Pazar, Mayıs 18, 2025

Ah Mine’l Aşk

Şevval Sarıtan

Paylaş

Ne gelmişse aşktan gelmiş başa; ne yaşanmışsa aşktan…

Rabbimizin “خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍۚ’’ buyruğunu yalnızca ’O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır.” diye tercüme etmekle yetiniyoruz çoğu zaman. Oysa علق (alak) ve علاقة (alaka) sözcükleri köken itibariyle aynı harflerden oluşmaktadır. Yani insanın yaratılışında dahi bir alaka, muhabbet sırlanmış. Yaratılan ve Yaratıcı arasındaki muhabbet; can ve canan; aşık ve maşuk arasındaki muhabbet sırrı insanın varoluşuna; yokluktan varlık sahnesine çıkış anına nakşolunmuş. Hikmet-i ilâhi o ki aşkın olduğu yerde ayrılık kaçınılmazmış. İnsanın isyankâr olduğu kadar yakıcıdır aşk da. Belki de bu yüzden hem insan hem aşk ayrılıkla terbiye edilir. Ayrılığın yakıcılığında kül olur insan ve yeniden doğar muhabbet kuşları. Bu kez daha dingin ve âşıkları huzura boğan; onlara vuslatı müjdeleyen melodilerini şakımak için. Yani eşikten geçmektir aslında aşk. Seni yok edeceğini bildiğin ateşe atmaktır kendini. Benliğinden geçerek maşukuna kurban etmek kendini…

“Dinle…” diyerek başlar Mevlânâ, Mesnevi’sine. Âlemde çok nadir tezahür eden bir aşkın şahididir o. Onun şahit olduğu aşk, güneş ve ayın kavuşmasının insan dünyasına bir yansımasıdır âdeta. Göklerde yaşananın yeryüzüne izdüşümüdür onların şehadet ettikleri aşk. Şems nasıl ki güneşidir bu aşkın; çağlayan kaynağı… Mevlânâ da o nispette aydır. Güneşten aldığını yansıtır etrafına. Karanlık çöktüğünde dahi ışıksız kalmasın diye insanoğlu. Çünkü Şems gidecektir bir gün. Böyle takdir edilmiştir kader. O gün geldiğinde acı bir ses duyulur:

‘’Bişnev in ney çün şikâyet mî küned,

Ez cüdâyîhâ hikâyet mî küned.’’

(Şu neyin nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle ki, onun nevâsı ayrılık hikâyesidir.)

Bir diğer adı da Mağz-ı Kur’an yani Kur’an’ın Özü olan Mesnevi’nin ‘’Bişnev’’ ile başlıyor olması tasavvufun özünün söylemek değil dinlemek olduğunu hatırlatıyor bizlere. Zira Rabbimiz Tâhâ suresinde فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى“Ya Musa; sana vahyolunan kelimât-ı kudsiyyeyi dinle.” buyurmuştur. Nuh’un (Aleyhisselam) davetine kulaklarını tıkayanlar ise tufanda helak olanlardı. Dinlemek kurtuluşa erdirirken hakikate kulak tıkamak felaketi oluyordu insanın. Öyleyse kulak verelim neyin hikâyesine.

‘’Kez neyistan tâ merâ bübrîdeend,

Ez nefîrem merd ü zen nâlîdeend.’’

(Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir.)

Sulak ve nemli bir arazi olan kamışlık bir gün ney olacak kamışların yetiştiği arazidir. Derler ki ney yapılacak kamış önce oradan çıkarılır. Yeterince kuruyunca onu iki ucundan keserler. Boğaz kısmını ayıklayıp göğsüne ve arkasına kızgın demirle yedi tane delik açarlar. Başına başpâre, ayağına paraz avna takarlar. Boğumlarına tel sararlar ve nihayet üflemeye öyle başlarlar. Neyin bu haline aşina olanlar ondan çıkan sesi işitince ağlamaya başlarlar. Çünkü insandır cennetinden kovulan. Tıpkı kamışın ney olma yolculuğu gibi balçığında insan olma hikâyesi vardır. Rabbimiz yüce kitabımızda insanı balçıktan yarattığını; onu şekillendirdiğini ve nihayet ona kendinden bir ruh üflediğini anlatır bizlere. İşte ney aslında bize kendi hikâyemizi hatırlatır; bize ayna tutar. Önce kulaklarımıza fısıldar. O ulvî ses tüm vücudumuzu sarıp sarmalar. İçimizi titretir. Unuttuklarımızı; dünyaya gelmeden önce nerede olduğumuzu; vatan-ı aslîmizi gözler önüne serer âdeta. Süzülmeye başlar yaşlarımız göz pınarlarımızdan. Engel olamayız; olmak da istemeyiz. Çünkü bir buluşmadır bu ân özünde. Unutulanı hatırlamak tazelenişidir yeni bir aşkın. Bu kez bir daha unutmamacasına. Çünkü insan bir kez o hakikate ram oldu mu bir daha ondan nasıl kopabilir? Varlığın yokluğa tercih edildiği; her bir ânın özenle vücuda getirildiği bu kâinatın özünü; muhabbeti tadan bir insan nasıl olurda başka çiçeklerden bal devşirmek ister?

Sözün özü Mehmed Esad Dede Efendi neyden maksadın mertebesi Bekâbillah’ta bâki olan veliyy-i kâmil olduğunu ya da bildiğimiz ney olduğunu söylemektedir. Ney ister bir insan-ı kâmil olsun ister sıradan bir kamış olsun o, aslında Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ‘’Bu hayatta bir garip gibi ya da bir yolcu gibi ol.’’ buyruğuna boyun eğmiş bir âşıktır.

Gariptir; masivayı terketmiştir. Onun için yalnızca Rabbi vardır. Yolcudur. Gelip geçer. Hoş bir sada bırakır hayatlarımıza ve gider.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir