Salı, Kasım 11, 2025

Âleme Bir Yar İçin Ah Etmeye Geldik

Sümeyra Güler
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi-İslami İlimler

Paylaş

Allah Teâlâ insanı maddi ve manevi teçhizatları ile eşref-i mahlûkat1 olarak yaratmış ve halife tayin ederek yeryüzüne göndermiştir. İnsa­na, ruhundan üflemiş ve Nur-ı Muhammedî ile süslemiştir. Sa­dece insan hakikatin ve hilkatin mahiyetine ulaşabilir ve ondaki esrarı idrak edebilir. İnsan, mad­di yapısı itibarıyla “Âlem-i sağîr” yani küçük âlem; manevi yapısı ve taşıdığı bu ilahi hakikat itiba­rıyla da “Âlem-i kebîr” yani büyük âlemdir. İnsanın içinde Allah’ın lütfuyla bahşettiği yalnızca O’nun rızası ve yolunda kullanıldığı takdirde açığa çıkan muhteşem istidatlar vardır. Bu sebeple in­san, mahlûkat arasında ziyade­siyle kıymetli bir yere sahiptir ve Cenab-ı Hakk’ın yeryüzündeki halifesi olarak kabul edilmekte­dir. Göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten korkup çekindiği ilahi emaneti insanın yüklenmiş olması2 da Allah’ın insana verdiği değerin ve insanın halifelik maka­mına en layık mahlûk olmasının delilidir. İnsan bu fıtratına ve yaratılış gayesine münasip bir hayat yaşadığında dünya ve ahiret saadetine ulaşabilir ancak. Aksi takdirde dünyada maddi ve ma­nevi elim hadiseler ile karşılaş­ması ve ruhaniyetinin etkilenmesi işten bile değildir.

BEZM-İ ELESTTEKİ AHİTLEŞME

Günümüzde psikolojik rahat­sızlıkların yaygınlaşması insanın ruh ve beden dengesini kaybet­mesi; madde ve mananın itidal çizgisinden sapması sebebiyledir. Nitekim bunun doğal bir sonucu da insanın fıtratının bozulması ve çeşitli manevi hastalıklara duçar olmasıdır. İnsanın Bezm-i Elest’te3 Allah Teâlâ’ya verdiği sözü unut­ması ve yaratılış gayesine yani fıtrata muhalif bir yaşayışı benim­semesi bazı (a)normallikleri de beraberinde getirmiştir. Zamanla insan bu anormallikleri sıradan görür hâle gelmiş dolayısıyla bu hâl gözünde basitleşmiş ve aşi­nalık kazanmıştır. İnsanın bu tepkisizliği bazı anormal tutum ve davranışların normal olarak ka­bul görülmesine neden olmuştur. Yakın zamanda vefat etmiş olan meşhur hikâyecilerimizden usta kalem merhum Rasim Özdenö­ren’in “Gül Yetiştiren Adam” adlı romanında da günümüz insanının yaşadığı anormalliği ve bunun farkında dahi olamayacak vahim hâli “Şaşılacak ve şaşılması ge­reken şeyler karşısında hiçbiri istifini bozmuyordu.” ifadeleriyle anlatılır. Rasim Özdenören, şehrin ahlâkının değişmesinin menfi bir neticesi olarak insanın ahlâkının ve dolayısıyla fıtratının değiştiğini vurgular. Ahlâkı ve fıtratı değişen, kendi kaynaklarından ve kültü­ründen uzaklaşan insan hariçten gelebilecek tehlikelere karşı aciz kalmaktadır. Nitekim bu durum Kuran-ı Kerim’de insanın fıtratı­nın bozulması ve bu fıtratın ihti­yacı olan zikirden yüz çevirmesi olarak anlatılır ve şeytanın, şey­tanlaşmışların ve süfliyatın insana musallat olması ile sonuçlanır.4

Türk Edebiyatı’nın Batı te

sirine girdiği sıralarda Divan Edebiyatı tarzını devam ettiren­lerin en kudretlisi, son divan şairi merhum Yenişehirli Avni Bey, insanın bu dünyaya gönderiliş mefkûresini şu şekilde kelimelere dökmüştür:

“Sanman taleb-i devlet ü câh etmeye geldik

Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik”5

Klasik şiirimizin hikmetlerin­dendir az sözle deruni manalar ifade etmek. Çok söze gerek kal­madan hayatın mahiyetini anlatır, insanın gönül dünyasını hikmet damlalarıyla sular, rızıklandırır di­van şiirleri. Bu beyitte nazar-ı dik­katlere sunulan ilk husus insanın kendi iradesiyle dünyaya gelmedi­ğidir. Nitekim Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Ben cinleri ve insanları, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.”6 İkinci husus ise insanın makam, mevki, mal, gü­zellik, şöhret, para elde etmek için bu dünyaya gönderilmediğidir. Makama, paraya, güzelliğe tamah eden ve ehemmiyet veren insan bir süre sonra dünyaya gönderiliş sebebini unutur ve ilahi kanuna zıt bir hayat yaşamaya başlar. Oysa sadece insan hilkatindeki ihtişamı görebilir, yaratılışındaki hikmeti fark edebilir ve o hikmetteki derin mahiyeti idrak edebilir. Bu sebeple fıtrata muhalif yaşamak, anormal­liğe alışmak insanın mahiyetine ve basiretine vurulmuş en büyük darbelerden biridir.

“Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik.” dizesindeki “yâr” kelimesi özelinde işaret edilen Ce­nab-ı Hakk olan Allah’tır. Dünya ve ahiret hayatında yegâne yar bir ve tek olan Allah’tır. “Ah etmek” aynı zamanda dert sahibi olmak anlamına da gelmektedir. Nite­kim Allah Teâlâ Kuran-ı Kerim’de İbrahim (Aleyhisselam) için “evvahun ha­lim”7 yani çok dertli ve yumuşak huylu olarak bahsetmektedir. Ba­kış açımızı biraz daha genişletir­sek aynı zamanda İbrahim’in (Aleyhisselam) de ümmeti olduğumuzu görürüz. Dolayısıyla “Ah etmek” yani çok dert sahibi ve yumuşak huylu ol­mak aynı zamanda bir peygamber mirasıdır diyebiliriz. Ahir zaman Peygamberine (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmet olan bizler meşrep olarak yumuşak huyluluk üzere olmalıyızdır. Ce­lal gösterilecek yerde göstermek fakat bunu da O’nun için yapabil­mek… Çünkü bizler O’ndan geldik ve yine O’na döneceğiz. Hayat gayemiz de Allah Teâlâ’ya vuslat üzere şekillenmiştir. O’nun emir ve yasaklarına uyulduğu, yer ve gök ehline muhabbetle muamele ve hizmet edildiği takdirde hayatı mutlu ve huzurlu; dünyayı da yaşanılacak yurt kılmak mümkün olur. İşte merhum Yenişehirli Avni Bey’in “Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik.” dizesi bu büyük resmi vurgulamaktadır.

İNSAN; HİTAB-I İLAHİ’YE MAZHAR OLAN

“Şol ezelki itibârın kândedir” merhum Niyazi Mısri’nin “ezel” kelimesinde vurgulamak istediği Bezm-i Elest yani ruhların top­landığı ve her birinin doğrudan doğruya hitab-ı ilahiye mazhar olduğu andır. Her insan istisna­sız Bezm-i Elest’teki o anı ve o güzel telakkiyi hatırlayarak ve o telakkiye olan iştiyakını hiç unut­mayarak bu dünyayı manevi şevk ve huzur ile yaşamak mecburiye­tindedir. Bu vecihle meseleye ba­karsak insanın ne kadar kıymetli ve şerefli bir varlık olduğunu ve mahlûkatın içerisinde sıradan bir yerde olmadığını anlamış olu­ruz. İnsanın bu şerefine binaen meşgul olduğu, baktığı, duyduğu, okuduğu şeylerin de mahiyetine yakışır olması gerekmektedir.

Sadece insan hilkatin esrarına vakıftır. Çünkü mahlûkat içeri­sinde bir tek insan muhteşem bir rahmanî teçhizat ile süslenmiştir. Yalnız o maddi yani aklî ve du­yusal manevi yani duygusal ve hikemî bir istidatla hilkatin esra­rına erebilir. Hilkatin esrarı boşu boşuna yaratılmamıştır. İnsanın alakasına ve irfanına bağlı kılınmış ve bu irfanın tekâmülüne sunul­muştur. “Ah etmek” sadece yakın­mak demek değildir bu nispetle hilkatin esrarına mazhar olmak ve hayatın ona göre idame ettirilmesi de bu dünyada yar için “ah etme­nin” bir göstergesidir. Allah’ın kullarıyla temas, onların güzel sözlerini dinlemek, onların güzel hitaplarıyla muhatap olmak, onla­rın bakışlarıyla gözlerin ve kalbin nurlanması da bir “ah etmek” çeşi­didir. Diğer vecihle bakılırsa insan yandığı zaman ah eder dolayısıyla ah etmek deyiminin muhabbetle de doğrudan alakası vardır. Yan­mak bilmektir, yanmayı göze alan bilir. Bilmek de bir cesaret ve ah edebilme işidir.

ALLAHU BES BÂKÎ HEVES

Klasik şiirimizin bir diğer hikmeti ise her birinin yekdiğe­rini şerh etmesidir. Bu sebeple divan şiirlerine bir bütün olarak bakmak anlatılan konunun de­rinleşmesine ziyadesiyle katkı sağlayacaktır. Yine insanın dün­yaya gönderiliş sebebine yani “Biz âleme bir yâr için âh etmeye gel­dik.” dizesine atıfta bulunan mer­hum mutasavvıf şair Niyazi Mısri ibretlerle dolu nutk-u şerifinde insana agâh olmasını tembihle­mekte ve şöyle seslenmektedir:

“Ey garip bülbül diyârın kândedir

Bir haber ver gülizârın kândedir.”

Bu beyitte garip bülbülden kastedilen insandır. Çünkü insan bu dünyada garip ve yalnızdır. Ruhunun membaı bu dünyaya ait olmadığı gibi buraya aitmiş gibi yaşamak madden ve manen; ruhen ve bedenen insanı yormak­tadır. İnsan garip bir bülbül gibi ötmekte ve ait olduğu gülistanını aramaktadır. Ait olmadığı yere alışan insan fıtratını kaybetmekte bu kaybedilişin farkına varmadığı

ölçüde de anormalleşmektedir. Dünya dediğimiz mukayyet ve fani yurdu ebedi yurda tercih et­mek akıl sahibi insanın yapacağı şey değildir. Zira içinde yaşadığı­mız ve adına dünya dedikleri bu gezegenin isimlendirilişi bile esa­sında epistemolojik olarak büyük ibretler barındırmaktadır. Arapça “Edna” yani en aşağı kelimesin­den türeyerek yaşadığımız âleme isim olan dünyada aşağılıkların bitmeyeceği dünyaperestlerin nihai karar gününde büyük piş­manlıklar yaşayacağı aşikârdır.8

“Arttı günden güne feryâdın senin

Âh-u efgân oldu mu’tâdın senin”

Rabbini anmamaktan, gayr-ı ahlâki yaşayışa alışmaktan, dünya ve ahiret dengesini kaybetmekten dolayı Allah insanlara çeşitli mu­sibetler, sıkıntılar ve imtihanlar verir ki kulu Rabbine yönelsin ve yalnız O’ndan istesin. Fakat bu sıkıntı ve belaları Rahman’ın kulunu vuslata daveti olarak anlamaktan gafil olan insanın feryat ve figanı günden güne ar­tarak devam eder. Gaflet içinde olan insanın bu maddi ve manevi ıstıraplı hâli artık onun alıştığı ve normalleştirdiği hâli olur. Bu hâl böyle devam eder ta ki insan Allah’tan gayrı sığınılacak hiç­bir merci olmadığını anlasın ve Rabbine yönelsin. Abdurrahman Sami Paşa merhumun şu meşhur beyti insanın Allah’tan gayrı her şeyden ümidi kesmesi ve yalnızca O’na yönelmesi için bizlere ışık tutmaktadır:

“Ey zâir-i sâhib-nefes, hubb-ı sivâdan meyli kes.

Dünyâda kalmaz hiç kes, Allahu bes, bâkî heves.”9

1 Yaratılmışların en şereflisi olan, insan.

2 Ahzab Suresi, 72

3 Allah’ın ezelde ruhları yarattıktan sonra “Elestu bi-Rabbikum: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğu ve ruhların, “Belâ (evet), sen bizim Rabbimizsin” diye Allah’ı tasdik ettikleri ezel meclisi.

4 Zuhruf Suresi, 36

5 Sanmayın biz servet ve nam aramaya geldik.

Biz bu dünyaya bir sevgiliye ah çekmeye geldik.

6 Zariyat Suresi, 56

7 Tevbe Suresi, 114

8 Süleyman Uludağ, İslâm Ansiklopedisi, 1994, c. 10, s. 22-25

9 Ey ziyarete gelen diri insan! Allah’tan başka hiçbir şeye gönül verme!

Dünyada kimse kalmaz. Allah’tan başkası bir şey yapamaz. Ondan başka kimse kalmaz!

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir