EMİN HOCAEFENDİ VE MUSA TOPBAŞ
Emin Hocaefendi, Topbaş ailesini hacca Mısır yolu üzerinden gidiyor olmaları vesilesiyle tanımıştır. Topbaş Ailesi, Mısır’a uğradıklarında Türk öğrencileri de ziyaret ederek maddî yardımda bulunurlardı. M. Emin Hocaefendi’nin kayınpederi vesilesiyle Türkiye’ye döndükten sonra da görüşmeleri devam etmiştir. Bu günleri Hocaefendi şöyle dile getirmektedir:
“Mısır’da okuduğumuz sıralarda Musa Efendi’nin ağabeyi Nuri Bey ve Hulusi Bey, hacca Mısır üzerinden giderlerdi. Mısır’a geldikleri zaman Türk öğrencilerinin kaldığı yurdu ziyaret ederler, onlara maddî yardımlarda bulunurlardı. Nuri ve Hulusi Bey bizim de odalarımıza gelir, hâl ve hatırlarımızı sorar, hediyelerini bırakırlardı. İşte Topbaş ailesi ile o günlerde başlayan hukukumuz Türkiye’ye dönünce de devam etti. Türkiye’ye dönünce bir de baktım ki kayınpederimin de dostları; onu da sıklıkla ziyaret ediyorlardı. Bizim evi birçok kez ziyaret etmişlerdir. Sami Efendi Hazretleri de kayınpederimi ziyaret ederlerdi.”
Hocaefendi hatıralarında Musa Efendi’nin evladını özenle terbiye edişine ve yaşadıkları olağanüstü hadiseye de değinir. “Musa Bey, oğlu Osman Bey’i İmam-Hatib’e vermişti. Hatta basirete bakın ki fakir çocuklarla yatıp kalkmasını öğrensin diye mektep yurdu daha tamamlanmamış olmasına rağmen oğlunu burada yatılı bıraktı.”
“Bir hadise daha vardı ki insanın aklına gelecek bir iş değildir. Tahtakale’de yangın çıkmış. Çoğu esnafın dükkânı yanmış. Onların dükkânının bulunduğu yerin etrafındaki dükkânlar yanmış ama kendilerinin dükkânına bir şey olmamış, orada gördük o hadiseyi. Neden? Çünkü takdir-i İlâhî.”
Hocaefendi, Musa Efendi’nin varlık içerisinde bulunmasına rağmen sapmadan istikamet sahibi oluşuna sık sık dikkat çeker. Musa Efendi’nin üstadı Sami Efendi’ye mahfiyetkârane hizmet edişini takdirle anar.
“Musa Efendi’nin kolaylıkla mı oraya çıktığını zannediyorsunuz? ‘Zenginlik insana bir tuğyan sebebidir.’[1] buyuruyor Yüce Mevlâmız. Gerçekten de zenginlik imtihanı, fakirlik imtihanından zordur. Musa Efendi o zenginlik içinde yükselmeyi başarabilmiştir.”
“Ben Musa Efendi’nin vaktiyle Sami Efendi’ye nasıl hizmet ettiğini biliyorum. O derece dikkat, tevazu, mahviyat. Gerek buradaki ve gerekse hac mevsimindeki hizmetlerini anlatmak mümkün değil. İçinde bulunduğu zenginliğe rağmen Sami Efendi’nin misafirlerine son derece büyük bir hizmetkârlık yapardı. Bizzat kendi elleriyle ikramlarda bulunurdu. Bu hizmetlerinin hepsi onun o kemâle erişmesine neden olmuştur. Bu yüzden ehl-i iman ve ehl-i irfan olarak ahirete göçmüştür. Bu makamlara ulaşmak kolay olmuyor. Maddeten ve manen büyük fedakârlıklar gerekiyor.”
TÜRKİYE’DEN ÖNEMLİ İSİMLER
Emin Hocaefendi’nin Türkiye’de İslâm namına hizmet için yola çıkmış her kesimle irtibatı mevcuttur. Nitekim irtibatta olduğu isimlere bakıldığında, onların çoğunun Türkiye’nin dava ve hizmet öncüleri oldukları dikkat çekmektedir.
Hocaefendi’nin tanıklıkları bilhassa önemlidir. Türkiye’nin tevcih ve irşadında önemli rol oynayan isimlere dair Hocaefendi’den öğrendiğimiz malumatın tarihî değeri büyüktür.
İSKİLİPLİ ÂTIF EFENDİ
Frenk Mukallidliği ve Şapka adlı risalesi sebebiyle şapka kanununa muhalefetten idama mahkûm edilen İskilipli Âtıf Efendi sırasıyla Fatih Camii Müderrisliği, Arapça öğretmenliği, medâris müfettişliği ve Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi kısm-ı Âlî Tefsîr-i Şerîf ve Medresetu’l Kudât’ta hikmet-i teşrîiyye müderrisliği gibi görevlerde bulunmuş ve “Sebilü’r-reşad” ve “Beyânu’l-Hak”ta yazılar kaleme almıştır.
İskilipli Âtıf Efendi’ye dair bir takım malumatı birinci kaynaklardan ve bilhassa hocası Ali Haydar Efendi’den dinleyen M. Emin Hocaefendi, Âtıf Efendi’ye dair şu hususları dile getiriyor:
“Ali Haydar Efendi, İskilipli Âtıf Efendi için ‘O azimetle amel etti, biz ruhsatla amel ettik.’ der, ellerini dizlerine vurur, ‘Âtıf Efendi kardeşimiz kazandı, biz kaybettik.’ derdi. Onlar ders şerîkidir, beraber Çarşambalı Ahmet Hamdi Efendi’den okumuşlar.”
“O dönem öyle bir devir ki zor şeyler geçirmişler. İnsan da zayıf… Bazıları ruhsatla bazıları azimetle amel etmişler. Ali Haydar Efendi demişti ki: ‘Bir gece rüyamda görmüştüm ki bir çocuk annesi tarafından nasıl okşanırsa Resulullah da (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Âtıf Efendi’yi (Emin Hocaefendi’nin sesi titremeye başlıyor ve gözyaşlarına boğuluyor) kucağına almış, öyle okşuyor…”
“Âtıf Efendi müdafaasını hazırlıyor… Sonra sabaha kalkınca o müdafaayı yırtıyor. Sarığını düzeltmeye başlıyor. Ali Haydar Efendi: ‘Âtıf Efendi Kardeşim! Sarık düzeltme zamanı mı? Yarın akıbetimiz belli olacak.’ diyor. Âtıf Efendi: ‘Yok, yok.’ diyor, ‘Ben Resulullah’ı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) rüyamda gördüm. ‘Âtıf yanımıza gelmek istemiyor musun?’ buyurdular. Ben yarın gidiyorum.”
BABANZÂDE AHMET NAİM
Osmanlının son döneminde yaşamış olan âlim, mütefekkir, mütercim Babanzâde Ahmet Naim’in hadisçiliği, Sahih-i Buharî’nin Tecrîd-i Sarîh Tercümesi’ne yazdığı 500 sayfalık mukaddimede ortaya çıkmaktadır. “Tecrîd-i Sarîh” mütercimi Babanzâde Ahmed Naim Efendi eseri tamamlayamadan vefat etmiş, daha sonra bu tercümeyi Prof. Dr. Kâmil Miras tamamlamıştır. Babanzâde, ihlası, takvası ve ezana muhabbet ve ihtiramı ile hatırlanan mübarek bir zat idi.
“Babanzâde… O çok muhterem bir kimseydi. Onun hakkında ulemâmızın hep takdir ve ihtiram ifade eden sözlerini işitmişimdir. Bekir Hâki Efendi derdi ki: ‘Ben onun gibi Ezan-ı Muhammedî’ye İhtiram eden bir kimse görmedim. Rahlesinin başında, ezan okunurken ayağa kalkar. Fatih meydanında giderken ezan okunurken durur, Ezan-ı Muhammedî’yi kemal-i ihtiramla dinler.’ Mehmed Akif de onu çok severmiş, kabrini Ahmed Naim Efendi’nin hemen yanına istemiş. Onlar mübarek insanlardı.”
“Hatta işittiğime göre Latin harfleri kabul edilince ‘Artık benim yazacak bir şeyim kalmadı.’ diyerekten Buharî Şerîf’in ikinci cildinin tercümesinden sonra kalemini kırmıştır. Yazının değişmesi çok büyük bir meseledir, o çok insanların kalbini yaktı. Hatta Abdülhakim Efendi’nin kardeşi Taha Efendi, harflerin değiştirildiği gün, ‘Eyvah bu felaket de mi başımıza gelecekti? Artık ben çok yaşamam.’ demiş ve o gün ikindi vakti vefat etmiştir. Yeğeni Ahmet Tevfik Bey’den dinlemiştim.”[2]
[1] Teğabün Suresi 15
[2] İlyas Karaduman’ın “İlim Geleneğimizin Örnek Şahsiyeti Mehmet Emin Saraç” kitabından derlenmiştir