Çarşamba, Kasım 19, 2025

Zehra Türkmen

İkra Harmancı

Paylaş

Eğitimci ve yazar olarak tanıdığımız Zehra TÜRKMEN meslekî kimliği dışında sizce kimdir, kendinizi kısaca tanımlar mısınız?

1978 yılında Erzurum’da dünyaya geldim. Dört kardeşin en küçüğüyüm. Ortaokul ve lise dönemlerimi İstanbul’da bir Kuran Kursu‘nda geçirdim. O zaman diliminde açıköğretimden orta ve lise sınavlarını bitirdim. Üniversite hayatım 28 Şubat dönemine denk gelmişti. Bu nedenle uzun bir süre üniversite eğitimime ara vermek zorunda kaldım. O dönemde Özgür-Der ile tanıştım. Özgür-Der bünyesinde faaliyet gösteren Özgür Çocuk Kulübü’nü kurduk. Ve halen çalışmalarımıza devam ediyoruz. Evliyim ve Rabbimin emaneti olan bir erkek, iki kız evlada sahibim.

Sosyoloji Bölümü’nü seçmenizde etkili olan bir kişi/olay/durum olmuş muydu? Bu alanda çalışmamış olsaydınız hangi alanı seçerdiniz?

Aslında Sosyoloji benim çok aklımda olan bir bölüm değildi. Ben hep gazeteci olmak istiyordum. Bu yüzden de Radyo Televizyon bölümünü tercih etmiştim. Ama 28 Şubat Darbesi yaşanınca üniversite hayatım başlamadan bitmiş oldu. Hatta bu bölümü okumak için yurt dışı imkanım olmuştu. Bir takım sebepler nedeniyle yurtdışına gidemedim. Üniversite hayatına 2013 yılında dönebildim. O zamanda Özgür-Der’in anaokulunu işletiyordum. Hem iş yoğunluğu, hem yoğun sosyal çalışmalar nedeniyle daha rahat okuyacağım bir bölüme kayıt yapmak istedim. Bir de 18 yaşındaki hayata bakışınız, tercihleriniz, enerjiniz ile artık 35 yaşında ki hayattan beklentileriniz de çok farklılaşıyor.  Sosyolojinin bana katacağı okumalarla günlük hayattaki karşılaştığımız bir takım sorunlara daha kolay cevap verebileceğimi, bu konuda bana katkı sağlayacağını düşündüm. Zaten aldığım Kur’an-ı Kerim eğitimi bana fıtrat, toplumsal çözülme ve mağlubiyetler karşısında sosyal tavır ve şahitlik, toplumsal yasalar ve Sünnetullah gibi konularda sabit ölçüler kazandırmıştı. Sosyoloji eğitimi bu ölçülerin sosyal karşılıklarını muhasebe etme imkanı verdi. “Hamdolsun iyiki okudum.” diyorum.

Ailenizin size kazandırdığı veya ondan örnek alarak yaşamınızın her anında etkisini hissettiğiniz bir davranış, alışkanlık var mıydı? Var ise bizlere biraz bahseder misiniz?

Ailemden kazandığım en güzel alışkanlık akşam yemeğinde herkesin mutlaka bir arada olmasıdır. Rahmetli dedemden bu alışkanlığı kazanmıştım. Akşam sofrasını çok önemserdi. Hayati bir mesele olmadığı müddetçe herkes o sofrada bir araya gelirdi. Hem yemek yenir hem de herkesin gününün nasıl geçtiğinin bir değerlendirmesi yapılırdı. Bu konuda ben de biraz hassasım. Mümkün mertebe akşam yemeğini ailece yemek ve dedemin bize öğrettiği gibi herkesin birbirinden de haberdar olduğu bir ortama dönüştürmeyi önemsiyorum.

Bir de kıyafet konusunda minimalist yaşamayı seviyorum. Aslında yine dedemden kalan ve alışkanlığa dönen bir davranış. Fazlaları tutmayıp vermemizi anlatırdı. Dolabımda genelde aynı sayıda kıyafet olur. Yeni bir kıyafet alırsam veya yeni bir kıyafet hediye gelirse mutlaka dolaptan onun yerine bir kıyafetimi çıkarır ve ihtiyacı olan birisine veriririm. O yüzden dolaptaki kıyafet sayım hiç değişmez. 13 yaşımdan beri süregelen bir alışkanlığımdır.

Tedrici eğitim nedir? Bizlere kısaca bahsetmeniz mümkün müdür?

Tedric sözlükte derece kelimesinden türeyen “bir kimseyi bir şeye aşamalı biçimde yaklaştırmak ve alıştırmak” anlamına gelir. Tedrici eğitim de insanın fıtratı gözetilerek aşamalı bir şekilde eğitilmesi anlamındadır. İnsan dünyaya gelirken önce emekler, sonra adım atar, yürür ve en sonundada koşar. İnsanın eğitimi de tıpkı insanın yürüyüş serüveni gibidir. Aslında Rabbimiz insanın tabiatına tedrîcîlik kânununu koymuştur, diyebiliriz. Yaratılışımızda ve yaşantımızdaki şeyler birden bire, aniden ve hemen olmaz. Adım adım, yavaş yavaş şartlar oluşur ve sonra meydana gelir. Bu nedenle tedrici eğitim, bilgiyi, düşünceyi, bir işi veya oluşu insana birden yüklemek değil de ihtiyacı ve seviyesine göre aşama aşama, merhale merhale kazandırmaktır. Tıpkı bir merdivenin basamaklarını teker teker çıkmak gibi.

Aslında tedric Kur’anı Kerim’in de 23 senede inzal olmasının temel sebeplerinden birisidir. Kur’an-ı Kerim’de içki gibi o toplumda çok ciddi alışkanlık haline gelmiş bazı haramların da tedrici bir şekilde yasaklandığını görmekteyiz. Tüm Resuller ve son Resul Muhammed de (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) insanları ve gönderildikleri toplumları tedrici bir metod ile değiştirme ve dönüştürmeye çalışmışlardır. Allah Resulü’nün günlük hayattaki birçok yaklaşımında da tedrici eğitimin örneklerine rastlamaktayız.

Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) evlatları ile arasındaki ilişkiye baktığımızda aralarındaki tedrici davranış örnekleri nelerdir? Hangisi sizi daha çok etkilemektedir?

Allah Resulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tedricilikle ilgili bence en önemli eğitim metodu namaz ile ilgili olan metodudur.  “Çocuklarınızı yedi yaşında namaza alıştırınız. On yaşına geldiğinde kılmazlarsa ısrarcı olunuz.” Buyrulmuştur.

Bu rivayette ibadetlerin çocuklara küçük yaşta ve aşamalı bir şekilde verilmesinin önemini görmekteyiz. Aşamalı bir şekilde kazandırılmayan ibadetler buluğ çağına gelen çocuk için bir anda zor gelebiliyor. Oysa yaşına ve algısına göre aşama aşama kazandırılan ibadetler belli bir zaman sonra alışkanlık haline gelerek, zorlanmayı azaltacak ve o ibadeti kolaylaştıracaktır. Tedrici eğitim için Resul’ün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) namaz örneğini aslında tesettür gibi başka ibadetlerin kazanımında da metod olarak kullanabiliriz.

Sahihayn’da yer alan bir hadiste çocuklar dışında Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Muâz bin Cebel’i Yemen’e gönderirken ona verdiği tavsiyelerde de tedriciliği görmekteyiz: “Muhakkak ki sen Ehl-i Kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın Resulü olduğuma şehadet etmeye davet et. Şayet buna itaat ederlerse, Allah’ın kendilerine bir gündüz ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Bunu kabul edip itaat ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere kendilerine zekâtın farz kılındığını haber ver. Buna da itaat ettikleri takdirde, mallarının en kıymetlilerini almaktan sakın! Mazlumun bedduasını almaktan çekin, çünkü onun bedduası ile Allah arasında perde yoktur.

Din eğitiminde aile tutumları çocuklara karşı nasıl olmalı?

Öncelikli olarak bizler müslüman aileler veya bireyler olarak Kur’an bütünlüğünden yola çıkarak insanı ve özelde de çocuk fıtratını okuyup, en uygun eğitimi nasıl vereceğimiz üzerinde istişare etmeliyiz. Yaşadığımız bu modern çağda nasıl daha iyi Müslüman şahsiyetler yetiştirebiliriz konusuna kafa yormalı, bu meseleyi tartışıp, konuşabilmeliyiz.

Bildiğiniz gibi çocuğun bazı evreleri vardır. Doğum ve bakımı, 6 yaşa kadar olan süreci (ki bu yaş aralığı çocuğun kişiliğinin şekillenmesi, kimliğinin oluşması bakımından oldukça önemli bir dönem), 6 yaş üstü ve son olarak da ergenlik dönemi. Genel olarak şöyle bir tanımlama vardır: Çocuklarda 6 yaş taklit, 6-12 yaşa arası talim ve 12 yaş üzeri tahkik dönemi olarak değerlendirilir. Eğer 12 yaşa kadar tutarlı bir din eğitimi verilirse 12 yaştan sonra gençliğe adım atan çocuklarımızın tahkik ederek doğru ve tutarlı bir hayatı tercih etmeleri kolaylaşır.

Öncelikle şunun altını çizmek gerekir ki, Müslüman anne ve baba için çocuklarının ilk eğitiminin kendi sorumluluklarında olduğu Kur’an’a göre açık bir durumdur. Rabbimiz, Tahrim Suresi’nde “hem kendimizi hem çoluk çocuğumuzu cehennem ateşinden korumamızı” istemektedir. Yine Efendimiz’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nakledilen bir rivayete göre “Her çocuk fıtrat üzere doğar. Onu anne babası şekillendirir.“  Dolayısıyla çocuğun eğitiminde aile, temeli oluşturmaktadır.

Din eğitimi konusuna gelecek olursak, çocuğun yaş evrelerinin dikkate alınması önem arzetmektedir. 6 yaş öncesi evrede çocuğun daha çok görsel düşüncesi ön plandadır. Sizin ne dediğinizden daha çok ne yaptığınıza bakar. Taklit en güçlü öğrenme biçimlerindendir.  Dolayısıyla o yaş evresinde sözlerden çok davranışlar etkilidir. Çocuklar büyükleri taklit ederek yeteneklerini geliştirir. Bu nedenle o yaşlardaki çocukların yetişkinler gibi dini konularda ciddi olmasını bekleyemeyiz. Bizi namaz kılarken gören çocuğumuz yanımıza duracak, bizi gözlemleyecek, bizim gibi namaz kılmaya çalışacak, bizi taklit edecektir. Bunu kimi zaman oyuna dönüştürecek, sırtımıza çıkacak, dikkatimizi çekmek için komiklikler yapacaktır. Bu durumlarda surat asmadan, kızgınlık belirtisi göstermeden namaza devam etmek önemlidir. Çocuk namazın hem kızılmayacak bir ibadet olduğunu anlayacak hem de namazımızı bozmadığımız için ciddi bir iş yaptığımız düşüncesine kapılacaktır.

Allah Resulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayatında da bu tarz örneklerle karşılaşmaktayız. Mescid-i Nebevî’de namaz kıldırırken bazen torunlarından birinin gelip sırtına çıktığı, Resul’ün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de bu şekilde namaza devam ettiği rivayet edilmektedir. Bundan murad edilen şey çocuğun zihin dünyasında dinin korkutucu, yakıcı değil de, insanı seven bir yönü olduğunu vurgulamaktır. Çünkü çocuklarımız bu yaş döneminde sevgi dolu bir din anlayışı kazanırlarsa Allah Teâlâ’yı da o derece seveceklerdir.

Bunun için şu çarpıcı örnek hep verilir. 4-5 yaşlarında iki çocuk konuşurlar. Biri diğerine “Allah Teâla’yı mı daha çok seviyorsun, Peygamberi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mi?” diye sorar. Çocuk düşünmeden Peygamberi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha çok sevdiğini” söyler. Diğer çocuk nedenini sorduğunda ise, “Çünkü Peygamberin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) cehennemi yok.” diye cevap ile karşılaşır. Bu bize şunu gösteriyor ki çocukların dini algılarında korku dilinden önce sevgi dilini, cehennemden önce cennetin varlığını bilmeleri, Allah Teâlâ ile barışık nesiller yetiştirmek hususunda önemlidir.

Bir çocuk 7 yaştan itibaren ise artık ibadetlere fiili olarak hazırlanmalıdır. Bu zaman zarfında çocuk önce bilgilendirilmelidir. Örneğin namaz kılması gerekiyorsa önce namaz konusunda bilgi verilmeli, sonrada bu bilginin davranışa geçmesi için kolaylık sağlanmalıdır. Belki bir anda beş vakit ile değil de bir vakit ile başlayıp, belli bir zaman sonra yeni bir vakit ilave edilerek tedrici metod ile ibadet alışkanlığı kazandırılmalıdır. Bu zaman diliminde de ailenin rol modelliği önemlidir. Evde cemaat olarak namaz kılmak, bazı zamanlar camiye gitmek gibi, ibadeti ailece ortak bir hale dönüştürmek, çocuk için hem kolaylık sağlayacak hem de o ibadete karşı sevgisini de artıracaktır.

İbadetlerin kazanımında ödül ve ceza konusu da, dikkat edilmesi gereken hususlardan birisidir. Bazen aileler tarafından bu konu abartılmakta ve bu abartı yanlış bir ahlaka dönüşebilmektedir. Elbette namaz kılanla kılmayan veya tesettüre girenle ve girmeyen çocuk bir olmaz, olmamalıdır Allah katında da bir olmaz, kullar katında da. Bu nedenle ilk alışma dönemlerinde onlara iltifat ederek, sırtlarını sıvazlayarak, zaman zaman hediyeler alarak motivasyonlarını artırmak önemlidir. Lakin ödülü bir koşul haline getirmek, çocuklarımızda yanlış bir ahlak oluşturacaktır.  Farkında olmadan dini bir ticarete dönüştürmemek ve din tüccarı nesiller yetiştirmemek hususunda çok hassas ve dengeli yol almak gerekmektedir.

Din eğitimi adına yapılan önemli yanlışlardan biri de çocuğun fıtratına aykırı tutum ve davranışlarda bulunmak. Mesela, solak bir çocuğa zorla sağ elle yemek yedirmek ve “Eğer şu elinle yemezsen Allah seni yakar, Allah seni sevmez.” tarzında yanlış söylemlerle fıtrat zorlanmaktadır. Bu hali düzeltme veya eğitme gayreti başka, zorlama olayı başka bir durumdur. Korku dili ile yetişen çocuklarda kalpsiz bir dindarlık oluşuyor. Kalpsiz dindarlık ise din yorgunu gençlerin yetişmesine sebep oluyor. Kalbi önceleyelim ki çocuklarımız ve gençlerimiz kalpsiz bir dindarlık öğrenmesin ve yaşamasın.

Din eğitimi konusunda aceleci tutumlarda bulunmak da çocuğumuzun gelişimi açısından sorun oluşturabilmektedir. İbadetleri kazanırken hemen herşey olsun mantığı yerine yavaş yavaş da olsa düzenli ve devamlı olmasını önemsemek ve çocuklarımıza, gençlerimize zaman tanımak gerekmektedir. Ve tabiri caizse tedaviye sürekli devam etmek, bıkmadan, usanmadan, ara vermeden, ümidimizi yitirmeden hatırlatmak, emek vermek, bu sürecin uzun bir zaman alacağı bilinci ile hareket etmek önemlidir.

Özetle şunu ifade edecek olursak, Medine modelini ve daha sonraki sahih toplumsal modelleri yitiren bizlere düşen, talep edenler olarak kendi eğitimimiz kadar çocuklarımızın eğitimi için, içinde bulunduğumuz safha ve gerçekliğimiz çerçevesinde açılımlar yapmaktır. Batılı paradigmanın küresel egemenlik kurduğu bir süreçte, yaşadığımız topraklar da bu kuşatmadan azade değildir. Kuşatmaları aşabilmek için önce fıtrat ve vahiyle bütünleşen bir bilinç düzeyi yakalayabilmeliyiz. Bu konuda modelleşen vahyi izleri kendi tarihsel şartları içinde doğru çözümlemeliyiz. Ayrıca Mekke dönemi kuşatması karşısında insanları bilinçlendirmekten çocuk eğitimine kadar, Kur’an-ı Kerim vahyinin ölçüleriyle medeni bir örneklik gösteren Resüllulah’ın uygulamalarını kavramalı ve günümüz şartlarında bu güzellikleri nasıl hayatlaştırabileceğimiz konusunda kafa yormalı ve ulaştığımız doğruları amelleştirmeye çalışmalıyız. Baskı rejimlerinin yasakları, baskıları karşısında ve inancımızın özgür olmadığı şartlar altında elde ettiğimiz çözüm ve kazanımları paylaşmayı bir dayanışma sorumluluğu olarak algılamalıyız.

3-6 yaş çocuk bir binanın temeli gibidir, temel sağlam olursa sonrasını daha sağlıklı yürütebilirsiniz.” İfadenizde çocukluk döneminin ne kadar önemli olduğunu vurguluyorsunuz. 3-6 yaş çocuklarımızın mahremiyet eğitimini nasıl vermeliyiz? Sizce dikkat etmemiz gereken hususlar nelerdir?

Mahremiyet eğitimi, Rabbimizin buyruğu gereği, çocuklara aileleri tarafından verilmesi gereken en önemli eğitimdir. Zira Kur’an-ı Kerim’in Nur Suresi’nde bu konuya dikkat çekilmiş ve Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“…Henüz erginlik çağına ermemiş olan (çocuk)lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. (Bu) Üçü sizin için mahrem (vakitleri)dir…”

Bu ayete baktığımız zaman mahremiyet eğitiminin öncelendiğini ifade edebiliriz. Çünkü mahremiyet eğitimi çocuğun, kendisinin ve diğer insanlarının özel alanlarının farkına varmasını sağlar. Çocuğun kendi özel alanını korumasını öğretir. Aynı zamanda diğer insanların da özel alanlarını bilip o alanlara saygı duymayı öğretir. Mahremiyet eğitiminin verilmesi çocukların ruhsal ve cinsel açıdan korunmaları adına da çok önemlidir.
Çünkü mahremiyet eğitimi almış olan bir çocuk, başına gelen herhangi olumsuz bir olayda, olayı tam anlamıyla idrak edemese de, bir şeylerin yanlış ve ters olduğunu fark edecektir, buna karşı bir direnme veya refleks geliştirecektir. Mahremiyet eğitimi aslında anne karnında başlar desek abartmış olmayız. Annenin hamileyken çocuğunun mahremiyetini koruması ile başlar ve hayat boyu devam eder. Çocuk dünyaya geldiğinde annenin ulu orta çocuğunu emzirmemesi, altını herkesin gözü önünde değiştirmemesi mahremiyet eğitimini temelini oluşturur. Çocukta çok küçük yaşta beden algısı gelişir. Dikkat edeceğimiz mahremiyet eğitimi ile çocuklar bedenlerinin kendilerine bir emanet olduğunu ve bu emaneti fıtratlarına göre korumaları gerektiğini öğrenirler. Bu algıyla beraber özellikle iç çamaşırları ile kapatılan bölgelerin çok özel bölgeler olduğunu ve kimsenin bu bölgelere dokunma hakkının olmadığını 6 yaşına gelinceye kadar çocuklara anlatmak gerekir. Çocuğun zihnine şu başlıkları kazandırmak önemlidir.

  1. Bedenin sana emanet.
  2. Bedenine temasta söz sahibi sensin.
  3. Müsaade etmeden kimse sana dokunamaz.
  4. Sen itibarlı ve eşsiz bir varlıksın.

Bunlarla beraber mahremiyet eğitiminde evde bile olsa istediğimiz gibi giyinemeyeceğimizi, hiç kimsenin yanında çıplak olamayacağımızı anlatmak gerekir.

Ayrıca şu ilkelere büyükler olarak dikkat etmemiz önemlidir:

– Spor yaparken mahremiyete dikkat!

– Banyo yaparken mahremiyete dikkat!

  • WC’de mahremiyete dikkat!

– Sünnet merasimlerine dikkat!

  • Fıtrata uygun oyuncak!
  • Çocuğun yanında izlediklerimize dikkat!
  • Üzerimizi değiştirirken dikkat!
  • Belli bir yaşa gelince kardeş yataklarını ayırmak!

Bunlar gibi temel konulardaki hassasiyetimiz, çocuklarımızda mahremiyet duygusunun oluşması ve gelişmesine yardımcı olacaktır.

Günümüzde anlatmakta ve yaşamakta zorlanılan konulardan birinin tesettür olduğunu görüyoruz. Tesettürü evlatlarımıza sevdirmek için neler yapmalı ve onlara tesettürü nasıl anlatmalıyız?

Bugün hayatın her alanında Müslümanlar olarak büyük bir yozlaşma ve kuşatma ile karşı karşıyayız. Bu kuşatmaya “Modern Cahiliyye” diyebiliriz. Her açıdan çok hızlı değişimler yaşıyor ve bu değişimlere bağlı olarak da ciddi dönüşümler geçiriyoruz. Günümüz cahiliyyesinin siret-i Nebi dönemindeki cahiliyyeden daha daha güçlü ve örgütlü olduğunu söyleyebiliriz.

Çoğu zaman doğrularımızı hayata geçirirken kafa karışıklıklarımız, çelişkilerimiz, tıkanmışlığımız ve modern cahiliye karşısında yetersizliklerimiz söz konusu olabiliyor. Özellikle hayatın anlamını kavrama sürecinde olan çocuklarımız ve gençlerimiz bu kafa karışıklığını biraz daha fazla yaşıyor. Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim’de 4 farklı ayette yer alan vahye ve fıtrata aykırılığı iade eden ayetlerden birisi Ahzab Suresi’nde geçtiği üzere “giyim tarzı” ile ilgilidir.

Kılık kıyafetten eğlence anlayışına, kadın erkek ilişkilerine, çekirdek aile hayatına, tüketim anlayışımızdan ibadetlerimize varana kadar insan havsalasını zorlayan bir yozlaşma, çürüme ve sekülerleşme krizi karşımızda dikiliyor.

Bu nedenle de özellikle tesettür konusunda çocuklarımız biraz daha fazla zorlanmaktalar. “Başörtüsünü kendilerine yakıştırmadıkları, başörtüsü ile istediklerini yapamadıkları” gibi mazeretlerle beraber “başörtüsü takmalarının nefislerine ağır geldiğini” belirtiyorlar. Ve ayrıca bu düşüncelerin yanında İslam’ı gaybi, itikadi, ibadi, siyasi, sosyal, ekonomik ölçüleri boyutuyla din veya bir dünya görüşü olarak yeterince kavrayamamışlar. Bu bağlamda alt yapı sağlayacak yeterli ve kuşatıcı bir eğitim ve öğrenimi alamamış olmalarının da büyük bir etkisi vardır. Bu nedenle bu kardeşlerimize hayatımızda daha fazla yer açmamız, onlara merhametle yaklaşarak daha fazla emek vermemiz hepimizin sorumluluğudur. İnsan esnek bir varlıktır. Bulunduğu ortamın şeklini alır. Bu gençlere şekil vermek, bizim de sorumluluğumuzdur. Özellikle küçük yaşta tedrici bir şeklide tesettür eğitimine alıştırmak, İslami aidiyet duygularını pekiştirecek arkadaş ortamlarını oluşturmak ve bu ortamların sürekliliğini sağlamak çocuklarımız ve gençlerimizin kendilerine olan güvenini de artıracaktır.

Bir konuşmanızda Eğitimimiz hayatla başlar ve ölümle sona erer.” demiştiniz. Bir anne ve eğitmen olarak gençlere tavsiyeleriniz neler olur?

Dünya hayatını insanoğlu için oyun ve bir imtihan yeri olarak yaratan Yüce Allah evrenle ilgili belirli ölçüler tayin etmiş, gecenin ardından gündüzü, günleri, ayları ve mevsimleri yaratarak tabii yaşamı bir denge üzerine oturtmuştur. İnsanoğlunu da tıpkı tabiat kanunları gibi bir düzen içerisinde yaratmış, hayatını zorunlu evrelere ayırmış ve her evreye özgü bir takım sorumluluklar yüklemiştir.

Her yaşın kendine özgü kuralları, vazifeleri ve faziletleri vardır.” İfadesi ve “Öğrenmeyi bırakan her insan, yaşlanmış insandır.” Sözü, hayat algılayışımızı tartışmak açısından da oldukça önemlidir. Yani insanoğlu kendini yenilemedikçe, kendini geliştirmedikçe ve düşünsel çaba göstermedikçe hangi yaşta olursa olsun diriliğini yitirmeye, canlılığını kaybetmeye yüz tutmuş bir kişi olarak görülür. Kendini yenilemeyen kişi gittikçe acizleşmektedir, kendini yenileyen kişi ise daha da olgunlaşmaktadır. Örneğin edebiyatçıların ustalık dönemi eserleri genellikle yaşlandıkları dönemlerde ortaya çıkar. Bu konuda Mimar Sinan’ı da örnek gösterebiliriz. Ustalık dönemi eseri olarak kabul edilen Selimiye Camii’ni yaptığında 80 yaşındaydı.

Allah Resul’ü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 63 yaşında vefat etti. Çok daha uzun ömürlü yaşayan peygamberler ve salihler olmuştu. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) ve Ömer (Radıyallahu Anh) gibi sahabiler, hayatlarının son dönemlerinde güzel icraatlarda bulunmuşlar ve olgun örneklikler sergilemişlerdi.

Yaşlı peygamberlerin, salih ve saliha kulların hayat içindeki işlevleri biz Müslümanlar için öncelikle örnek alınacak tablolardır. Son dönemlerde bu tablolara ilave edilecek en canlı örneklerden birisi de, Ömer Muhtar’ın hayatıdır. “Çöl Arslanı” Ömer Muhtar oldukça ilerlemiş yaşına rağmen, gücü yettiği kadarıyla sevecen bir tavırla çocuklara okuma yazma öğretmekte, İslam’la ve hayatla ilgili temel bilgiler vermekteydi. Ama yaşadığı bölge, emperyalistlerce işgal edildiğinde gücü yettiği oranda mücadeleye başladı, direnişe önderlik yaptı ve esir düştü. Esirliği sırasında çok az kalan ömrünü boyun eğerek değil, genç nesillere örnek olacak şekilde dar ağacında dahi olsa onurunu koruyarak ve Kur’an-ı Kerim okuyarak Rabbine teslim etti. Bu bağlamda gençlere şunları söyleyebilirim:

İnsan hangi yaşta olursa olsun yaşı ve imkânı oranında kendini yeniledikçe hayatla, insanlarla ve Rabbimizle olan bağını güçlü tutacaktır. O yüzden hayat boyu okumayı, öğrenmeyi ve kendilerini yenilemeyi ihmal etmesinler. Tecrübeli yetişkinlerin nefisleriyle, insanlarla ve toplumlarla ilişki ve deneyimlerini önemseyip, bu tecrübelerden mutlaka faydalanmaya çalışsınlar. Modern hayatın bireyselliğine karşı kıldığımız her namazda okuduğumuz Fatiha Suresi içinde tekrarladığımız “biz olma” bilincini diri tutma konusunda emek vermeleri, gençleri ahlaki yozlaşmaya karşıda koruyacak bir kalkandır. Bu yüzden istişari bir topluluk, grup, cemaat içinde olmaya gayret etmelerini öneririm. Ayrıca modernitenin abarttığı benmerkezci kibirli bir özgüvene değil de, İbrahim’in (Aleyhisselam) tek başına da olsa bir ümmet olma özgüvenine, hakka dayanan ve tanıklık/şahitlik yapan bir çabaya sahip çıkılmalıdır. Gençlerimizin hakkın ve adaletin yaşayan tanıkları olma yolunda hep beraber yol almaları en büyük duamızdır. Rabbim bu nitelikte gençlerimizin sayılarını inşallah artırsın ve geleceğe hayırlı nesiller bırakmayı nasip etsin.

Size mutlu ve huzurlu anları hatırlatan bir koku?

Limon kokusu

Kendinize sürekli hatırlattığınız bir ayet?

Enam Suresi 162. Ayet

Hissetmeyi en sevdiğiniz duygu hangisi?

Tebessüm etmek

Çocukluktan beri tadı hala damağımda dediğiniz lezzet nedir?

Leblebi tozu

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir