Özü itibariyle saygın ve dokunulmaz olan insanın gizli hâli, saklı yönü olarak çağlar ötesi bir bağlamda zikredilen mahremiyet kavramı, hududu belirli tanımlamalardan ziyade kişinin fiziksel, duygusal ve de bilişsel yönlerini merkeze alarak bütüncül bir korunaklılık hâlini temsil etmektedir.
Arapça “h-r-m” kökünden türeyen mahrem kelimesi ıstılahî olarak “haram, birbiriyle evlenmesi dinen yasaklanmış akraba[1]” gibi anlamlara gelmekte iken terimin çalışmamıza konu olan başlıca manaları olarak “samimi, herkesçe bilinmemesi icap eden, söylenmeyen, gizli, mahfuz, sınırlılık vasfı taşıyan” şeklinde karşılıkları bulunmaktadır.[2] Mahremiyetin dar anlamıyla sınır tayin etmekle olan etkileşimi esasen bedene saygı, gizliliğe saygı, öz kimliğe saygı yani Allah’ın koymuş olduğu çizgilere saygıdan kaynaklanmakta, sağlıklı bir kişilik örüntüsünün vaadini taşımaktadır.
KUR’AN’IN IŞIĞINDA BİR (G)İZLİLİK
Hem bireysel hem de toplumsal açıdan (g)izli olma durumu insanın sonradan edindiği bir yetisi değil bilakis ona doğumuyla birlikte atfedilen bir niteliğidir. Dolayısıyla mahremiyet olgusu fıtrî bir yapıya sahiptir ancak bu husustaki sürekliliğin sağlanması açısından da çeperlerine riayet etmek zaruridir.
İslâm düşüncesinde bu yapı temelde Kur’an’a yapılan atıflarla açıklamakta olup birbiriyle ilintili olan haram ve mahremiyet kavramları üzerinden tahlil edilmektedir. Bu bağlamda bir başkasının mahremi olanı araştırmayı yasaklayan “Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın.” [3] ayeti mihenk taşı addedilebilecek referanslardan birini oluşturmaktadır. Zira mahremiyetin inşası bireysel düzeyde başlamakta, kurumsal ve toplumsal yönleriyle genişlemektedir. Öte yandan Abdullah b. Mes’ud’un (Radıyallahu Anh) aktarımıyla “Tecessüs bize yasaklanmıştır. Fakat bir suç alenen işlenmişse onun gereğini yaparız.”[4] ifadesi ise konunun kapsamı açısından oldukça kıymetli bir nakildir. Zira İslâm kişisel mahremiyet kadar, diğer insanların çıkarlarını yahut zarardan emin oluşlarını ve de korunmalarını önemsemektedir. Kelimelerin de bir perdesi olması gerektiği unutulmamalıdır ki bu noktadan hareketle İslâm hukuku gibi ilmî safhalarda mahremin hangi hâllerde âşikâr edilebileceğine dair meseleler tartışılmaktadır.
Konunun incelendiği bir başka sure olan Nur Suresi’nde ise meselenin hem fiziksel hem de duygusal boyutuna işaret edilmiş, “Kendi evlerinizden başka evlere (ve odalara) girerken izin almadan ve selam vermeden girmeyin.”[5] ifadesiyle özel hayatın, durumun, mekânın korunması ile ilgili ilâhî bir emir zikredilmiştir. Zira ev, herhangi birinin destur almadan sınırlarını ihlal edilebileceği bir yer değildir. Nasıl ki insanın bir ruhu varsa, evin de bir ruhu vardır. Mahremiyet evin içi ile dışı arasındaki esas mesafenin adıdır. Bu durumun ulvî bir örneği, Allah Teâlâ’nın evi olan Kâbe’nin “Mescid-i Haram” olarak isimlendirilmesinde de karşımıza çıkmaktadır. Terkip bütüncül olarak Yaratıcı’nın evine dair bir saygınlık anlamı içermektedir.
MAHREMİYET Mİ MAHRUMİYET Mİ?
Müslüman toplumlarda temelde din perspektifiyle şekillenen ve de yaşanan mahremiyet olgusu, görüldüğü üzere yalnızca muhadded meseleler üzerinden yürüyen bir yapıya sahip değildir. Nitekim her cümlenin, her eylemin canlı kanlı bir mahremiyet alanı söz konusudur. Dolayısıyla mahremiyet çift yönlü bir alan tayin ederken, mahrumiyet yoksunluk ifade etmektedir. Bu bağlamda İslâm’ın barındırdığı sırlı pencereden yola çıkarak, mahremiyet dairesinin insana ayriyeten bir değer atfettiği söylenebilir. Zira mahrum kimse fiili zatı itibariyle gerçekleştiremezken, mahremiyete dikkat eden kimse iradesi gereği eylemden geri durmaktadır. Nesne olmaktan özne konumuna geçiş, bahsi geçen kıymetin tezahürüdür.
Modern hayatın içinde insanın yaşam anlamını, misyonunu ve menzilini silikleştiren birçok faktörün yanı sıra mahremiyet gibi bakış açılarının tazeliğini koruması elzemdir. Zira bu durum salt gizlilik hâlinden ziyade toplumsal ahlâkın iyi oluş hâline dahi doğrudan bir etkiye sahiptir. Hususî olarak bir başkasının sırrının peşine düşmemek kişinin kusur bulsa da örten (Settar) yönünü kuvvetlendirirken, umumî olarak çevresel huzursuzlukları elimine etmeye yardımcı olacaktır.
Mahremiyet biraz da bir ahlâk elbisesidir. Her adımda yanımızda taşıdığımız, maddî manevî teşhirciliğin önüne geçen bir elbise. Aynı zamanda âlemin içinde taşın da bir sınırı olduğunu idrak etmektir. Kuşların da bir hanesi olduğunu bilmek, bunu davranışa dökerek haddi aşmamak ve ona göre bu durumdan ahkâm almaktır. Kur’an’ın insana böylesine ince detayları dahi telkin etmesi hatta emir kabilinden birçok ifadeye yer vermesi, şüphesiz birçok hikmet barındırmaktadır. Müslümanın bu noktadaki rolü ise ayetleri yalnızca okumaktan değil, bilakis sosyal hayata tatbik etmesinden geçmektedir.
[1] Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-Ayn, thk. Mehdî el-Mahzûmî, Beyrut, Mektebetu’l-Hilâl, c. III, s. 222; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, thk. Abdullah Ali el-Kebîr ve diğerleri, Beyrut, Dâru’l-Meârif, c. X, s. 847
[2] Bkz. Mehmet Doğan, “mahrem” md., Büyük Türkçe Sözlük, İz Yayıncılık, İstanbul, 1996, s. 729; Ferit Devellioğlu, “mahrem”, md. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara, 2001, s. 569; Salim Öğüt, “Mahrem”, TDV İslam Ansiklopedisi
[3] Hucurat Suresi 12
[4] Ebu Davud, “Edeb”, 37
[5] Nûr Suresi 27
Yazar:Büşra ÇAKIRHAN