız birçok sistemde görülmesi (kehribar ve yünün birbirine sürtüldüğü zaman kehribarın bazı şeyleri çektiğinin gözlemlenmesi, elektrikli balıkların varlığı vb.), mıknatısların keşfedilmesi gibi durumlar insanı, göremediği iç yapının nasıllığına dair çeşitli fikirlere daldırmıştır. Zira dışarıdan bakıldığında diğer varlıklardan çok farklı gözükmeyen bu sistemlerdeki ilginç etki, onların iç yapılarından kaynaklanıyor olmalıdır. Teknolojinin gelişmesiyle bu sorular daha detaylı incelenme imkânı bulmuş, atom, atom altı parçacıklar ve bunların etkileşimlerine dair sayısız deney ve teori geliştirilmiştir. Yine de yapılan çalışmalar ilgili sorulara kabaca bir yanıt verebilmek için çabalarken aslında en büyük sonuç sayısız sorunun daha ortaya çıkması olmuştur. Böylece 1900’lü yıllarda Lord Kelvin ve Albert Michelson gibi bilim adamlarının “artık keşfedilecek bir şey kalmadı” minvalindeki sözleri yerini “keşfettiklerimiz keşfedemediklerimizden çok daha az gözüküyor” fikrine bırakmıştır.

Tüm bu keşiflerin izini süren, onları anlamlandırmaya çalışan, kimi zaman keşfedebildiklerinin büyüsüyle sona ulaştığını düşünen, kimi zaman da keşfettiği şeylerin keşfedemedikleriyle kıyaslanamayacak kadar az olduğunu hissedip acizliğini hisseden, kâinatın en eşsiz sanat harikası ise insandır. Çevresindeki ihtişamdan fikrini alıp da bizzat insana odaklanabilen bir düşünce insanın fiziksel sisteminin karmaşıklığı ve düzeni karşısında şaşırırken aynı zamanda ondaki fikri yapının, anlamlandırma mekanizmasının genişliğini gördüğünde kainattaki en büyük muammanın belki de insan olduğu fikrinde karar kılmaktan başka çare bulamaz. Zira insan çevresinde gördüğü her şeyi inceleyen, onlardan görünenin ötesinde bir anlam çıkartabildiği bilinen tek bilinçli varlıktır.

Kâinatın, insanın kafasını kaldırıp baktığı en büyük, en ihtişamlı varlıklarından derinlemesine incelediği en küçük zerrelerine kadar her nesnesi ve olgusu başka hiçbir sanat eseriyle kıyaslanamayacak ihtişama, derinliğe, düzene ve bilinmezliğe sahiptir. Bu ise onu yaratanın yüceliğini düşünmek için, onu düşünebilecek şekilde yaratılan ve kendisi de araştırılmaya en çok ihtiyaç duyulan insana verilmiş en büyük hediyedir.[1]

“Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru.”[2]

[1] İslâm âlimleri “âlem” kelimesinin “işaret, delil” gibi anlamlara tekabül ettiğini, âlemin kendisinin Allah’ın varlığının ve sıfatlarının en büyük delili olduğunu söylemişlerdir

[2] Âl-i İmrân Suresi, 191

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir