“İlâhî! Hamdini sözüme sertâc ettim, zikrini kalbime mi’rac ettim, Kitabını kendime minhâc ettim. Ben yoktum vâr ettin, varlığından haberdâr ettin, aşkınla gönlümü bîkarâr ettin. İnayetine sığındım, kapına geldim, hidayetine sığındım, lûtfüna geldim, kulluk edemedim, afvine geldim. Şaşırtma beni, doğruyu söylet; neş’eni duyur, hakikati öğret. Sen duyurmazsan ben duyamam, Sen söyletmezsen ben söyleyemem; Sen sevdirmezsen, ben sevdiremem. Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yâr et bize erdirdiklerini. Sevdin Habibini, kâinata sevdirdin. Sevdin de hıl’at-i risaleti giydirdin. Makam-ı İbrahim’den Makam-ı Mahmud’a erdirdin. Serveri Asfiyâ kıldın, Hâtemi Enbiyâ kıldın, Muhammed Mustafâ kıldın. Salât ü selâm, tahiyyât-ü ikram, her türlü ihtiram O’na, O’nun Al-ü Eshab-ü etbaına yâ Rab!”…
Elmalılı nisbesiyle şöhret bulmuş Hamdi Efendi’nin kaleminden Kelâmullah’ın tefsirine dair eserine giriş niyazıdır bu satırlar… İslâm ümmeti hangi vesileyle el açsa Mevlâ Teâlâ’ya, gönlündekine tercüman olan dilin ilk sözü; İslâm ulemâsı hangi işe el atsa, kelâmına kalemine kitabına ser-tâc/baştacı olan ilk satırı: Hamdele/Elhamdülillâhi Rabbi’l-Âlemîn’dir. Gelenek kavramına, tasavvuruna önad olabilecek ne varsa hepsinin önündedir Hamdele, Besmele’den sonra, zira Üslûbullâh’tandır. Hamd ile olmaya niyet, Hamd’in tek Sahibi’ne münhasır bir ubûdiyet, en başından en sonuna, işin her adımında, her durumda O’na tevekkül, teslimiyet… Hem ilâhî emirdir; hem insânî hâli arz; hem girizgâh, hem de nihâî söz, neticedir… Peygamber Efendimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) “Allah’ a hamd ü senâ ile başlamayan her mühim işin feyzi ve bereketi olmaz.”[1] sözüyle ümmetine ikazda bulunduğu, söz ve fiilde karşıla(n)ma ve uğurla(n)manın kendisiyle mânâ bulduğu Hamdele’yi Rabbimiz Kelâm’ında nasıl zikreder? Anlamaya, hayatımızdaki yerini anlamlandırmaya çalışalım…
Kur’ân’ın Dilinden Hamdele
Kur’ân’ı Kerîm’i okuyabilmek için şimdilerde gözlüklerini alabilmeye ve onlarla görebilmeye can atan, ruhlarıyla kalpleriyle kavrayan, Hamdi Efendi’nin devri ve sonrasında sadece lafzını öğrenebilme öğretebilme uğrunda türlü cefâyı sineye çeken, anlamaya ömürlerini adayan, salih amellerini gözyaşlarıyla süsleyen, yaşları büyük, ruhları taptâze hanım annelerimizi beyefendi babalarımızı yâdederek, rahmet olmasını ümid ederek, Rabbimiz’den de fehmetmeyi niyaz ederek okumalarımıza başlayalım.
Kur’ân’da hamd, kavram olarak sözün akışında, bazen de hamdele olarak formülleşen biçimiyle cümle olarak yer alır. Kur’ân’da altmış sekiz[2] kez zikrolunmuştur. Esmâü’l-Hüsnâ’dan, hamdin kesintisiz ve eksiksiz biçimini ifade eden Hamîd ism-i şerifi, on yedi ayette zikredilir.[3] Rabbimiz tarafından hamdle tesmiye edilmesi takdir olunan Peygamber Efendimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) Ahmed[4] ve Muhammed isimleri beş kez anılır. Mushaf’ı açan sûre Fatihâ, işe hamd ile başlamayı adet edinen ecdâdın tek örneği değildir. Kur’an’ın diğer sûreleri Fâtır, Sebe, Kehf, En‘âm’da da Rabbimiz hitâbına hamd ile başlar; Teğâbün ve İbrahim Sûreleri’nin ilk ayetinde hamdi zikreder. Sûre sonlarına gelindiğinde hamd sözü tamamlayıcı olur: Neml ve Saffât Sûreleri’nin son ayeti, Tûr, Zümer ve Hicr Sûreleri’nin sondan bir önceki ayetlerinde hamdetmemizin emrolunduğu anlarız. Allah Teâlâ’nın sûrelerin başında, ortasında, sonunda hamd ifadelerini zikrettiği diğer ayetlere gözattığımızda, karşımıza çıkacak ilk cevap, “Hamd kimindir? Kimedir?” sorusuna olacaktır. Zira Kur’an’da hamd yalnızca Allah’ındır; O’nun dilemesiyle ve gecesini namazla ihya etmesi vesilesiyle/şartıyla Makam-ı Mahmûd’un verileceği güzide zât ise Efendimiz’dir (Sallallahu aleyhi ve sellem).[5] Kur’ân’daki hamdle ilgili âyetlerin ortak vurgularından biri de hamde mahsus bir zamanın olup olmadığıdır. Kur’ân’da akşam-sabah[6] hamdedilmesi öğütlenirken, güneşin doğuşundan ve batışından önce[7] de hamdsiz kalınmaması tembihlenir. Saat/gün mefhumunun tamamını kapsaması kastedilen hamdin muhatabı, aciz aklı işlemeye müsait olması kaydıyla insan mıdır yalnızca, ya da kimler hamd eder/etmelidir? Kur’ân’a göre Peygamberler[8], ayetlere iman edenler[9], cennete giren salih kullar[10] ve melekler[11]in sözüdür hamd. Bir ayette de hamdetmekle Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazanıp, bu vasıfla bizzat Rabbimiz tarafından adlandırılanlar hâmidûn olarak anılmıştır.[12] Peki hamde konu olan hususlar nelerdir Kur’ân’da? Hamd ifadeleriyle en fazla vurgulanan mesele, hamdin Allah’tan başkasına aidiyetinin tartışılamayacağı, hamdde şirkin/şerîkin imkansızlığıdır. Ayrıca Allah’tan başkasının güç yetiremeyeceği yoktan yaratma, vahiy indirme, hidayet etme, çocuğun bahşolunması gibi konularda hamd edilir. Son olarak hamd tek başına bir eylem midir yoksa duruş/kimlik oluşturan fiiliyatın bir parçası ve niteliği midir diye sorsak Rabbimiz’e? Kur’ân üslûbu ve ayetlerin muhtevasına baktığımızda hamd ile tesbih etmenin yerine getirilen ya da emredilen olduğunu görürüz.[13] Ayrıca hamd ile daima birlikte emredilenlerin bir formülünü vermek istesek, yahut Rabbimiz’in hamdle sonuçlanmasını istediği Mümin tutumunu bir sloganla ifade etsek: “Sabret! İstiğfar et! Hamd ile tesbih et!”[14] üçlemesi karşımıza çıkacak, her derdimize derman olacaktır. Bazen de Rabbimiz tarafından bu tesbihin secde[15] emriyle bütünleştirilmesi, Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) ulaştığı makamı hatırlatıcı, teşvik edici bir örnek olur kul için. Öyleyse hamd hem tek başına, hem de olunması istenenin parçası olarak Müslümanın ahlakını inşâ eden yapı taşlarından biridir.
el-Hamdü Lillah[16] biçiminde kısa ve Rabbi’l-Âlemîn[17] ziyadesiyle uzun formda, Kur’ân’da yirmi dört yerde zikrolunan hamdeleyi sıkça andığımız âyet Saffât Sûresi’nin sonunda yer alır.[18] Mekke’de nazil olan bu sûrede Allah’ın birliği vurgulanır, geçmiş kavimlerin kıssalarına yer verildikten sonra sözü Efendimiz’e getirir Rabbimiz. 149-160. âyetler arasında müşriklerin kızları Allah’a, oğulları kendilerine pay etmeleri konu edilir. Burada tasvir edilen, müşriklerin aile babası Allah fikri, meleklere cinsiyet nisbet edilerek Allah’ın kızları olarak tarif edilmeleri, kadın cinsinin cin şekliyle Allah’la kurduğu münasebet sonucu neseb bağı oluşan, evlenen, doğur(t)an ve doğrulan bir İlah tasavvuru şiddetle yerilir. Bu iftiraların derinine inildiğinde müşriklerin kız/kadın zihniyeti açığa çıkar. Zira Saffât Sûresi’nin nazil olduğu dönem düşünüldüğünde, Mekke’de davetin açıktan tebliğ edilmeye başlandığı -yaklaşık olarak- 3-4. yıllarda eziyette sınır tanınmayan sahabenin ortamı hatırlanır. O gün henüz Müslüman olamamış Ömer’i (Radıyallahu anh) hatırladıkça ağlatan bir mesele olarak, kız çocuklarının namuslarını muhafaza edememe kaygısıyla gömülmesi, iffetle bütünleşen tahire kız figürünün ancak meleklere münhasır bir nitelik olacağı düşüncesini ve insanın başaramayacağı bu niteliğe sahip bir cinni varlığın ancak Allah’a layık görülmesi fikrini oluşturur. O günkü algı için güç fırsatı, kibir imkanı, yarış kabiliyeti olmayan kız çocuğunun doğumu kara haberdir, büyümesi kahır, yetişmesi ziyan… Allah’ın bütün bunlardan münezzeh olduğu, bu iftiraları yapanları bekleyen akıbet, iftiraya uğrayan meleklerin dile gelerek Allah’ın kendilerini yaratışını ve kul oluşlarını aktarmaları, müminlere bahşolunacak nimetler, azabın hemen gelmeyişiyle nemalananlara karşı Peygamber Efendimize (Sallallahu aleyhi ve sellem) yapılan sabır tavsiyesi 160-179. ayetlerde açıklanır. Son nokta ise: “Galebe sahibi Rabbin onların isnâd etmekde oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. Gönderilen (bütün) peygamberlere selâm ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.”[19] ifadeleriyle konur.
Mânası Açısından Hamdele
Hamd kendi ihtiyârı/tercihiyle yaptığı iyilikten, güzellikten dolayı Allah’ı senâ etmektir. el-Hamd, Allah’ın “Allah” olarak tanınmasını gerektiren her hususiyetin üzerinde, “el” takısının marifelik özelliğiyle kendisine benzetilenlerden ayrıldığını, istiğrak anlamıyla hakikatte hamdin bütünüyle O’nun olduğunu, cins ifade etmesiyle hamd diye bilinen ne varsa hepsini topladığını ifade eder. Muhtevasında Allah’ın Kur’an’da olumlu-olumsuz her şartta Rabb’in kudretinden emin ve O’na teslim olma gerekliliğini ifade ederek şükürden ayrılan hamd, lilliahi ifadesiyle yalnızca Allah Teâlâ’ya hasrolunur. Rabb, bir şeyi tedricen kemale erdirme olan terbiye manasındaki mastardır ve ona izafet olan âlem, Allah’tan başka olana verilen addır. Her şey tek başına ya da mensubu bulunduğu cinsle bir âlemdir ve mâsivadır. Ancak buradaki cemî sîgasıyla/çoğul kalıpla kastedilen insandır. Hamdele isim cümlesi olduğundan, marife ile başladığından ve manâen inşâ ifade ettiğinden, lafız kurgusuyla, vurgu üstüne vurguyla Allah’a tazimdir, ihtiram üstüne ihtiramla hamd gerekliliğinin tasviridir, alemlerin her aşamada bizzat Terbiyeci’sine karşı her açıdan hamd hali kuşanmanın işaretidir.[20]
Hamd İle, Hamde(y)le: “Elhamdülillah De!”[21]
Rabbimiz’in Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) önceliğinde bizlerden her söz, fiil ve durumda, Mümin konumumuzun gereğini yapma isteğidir Elhamdülillah demek. “Ya Rabbi! Sana hamdettiğim için de hamdederim.” diyen Üstad Necip Fazıl, hâl ve kâl olarak hamdetme konusunda Rabbimiz’in lütfuna muhtaçlığımızı hatırlatır, hamdin Rabb cihetinden nihayetsizliğini vurgular, sorumluluğumuzun tefekkürdeki naifliğimiz miktarınca artacağına dikkat çeker. Biz de, Rabbimiz’e hamdimizin nacizane bir türü olarak arzetmeye çalıştıklarımıza hülasayı, klasik Türk edebiyatı aynı zamanda Osmanlı edebiyat geleneğinin mutasavvıf şair temsilcilerinden Şeyh Gâlib Hazretleri’nin kalemiyle yapalım. Hüsn ü Aşk’ının ilk beyitleri[22] olan şu ifadeler, O’nun Hamîd Teâlâ’ya hamdindeki derinliğe bir örnek, en azından ufkunu farketmeye vesile olsun:
Hamd ana kim kıldı halka rahmet
Tahmîdde acze virdi ruhsat[23]
Acz olmasa hâl olurdu müşkil
Pây-ı kec-i kilk olurdı der-gil[24]
Ger hamdine yoksa hadd ü ihsâ
Şükr et ki zebân-ı acz gûyâ[25]
Hamd eyle ki verdi şer‘-i ma‘nî
Tahmîd-i Hudâ’da acze fetva[26]
Bahş eyledi ehl-i acze idrâk
Fehvâ-yı şerif-i “mâ-arefnâk”[27]
Âhir yine acz olurdı hâsıl
Ammâ olamazdı kimse vâsıl[28]…
[1] Riyazü’s-Salihin, 1423.
[2] Muhammed Fuad Abdülbaki, Mu‘cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, Kahire, Dâru’l-Hadîs, 1428/2007, s. 266, 267, 268
[3] Bakara Sûresi 267, Hûd Sûresi 73, İbrahim Sûresi 1-8, Hacc Sûresi 24-64, Lokmân Sûresi 12-26, Sebe Sûresi 6, Fâtır Sûresi 15, Fussilet Sûresi 42, Şûrâ Sûresi 28, Hadîd Sûresi 24, Mümtehine Sûresi 6, Teğâbün Sûresi 6, Bürûc Sûresi 8, Nisâ Sûresi 131
[4] Saff Sûresi 6
[5] İsra Sûresi 79
[6] Mü’min Sûresi 55
[7] Taha Sûresi 130
[8] Neml Sûresi 15
[9] Secde Sûresi 15
[10] Zümer Sûresi 74, Fâtır Sûresi 34, Yûnus Sûresi 10
[11] Zümer Sûresi 75, Mü’min Sûresi 7
[12] Tevbe Sûresi 112
[13] Hicr Sûresi 98, Tâhâ Sûresi 130, Secde Sûresi 15, Mümin Sûresi 7-55, Şûrâ Sûresi 5, Kâf Sûresi 39, Tûr Sûresi 48, Nasr Sûresi 3, Bakara Sûresi 30, Ra‘d Sûresi 13, İsrâ Sûresi 44-52, Furkân Sûresi 58
[14] Mümin Sûresi 55, Nasr Sûresi 3
[15] Hicr Sûresi 98
[16] En‘âm Sûresi 1, ‘Âraf Sûresi 43, İbrâhîm Sûresi 39, Nahl Sûresi 75, İsrâ Sûresi 111, Kehf Sûresi 1, Müminûn Sûresi 28, Neml Sûresi 15-59-93, Ankebût Sûresi 63, Lokmân Sûresi 25, Sebe Sûresi 1, Fâtır Sûresi 1-34, Zümer Sûresi 29-74
[17] Fâtiha Sûresi 1, En‘âm Sûresi 45, Yûnus Sûresi 10, Saffât Sûresi 182, Zümer Sûresi 75, Mümin Sûresi 65, Câsiye Sûresi 36
[18] Kur’ân tilaveti, kitap telifi, ders takriri, duâ münacât gibi münferid veya cemaatle yapılan tüm faaliyetlerin sonunda okunan üç ayetin sonuncusudur.
[19] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990, c. II, s. 807.
[20] Yararlanılan Kaynaklar: Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut, 1990/1411; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, 1942; Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Devri Kronolojisi (Tahlil ve Tenkit), İnsan Yayınları, İstanbul, 2003; Yusuf Şevki Yavuz, “Hamdele”, TDVİA, XV, 448-449
[21] İsrâ Sûresi 111, Müminûn Sûresi 28, Neml Sûresi 59-93, Ankebût Sûresi 63, Lokmân Sûresi 25
[22] Beyitleri ve anlamlarını derleyen, aynı zamanda Mesnevî ile mukayese ederek şerheden: Berat Açıl, “Şiirsel Bir Nazire: İlk On Sekiz Beyitleri Bağlamında Mesnevi’nin Gurbet’i Hüsn ü Aşk’ın Acz’i”, Osmanlı’da İlm-i Tasavvuf, Editörler: Ercan Alkan, Osman Sacid Arı, İstanbul, İsar Yayınları, 2018
[23] “Halka rahmet kılan ve tahmidde acze ruhsat veren Allah’a hamd olsun.
[24] Acz olmasa halimiz müşkil olur; kalemin yamuk ayağı çamura batardı.
[25] Onu hamd etmede sınır ve sayı olmasa da aciz dilinin söz söyleyebildiğine şükr et.
[26] Mana şeriatının Huda’nın tahmidi konusunda acze fetva verdiğine hamd eyle.
[27] ‘Seni layıkıyla bilemedik’ biçimindeki mübarek mefhumu acz ehline idraki bahş eyledi.
[28] Sonuçta yine acz meydana gelirdi fakat kimse ona ulaşamazdı.”…