İnsanın, henüz denenmediği için kendisini çok soğukkanlı zannettiği, bu sebeple de kesin ve net bir duruş edindiği tarafları vardır. Sert kalabildiği yanlarından birazcık bile zorlandığında âdeta cam kırığı gibi her yanına batarak onu kıvrandıran acıları vardır. En sevdiklerimizin, bizim için yaptıklarını tek tek başımıza kaktıkları o anlar gibi…
Yapılan iyiliklerin hiç anılmadığı, karşıdakini mahcup etmemek adına konunun hiç açılmadığı nice iyilik var olmuştur kâinatta ama bu zamana denk gelen bizler bu nimetten yararlanamıyoruz. Zira içimizde bitmek bilmeyen bir “Ben yaptım” duygusu barınıyor. Taşların yerinden oynadığı o anlardan itibaren içimizi incecik saran minnettarlık ve mahcubiyet duyguları, yerini “keşke” sancısına bırakıyor. Kocaman bir hayal kırıklığı doğuyor bu sancıdan, üstelik doğum ölü gerçekleşiyor. Böylece, bir öfke kusma metodu olarak “Başa kakma” yapılan iyiliği telafisi mümkün olmayan bir kötülüğe dönüştürüyor âdeta. Her şeyin tekrar eski hâline dönmesi umudunun da adı kalıyor.
Dünya, yaptığı iyilikleri unutup karşı tarafı mahcup etmemek adına teşekkür etme fırsatı bile vermeden oradan uzaklaşan samimi insanlar yaşatmıştır üzerinde. Modern insan ise bu fikir telakkisinden oldukça uzaktır, ister ki karşısındaki ona diz çökercesine bağımlı yaşasın. Ona iyilik etme fırsatı verilmemiştir de o başlı başına iyiliktir sanki! Nasıl olur da o bunu unutup unutturabilir?! O, bir şeye vesile olmuştur ya… Bizi kıran, kalbimizi parçalayan; yakınlarımızdan gelen beklenmedik oklardır. Bazen bir aile üyesi -aslında zaten aile olmanın gereğini yaptığı hâlde- beklenmeyen bir vaziyette, belki bir sinir anında yapılan bir fedakârlığı(?) atar hava boşluğuna… Karşısındaki: “O boşlukta kaybolup gitsem” diye hüzünle bakarken bu sözlerin havadaki süzülüşüne, tam aksine kurşun hükmünde hızlı ve yakıcı bir şekilde konuşlanır o kelimeler göğüs kafesine. Acıya acıya da olsa cam kırıklarını birlikte sökerken yine de karşılıklı kanamaya devam edenlere sahip olmaktır, aile. Her şeye rağmen hiç kanamasın diye gözünün içine içine bakılır her üyenin.
Bazen de âşığının ağzından çıkan bir söz olur bu. Minnet, ömürlük gizli bir bağ gibiyken gerdana sarılı, yine hiç beklenmeyen bir anda söylenir durur yapılanlar. Bittiğinde başlanan noktaya onca kayıpla dönülebilecek bir yolken aşk, hükmü bitmemiş bir yasa gibi saklanır durur hatıra defterlerinin yaprakları arasında. Kimi zaman kalbinin sırlarını, daha o sormadan dökmüşken dostuna, ondan da gelir üzerine üzerine, dudakları arasından saçılan karşılıksız(!) iyilikler. Fiziksel acılar hariç her şeyi paylaşacağına emin olduğun, kan bağına ihtiyaç duymadan aile gibi hissettiğin insanlar topluluğu olan dost meclisine bu zehirli okların peşin ödemesi bir daha asla aynı kalamamak olur.
Kalbin doyuma ulaşması zordur, bir iyiliğin ardından beklentide olmamak, karşılık beklemeden susmak ve dahi övülme ihtiyacını karşı taraftan tatmin etmemeye çalışmak nefse ağır gelebilir. Fakat yapılan iyilikleri sayıp dökmek de uzaktan gelen bir misafirin önüne bol kalorili yemekler sunup ardından diyet yapmadığı için kızmak gibi değil midir?
Bütün bunlarla; kalbe çok şey oturur, akıl acı üretir, beden yorgun düşer. Beklentiyi Allah’tan başka yöne çeviren herkes ziyandadır/ziyanlaşır. Herkesin içinde kendini ziyan etmeye meyilli gizli bir yan bulunur. İnsanın bu gizli tarafı, gerekli şartlar oluştuğunda kendini içine doğru bıraktığı bir boşluk hissiyatı ile kamçılanır.
Heybemizde, kimseyi kendi iyiliklerimize şahit tutmadan pürüzsüz iyilikler gizlemeliyiz. Birilerinin hayatını kolaylaştırmak, fark ettirmeden onları korumak için. Gün gelip onlardan kendimizce bir vefasızlık görsek bile onlar için işlediğimiz güzellikleri ve fedakârlıkları bir nefis terbiyesi nişanesi olarak saklamalıyız göğsümüzde. Belki kimseden de karşılıksız iyilik kabul etmemeliyiz. Bu türden bir bedelin vicdani yüküyle başbaşa kalmamak adına… Velev ki kaldık, kalbin kararı kadar bir miktar diyetine başvurmalıyız; bol acı kalorili, yara niyetine bi’ yudum vicdan azabı…
Allah’ım öyle minnettarım ki Sana, bana beni yaratma gibi bunca büyük bir mucizeyi yaşatmana rağmen, bunu tek bir an bile başıma kakmadığın için… Keşke demek istemesem de “keşke” yaratılmış Âdemoğlu da bunca âcizliğiyle kendisini yaptığı iyiliklerde hakiki fail görüp karşısındakine açmasa aç gözlülükle dudakları arasındaki fermuarını…