Salı, Mayıs 27, 2025

A’lâyı İlliyin ve Esfeli Safilin Dengesinde “İnsan”

Sümeyra Güler
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi-İslâmi İlimler

Paylaş

İnsan, hilkati itibarıyla bir beden ve ruhtan mürekkep zülcenâheyn1 bir varlıktır. Kuş misali bir kanadında maddiyat sırrı sair, diğer kanadında ise maneviyat sırrı kudret-i ilahi ile gizlenmiştir. Bir kanadı ile ötelerin ötesine, mana âlemlerine kapı aralayabilecek istidada sahipken diğer kanadıyla cihanı imar ve ihya etmeye muktedir hilkattedir. Nasıl ki bir kuş, tabiatı icabı tek kanadıyla uçup dengeyi sağlayamazsa insan da sadece beden elbisesine kıymet verip ruh evine, gönül dünyasına ehemmiyet vermezse maddeye hapsolmuş bir ruh ile var olur ve hayallerine ve umutlarına yelken açamaz.

Binaenaleyh ruhtan ari bir insan tasavvur edilemeyeceği gibi bedenden ari bir insan tasavvur etmekte mümkün değildir. Bu nokta nazarı dikkate alınırsa insan, muhteşem ve akıllara durgunluk veren, fevkalbeşer bir fıtrat, itidal, insicam ve intizam içerisinde yaratılmıştır. Mad de ve mana, beden ve ruh, akıl ve kalp, dünya ve ukbâ dengesini sağlayabildiği ölçüde terakki eder, makamı yükselir ve insan-ı kâmil olmaya adım adım yaklaşır. Zübde-i âlem olan insan evvela kendi yaratılışına sonrasında âlemin yaratılışına nazar ettiğinde bilaistisna “Seriyyeden Süreyyaya” kusursuz bir ölçü, düzen ve itidalin varlığını ve bu eksiksiz düzenin her lahza işlediği hakikatini görecektir.

ÂFÂKÎ VE ENFÜSÎ İTİDAL

“İtidal” yahut “Denge” kadim lügatlerde “İki aşırı tutum ve davranış arasındaki orta hâl” şeklinde tanımlanmakla birlikte “Orta hâlde bulunma, ölçülü ve ılımlı olma, soğukkanlılık, düzgünlük, doğruluk” şeklinde de açıklanmıştır.1 Aynı manaları ihtiva eden “İtidal, denge ve vasatlık” İslâm dininin en sarih ve ehemmiyetli düsturlarındandır. Kâinatta maddi-manevi yaratılmış her mahlûka tam hakkını vererek bir denge ve ölçü koymaya iradesiyle muktedir olan yalnızca yüce Allah’tır.2 Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün; karanlığın ve aydınlığın birbirini takip edişinde, yaş ve kurunun; sıcaklık ile soğuğun tam kararında ve ziyadesiyle ölçülü olduğu görülür. Âlemde olduğu gibi insanın fıtratında da tam bir denge ve insicam mevcuttur. Ruh ve beden, akıl ve kalp, dünya ve ukbâ, madde ve mana her zaman birbiriyle bağlantılı, yekdiğeri ile mündemiçtir. Bununla birlikte insanın mutedil bir hayat çizgisinde yaşamını idame ettirmesi için iki cenahı da beslemesi mühimdir. Şüphesiz kanun-ı ilahi, nebevî terbiye ve kadim edebiyat geleneğimizde de “A’lâyı illiyin ve esfel-i sâfilin” arasında insana her dem itidalli ve ölçülü olmak işaret edilmektedir.

Muhabbet ve nefrette, hüzün ve meserrette aşırıya kaçmamak sünnete ittibânın en bariz nişanesindendir.3 Aynı zamanda insanî münasebetlerimizde ölçülü davranmak, laubalilikten ve küstahlıktan kaçınmak son derece zaruridir. Bu hususta cihan sultanlığını mana sultanlığıyla mezcetmiş, ince ruhlu, sanatkâr bir hükümdar olan Yavuz Sultan Selim’in (ö. 926/1520) “Muhibbi” mahlasıyla yazdığı dörtlük mevzuyu ziyadesiyle anlaşılır hâle getirecektir.4 Bu dörtlük, Divan Edebiyatı’nda kaleme alınmış nadide eserlerdendir belki de eşine rastlanılmamıştır. Her mısrasını dörde bölüp, soldan sağa ve yukarıdan aşağı okuduğumuzda hiçbir değişme olmaksızın şiirin kendisiyle karşılaşırız.

“Sanma şâhım/ herkesi sen/ sâdıkâne/ yâr olur.

Herkesi sen/ dost mu sandın/ belki ol/ ağyâr olur.

Sâdıkâne/ belki ol/ âlemde/ serdâr olur.

Yâr olur /ağyâr olur /serdâr olur /dildâr olur.”

Sanma şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur.” mısrası, her kesin sadıkane dost ve yoldaş olamayacağını bu sebeple insanlarla münasebet kurarken dikkatli, tedbirli, seçici olmayı ve sağduyuyu elden bırakmamanın gerektiğini anlatmaktadır. Sonradan feryat etmemek, menfi neticelerle karşılaşmamak için ihtiyatlı davranmak son derece önemlidir. “Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur.” mısrası, tedbirsizce dost olunan kimselerin, belki de kişi için dost görünen riyakârlardan olabileceği ve böyle kimselere karşı mesafeli olunması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu sebeple görüştüğümüz ve münasebet kurduğumuz herhangi bir insanı önce tartıp biçmeliyiz bu sayede daha dengeli ilişkiler kurabiliriz.

Bu hususta Nevres-i Kadîm’in (ö. 1175/1762) “Mîzâna vur görüşdüğün ihvânı el-hazer. Rehber tasavvur eylediğin reh-zen olmasın.”5 ifadesi dikkate şayandır ve kulaklara küpe edilmelidir.

“Sâdıkâne belki ol âlemde bir ser dâr olur.” mısrası, sırat-ı müstakime girmesi hiç ihtimal verilmeyen bir kimsenin, samimiyet ve ihlâsla gayreti mukabilinde belki zirve bir şahsiyet olabileceğini, bu sebeple hiç kimseyi küçük görmemek gerektiğini nazarı itibarımıza sunmaktadır.

“Yâr olur, ağyâr olur, serdâr olur, dildâr olur.” mısrası ise bir Müminin basiret ve feraset ehli olması gerektiğini veciz bir dille, tam bir gönül sultanına yakışır kararda vurgulamaktadır. Zira insan basiret ve feraseti vesilesiyle kimin kendisine hakikî dost, kimin düşman, kimin kıymettar bir şahsiyet, kimin de gönüllere taht kuran bir ehl-i dil6 olacağını idrak eder.

SIRR-I HAK: İNSAN

İslam Medeniyeti’nde diğer medeniyetlerin aksine insana pek mühim bir kıymet atfedilir. Çünkü insan vahye muhatap kılınan, kutsî emaneti üstlenen, mükellefiyet sırrına mahzar olan, Allah’ın yeryüzündeki halifesi, ruhundan üflediği yegâne mahlûkudur. Bu hakikati sufi nefes ile Anadolu in sanını mayalayan Yûnus Emre (ö. 720/1320) 13. yüzyıldan kıyamete kadar payidar olacak şu dizesiyle dile getirmiştir: “Yaratılanı hoş gördük, Yaratandan ötürü.” Evet, biz ne sözde medenîlerin (!) yaptığı gibi kendinden olmayanları -bir zamanlar “İnsanat bahçesi” adlı insanlığın yüzkarası, zillet bahçelerinde sergilediği gibi- sergiler insan onurunu ayaklar altına alırız ne de insanı ilah konumuna getirir âdeta insana tapınırız. İslâm işte bu ince itidal çizgisinde insana ve âleme bakmayı öğretir. Ezcümle insan, insan olduğu için değerlidir. İnsanın bu kıymetini idrak eden ve bunu şiirlerine en güzel şekilde aksettiren divan şiirinin son büyük üstadı Şeyh Galib (ö. 1213/1799) şöyle seslenmektedir:

“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”

Şeyh Galip burada insanın kendisine hoş bir nazar ile bakmasını, kendisini sevmesini ama sevgide de aşırı gidip nefsini putlaştırmamasını tembih ediyor, en nihayetinde hepimiz âdemiz, topraktan halk edilmiş âdemoğluyuz. Sadece bu beyit bile hakkıyla idrak edilse insanın muhteşem açılımlara kapı aralamasını sağlayacak. İşte İslâm Medeniyetinin “insan” tasavvuru… Modernizm ile birlikte hayatlarımızda değersizlik hâkim olmuşken insan insanın yüzüne bakmaktan ve ondaki manayı keşfetmekten çekinir olmuşken ruhsuz ve mesnetsiz medeniyetlerin hamhalat kalıpları insan onurunu, ihtiramını ayaklar altına alıp küçümseyici ve aşağılayıcı bir yaklaşımla insanı tanımlamaya çalışırken “Hayır! Âlemde ne varsa bende de mevcut. Benim de sarsıl maz dağlarım, gürül gürül akan ırmaklarım, uçsuz bucaksız ovalarım, baharlarım ve hazanlarım var. Âlem bende, ben de âlemde gizliyim. Halik-i hakîkim bana ruhundan üfledi ve beni mahlûkatın en şereflisi kıldı.” demenin asırlar öncesinden temin edilen beyannamesidir bu beyitler.

1 “İki kanatlı”, mecaz: Zahirî ve bâtıni ilimlerde üstat olan (kimse)

2 Zerreden Küreye.

3 Mustafa Çağrıcı, İslâm Ansiklopedisi, 2001, c. 23, s. 456-457

4 Doç. Dr. Osman Güner, Bir Denge İtidal Dini Olarak İslam, Samsun, 2004.Bu araştırma, 2004’te İslam Vakfı tarafından Samsun’da düzenlenen Ramazan Etkinlikleri programında konferans metni olarak sunulmuştur.

5 Dostunu severken ölçülü sev, zira günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da ölçülü bir şekilde buğuz et, çünkü günün birinde dostun olabilir. (Tirmizî, Birr, 60/1997)

6 Osman Nûri Topbaş, İtidal; Her Şeyin Kıvam Noktasıdır, 2009. https://www.osmannuritopbas.com/ itidal-herseyin-kivam-noktasidir.html

7 “Tanışıp, görüştüğün insanı önce bir tart biç

Sana yol gösterici olarak gördüğün kişi yolunu kesen olmasın.”

8 “Gönül ehli, gönül adamı”

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir