Her insan, kâinatın geniş sahnesinde kendine özgü bir sesle yankılanır; tıpkı binlerce farklı rengin bir arada durduğu geniş bir palet gibi. Bu renkler, dilimiz, coğrafyamız, karakterimiz ve dünyaya bakış açımız olan fıtratımızın yansımalarıdır. İnsanlık tarihi boyunca medeniyetler bu farklılıkları bazen yüceltmiş, bazen de çatışma sebebi yapmıştır. Peki, tüm bu özgün tonları uyumlu, ahenkli ve tek bir nota etrafında birleştiren sır nedir? Bu soru, bizi İslam’ın evrensel uyum mucizesine götürür.
İslam, yaratılış gayemizin ve varoluş sırrımızın anahtarı olan tevhit ilkesiyle bu büyük orkestranın şefliğini üstlenir. O, nehirlerin akış yönünü değiştirmeyi talep etmez; aksine, her nehrin coşkusunu, nihayetinde tek bir rıza okyanusuna ulaştırmayı hedefler. Bu uyumun en somut ve gözle görülür hâli, yeryüzünün dört bir yanındaki farklı milletlerin tek bir ümmet çatısı altında birleşmesinde saklıdır.
FARKLI DİLLER, TEK KIYAFET: ÜMMETİN UYUMU VE ŞEFKATİ
Yeryüzünün dört bir yanındaki farklı milletlerin tek bir ümmet çatısı altında birleşmesi, İslam’ın kültürel ve coğrafi uyumunun en çarpıcı fotoğrafıdır. Bu uyumun kaynağı ise Yüce Kitabımızda net bir şekilde ilan edilmiştir: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık; birbirinizi tanımanız için milletler ve kabileler kıldık. Allah katında en değerli olanınız, takvaca en ileri olanınızdır.” (Hucurat Suresi, 49/13) Bu ayet, kültürel ve dilsel çeşitliliğin yaratılışta bir eksiklik değil, bilakis tanınması ve değer verilmesi gereken ilahi bir zenginlik ve tasarım olduğunu vurgular.
İslam, bu ilkeye dayanarak coğrafi sınırları aşar. Hac, bu birliğin ve eşitliğin en somut fotoğrafıdır. Bu topluluk, dünyanın her coğrafyasından, farklı dilleri konuşan, bambaşka ten ve kültüre sahip insanların oluşturduğu devasa bir cümbüştür. Hac, bize İslam’ın kültürel uyumluluk ilkesini çok net anlatır: Sen hangi ırktan gelirsen gel, burada sadece Allah’a kul olduğunu hatırlarsın. Güney Asya’nın baharat kokusu, Afrika’nın coşkulu ritmi, Anadolu’nun vakur duruşu; hepsi aynı anda, Arafat’ın duasında tek bir dile, tek bir kalbe dönüşür.
Bu evrensel ahenk, sadece büyük buluşmalarda değil, en kişisel ve kırılgan anlarımızda da tecelli edebilir. Bir defasında kalbimin ağır bir yük altında ezildiği, gözyaşlarımı bir sırdaş gibi yalnızca Allah’a sunduğum bir ikindi vaktinde bu uyumu derinden hissetmiştim. İstanbul’un tarihi camilerinden birinde, hıçkırıklarım sessiz bir yakarışa dönüşmüşken, mescidin diğer ucunda dilini ve milletini bilmediğim bir hanımefendiyle aynı tevhit saflarında buluşmuştuk. Aramızda tercüman olacak tek bir sözcük dahi geçmedi; ama namaz bitiminde o hanımefendinin yüzündeki anne şefkati ve sırtıma dokunan eliyle tebessüm ederek yaptığı dua, imanın dilsiz lisanı oldu. O an, aynı kıbleye dönen her kalbin birbirine nasıl da yakın olduğunu, İslam’ın sevgi ve merhametle kurduğu kardeşlik köprüsünün tüm dünyevi farklılıkları nasıl hükümsüz kıldığını idrak ettim. Zira bu manevi sözleşme, dünyevi kimliklerin ötesinde bir kardeşlik bilincini kalpte inşa ediyordu.
KALPLERDEKİ FARKLI YOLCULUKLAR: FITRATIN DENGE NOKTASI
İslam’ın uyumu sadece milletler arasında değil, her bireyin iç dünyasında yani fıtratında da karşılık bulur. Allah, insanı tek tip bir makine gibi yaratmamış; kimi gönülleri ilme kimi gönülleri hizmete kimi gönülleri ise sürekli bir tefekkür ve uzlete meyilli kılmıştır. İslam, bu farklı karakter yapılarını birer zaaf olarak görmez; aksine onları ibadet ve kulluk yolunda birer kuvvet olarak kabul eder.
Örneğin mücadeleci, cesur ve aktif bir fıtrata sahip olan kişi, kendini hakkı savunmakta, kötülükle mücadele etmekte veya toplum hizmetinde bulabilir. Bu onun kulluk yoludur. Öte yandan, duygusal, merhametli ve içe dönük bir fıtrata sahip olan kişi için en büyük ibadet, kendini ilme vermekte, sadaka ve şefkatle yetimleri gözetmekte ya da gözyaşlarıyla dua etmekte gizli olabilir. İslam, her iki yolu da sadece meşru değil aynı zamanda sevap kapısı kılar.
Bu denge, İslam’ın evrensel esnekliğinin anahtarıdır. Bir kişinin ibadet anlayışı diğerinden farklı olabilir biri tekkede zikirle, diğeri medresede ilimle, bir başkası ise çarşıda dürüst ticaretle kulluğunu yerine getirir. İslam, bu farklı fıtratları ihlas ve takva prensipleriyle denetler; zorlama yerine içtenlik ve özgünlük esas alınır. Her fıtrat, kendi özgün rengiyle İslam bahçesinde bir çiçek açar.
SONUÇ: UYUMUN KAYNAĞI
İslam’ın uyum sırrı, fıtrata olan bu derin saygıda ve evrensel eşitlikte yatmaktadır. Farklılıkları reddetmek yerine, onları yücelten; her milleti ve her bireyi kendi özüyle kucaklayan bu din, binlerce yıldır her kalbin atışına uyum sağlayan, zamanı ve mekânı aşan bir ritimdir.
Bizler de kalbimizdeki o tek rıza okyanusuna doğru akarken, kendi fıtratımızın sesini kısmamalı, aksine o sesi ümmet korosunun eşsiz bir parçası yapmalıyız. Zira gerçek uyum, binbir rengin imtizacından doğan o eşsiz ahenkte gizlidir.
