(Hayati İnanç’ın sohbetlerinden derlenmiştir.)
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
Akademik bir ortamda lisan üzerine sohbet ediyorduk. Dil hususunda akademik çalışma yapmış doçent bir dostum, herkesin içinde şunu söyledi: “Hayati Bey, mevzu biraz karıştı. Türkçe nedir bir tarif etsene…” Neye Türkçe dediğin belli değil manasında… Dedim ki:
– Efendim, siz değerli akademisyenlerden bu tarifi alamadık ama okuma yazma bilmeyen bir amcadan ben bu işi öğrendim. Amcaya sordum, hacca gitmiş 80’lik ihtiyar, okuma yazması yok. Ne gördün Hicaz’da?
Amca dedi ki:
– Bu Araplar, acayip insanlar evlat.
– Hayırdır bir densizlik mi gördün, kıymetini mi bilmedi Türk milletinin?
– Yok yok. Acayip demem şundan; Türkçe ezan okuyorlar. Dikkat ettim, Kur’an-ı Kerim’i de Türkçe okuyorlar. Hatta beraber namaz kıldık, namazı da Türkçe kılıyorlar. Öyle ya “Subhaneke Allahumme…” adam bildiğin Türkçe namaz kılıyor…
– Peki, mesele ne? – Bunların hepsini Türkçe yapıyorlar da kendi aralarında konuşurken şaşırıyorlar mı ne? Hangi dilde, ne konuştuklarını bir türlü anlayamadım.
Lisanı olmayanın hiçbir şeyi olmuyor. “Lisan, varlığın evidir.” demiş ecnebi Emerson.
Evin, “Beyt” demek olduğunu biliyor mu bilmiyor mu bilmem. Ama bizde klasik şiirimizde en küçük birim “Beyit”tir, beyit de ev demektir.
Kanuni’nin oğlu olan II. Selim merhumun bir beytini gördüğü zaman Yahya Kemal üstad, “Bir şair olarak şu beytin sahibi olmak isterdim.” diyerek hafifçe kıskandığını itiraf etti ve dedi ki: “Merhum Sultan II. Selim’in iki beyti var. Biri Selimiye, biri bu beyit.” Değerlendirmeye bakınız…
Osmanlı tarihinin en büyük, en görkemli mimari eserinin değeri ile yazdığı iki mısranın değerini bir tutuyor. O, bu beyit ile beyit sahibidir. Bu dünyada başka şey yapmasa da olur, diyor. Bu beyiti duymuşsunuzdur, arz edeyim:
“Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden”
Bir defa mana bir tarafa, ahenk bir tarafa. Bu vezni hatırımıza bir yere alalım, çok karşılaşacağız.
“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” mısrası da aynı vezindedir.
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.” mısrası da aynı vezindedir.
- Selim’in beytine tekrar bakalım sonra manası üzerine duralım:
“Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden”
Peki, ne demek istiyor?
“Biz, aşk bahçesinin yanık ötüşlü bülbülleriyiz. Ötüşümüzün hararetinden ortam öyle ısındı ki serin sabah rüzgârı uğrayıp geçse ateş kesilir.”
Yahya Kemal beyti beğendi, çok beğendi haklı olarak. Bu beytin sahibi keşke ben olsaydım, dedi. Ama bunu “Tazmin” ederek dört beyit yazmaktan da geri durmadı. Tazmin; önceki şairin söylediğinden etkilenerek, o mana ikliminde onunla kol kola giden sözler söylemek. Çok güzel tazminleri var Yahya Kemal merhumun:
“Kan aktığı günden beri cân ü tenimizden
Yâkuut fer almış denilür ma’denimizden
Bir gün ser-i kûyundan eğer geçsek o mâhın
Billâh o çemenzâr yanar dâmenimizden
Bir şeb bizi sevketse felek mev’id-i aşka
Vuslat tutuşur şûle-i pîrâhenimizden
Erbâb-ı temâşâya sehergâh-ı bahârân
Bir levha-i hûnin görünür şıîvenimizden”
“Biz bülbül-i muhrik-dem-i şekvâ-yı firâkız
Âteş kesilür geçse sabâ gülşenimizden”
Klasik şiir okunurken dikkat edilmesi gereken bir şey var; genç kardeşlerim için söyleyeyim: Mananın ne olduğu üzerine kafa yormayacaksın. Belli ki güzel bir şey söylüyor işte, anlamasam da olur.
Bülbül ötüyor, bülbül öterken ne dediğini merak eder misin Allah aşkına? Sen kuş dilini biliyor musun? Niye dinleyip duruyorsun bülbülü? Ne dediğini bilmiyorsun ama şundan eminsin; güzel bir şey söylüyor belli. Mest oluyorsun, aklın başından gidiyor. Akşama kadar böyle dinlersin, işi gücü unutursun. Peki, niye seni böyle etkiliyor? Çünkü bülbül, sana cenneti anlatıyor. İyi ama ben orayı görmedim. Yok yok sen görmedin de baban oradan geldi, Âdem (Aleyhisselam). Babadan dolayı tanıdık…
Nâbi merhum der ki:
“Kimdir bizi men eyleyecek bâğ-ı cinândan,
Mevrûs-ı pederdir gireriz hane bizimdir…”
“Cennet bahçelerinin kapısına geldiğimde giremezsin diye birisi olacağını hiç sanmam.” diyor Nâbi. Niye üstad? “Babadan miras. Baba toprağına izin alıp mı gireceğiz?” diyor. Tabi, siz Nâbi merhum şairliğe sığındı da lakayt davranıyor diye zannetmeyin. Mahcup eder, iki üç yaprak çevirirsiniz aynı Nâbi’nin bu defa şunu dediğini görürsünüz:
“Ey behişt etmedesin dûzaha nâziş ammâ
Gâlibâ senden anın tâlibi bisyârcadır”
“Ey Cennet! Cehenneme karşı baktım ki epey havalısın; haklı olarak tabii, yükseksin, genişsin, güzelsin, iyiler sende, tam havan yerinde. Havanı bozmak istemem ama gücenmezsen şunu da söyleyeyim: Onun da müşterisi fazla.”
Yani aslında ortada bir lakaytlık yok. Şair, kendi üslubu içerisinde bize cenneti de cehennemi de adres göstererek gayet güzel anlatıyor.
Dönelim şiirin izahına, ne demişti Yahya Kemal üstad?
“Kan aktığı günden beri cân ü tenimizden
Yâkuut fer almış denilür ma’denimizden
Açmaya çalışıyorum:
Bir defa yakuttan bahsediyor. Nedir yakut? O, kırmızı lal taşı. Kırmızı taş, dalıp gideceğin bir güzellik. Bildiğin taş ama yakut remizdir. Efendimizi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) remz eder. Bir Arap şairinin mısrasına atıf yapar:
“Muhammedun beşerun lâ kel beşer
Bel hüve yâkûtu beynel hacer”
“Nasıl ki yakut taş olduğu hâlde diğer taşlara benzemez. İnsanda diğer insanlara benzemez.”
Herkes kendi üslubuyla söylüyor. Tabii Şeyh Galip insanı tarif ederken insan mahcup oluyor:
“Ey dil ey dil niye bû rütbede pür-gamsın sen
Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen
Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen
Bildiğin gibi değil cümleden akvamsın sen
Rûhsun nefha-i Cibrîl ile tev’emsin sen
Sırr-ı Hak’sın mesel-i Îsî-i Meryemsin sen.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.”
Sekiz mısrada yazdığı bir doktora tezidir.
“Seni üzgün gördüm hayırdır? Kaşlarını çatmışsın, mahzunsun. Niye üzüldün sen? İnsan üzülür mü?” diyor. Üzülmez mi insan bir sürü derdimiz var, diyecek oluyorsun cevap veriyor: “Bedene takıldın, üzülürsün. Çünkü devamlı yıpranıyor. Hâlbuki beden senin eşiğin, sen ruhsun. Ruh üzülür mü? Ruh ölür mü? Dert çeker mi? Sen Allah’ın dostusun, haberin var mı? Allah, seni kendine muhatap kabul etti. Melekleri secde ettirmekle şereflendirdi. Kıbleniz Adem (Aleyhisselam) diye gösterdi meleklere Âdem.”
Yani bize diyor ki:
Sevildiğini bil! Yanlış yapma! İnsan olmak, o demek. Kıymetini bilmek demek. O kadar kıymetlisin ki bütün kâinatın özetisin, gaye sensin. Allah, seni muhatap kabul etti. Birebir sana hitap edecek. Sana emir verdi, daha ne istiyorsun? Sana yasak koydu, daha ne istiyorsun? Eğer birinin günahı varsa sevinsin. Çünkü ancak iman sahibinin amel defteri olur. Mümin olmayanın günahı da olmaz. Çünkü İdam mahkûmuna bir de para cezası verilmez, bitmiş zaten. Ona yasak değil, niye? Ne yerse yesin, gözden çıkarılmış… Sana, bana emir var. Eğer yasaksa bir şey, demek ki kıymet… Sen, Allah’a muhatapsın. Gördüğünüz gibi insanın kıymetini anlatırken herkes kendi mertebesinden vuruldu…