Toplulukları aynı kültür ve kara parçasını paylaşan canlılar oluşturur. Ortak bir algı, anlayış geliştirmeden basit bir canlılar kümesinin toplum olması pek mümkün değildir. Birinin ak dediğine öbürü kara diyorsa o ötekidir, tartışmaların ve anlaşmaların karşı tarafıdır. Zira ortak bir değerler kümesi oluşturmak, birlikte yaşayabilmek için şarttır.
Güzellik algısı ve moda da toplumların kendilerince doğru kabul ettikleri varsayımlar üzerinden şekillenerek insanların önüne sunulmaktadır.
HÜSN
Secde Suresi’nde “Allah, yarattığı her şeyi güzel yaratandır.” buyrulmuştur (Secde Suresi 7. ayet).Yaradan tarafından yaratıldığı için insan güzeldir. Bunu hakikat kabul ettiğimizde dün çirkin görülene bugün güzel diyen modern toplumun zihniyeti bir nebze açıklığa kavuşur: Aslında çirkin olan kişi değil, ona nazar edendir. Bir diğer husus da “güzel” sıfatının evvela kadınlara yakıştırılmasıdır. “Erkeğin güzeli çirkini olmaz.” atasözünün basitçe sergilediği madalyonun diğer yüzüne şu hadis-i şerifi kondurabiliriz ki Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurmuşlardır: “Bana sizin dünyanızdan üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku ve gözümün nûru namaz.” Ne latiftir ki hadis-i şerifte bahsedilen üç unsurda ruhu besleme özelliğine sahiptir.
GÜZELLİK VEYA ORTALAMA YAŞAM SÜRESİ
Tarih boyunca toplumların hayatı algılama şekillerindeki değişiklikler güzellik algılarına da yansımıştır. Eğer MÖ 1200’lü yıllarda Frigya’ya gitseydik, “tonton nine” addettiğimiz nice hanımlarımızın bir tanrıça kadar güzel addedildiğini görürdük. Anadolu uygarlıklarında MÖ 7000-6500’lere kadar izi sürülebilen Ana Tanrıça Kibele, bolluk ve bereketi sembolize etmekle beraber hayli kilolu ve oturaklı bir Anadolu kadını figürüdür. Biraz daha günümüze yaklaşırsak kökü yine Anadolu’da güçlenen Yunan mitolojisinin güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit’in sıfır beden olmadığını görürüz. Afrodit heykelleri kendi üzerine katlanacak kadar yağlanmış bir göbeği gururla taşırlar. Bu kadarcık kilo, Anadolu’da yüzyıllarca makbul kabul edilmiştir. Osmanlı Harem-i Hümayun’unda dahi zayıflık pek beğenilmemekte, hanımlarda Afrodit güzelliğince bir endam tercih edilmekteydi.
Doğu Anadolu illerimizde günümüze kadar uzanan bir gelin seçme âdetiyse gelinin belinin ölçülmesidir. Artık tahmin edeceğimiz üzere makbul olan beli kalın olan hanımdı. Zira antibiyotiğin icat edilmediği bu dönemlere baktığımızda bir miktar kilolu olmak hem sanayi devrimi öncesi dönemde bol yiyeceğe ulaşılabildiğinin, yani zenginliğin kanıtıydı. Hem de zayıf kişilerin daha kolay hastalanıp hastalığı yenik düştüğü bilinmekteydi. Birkaç kilo fazlası olan kadınlar hem daha refah içinde yetişmiş hem de sağlıklı hanımlardı ki, daha uzun yaşayıp daha çok çocuk sahibi olacakları vehmedilirdi.
Modern zamanlara geldiğimizde vücudumuzu olduğu gibi kabul etmemizi söyleyen akımları bir kenara koyarsak, ana akım güzel kadının zayıf kadın olduğu algısını kız çocuklarına beşikten aşılamaktadır. İlaç tedavilerinin yanı sıra sanayileşmiş ülkelerde gıda bolluğunun bulunması bu paradigma değişimine mantığa yatkın nedenler getirebilmektedir. Zira fazla kilo artık hayatı uzatmamakta aksine başta şeker ve kalp hastalıkları olmak üzere pek çok sağlık sorunuyla ömrü kısaltmaktadır. Bu noktada ömrü insanın ömründen yüzlerce yıl uzun olan bir maddeden bahsetmeye de cüret etmeliyiz: Silikon! Dünyada sonsuz hayat özleminin muhtemelen doğal sonucu olan güzelliği uzatmak arzusuyla kadınların vücutlarına doğada dahi çözünmeyen maddelerle müdahale edilmesi de günümüzün güzellik kabulleri arasında. Biz arkeolojik kazılarda toprak Kibeleler, mermer Afroditler bulduk, bir gün bizim mezarlarımızda ne bulunacağı hayal gücümüze kalmış.
SÜRÜDEN AYRILANI KURT KAPAR
Mevzu bahis doğru/yanlış kavgası değildir. Güzellik algısı günümüz imkânlarında küreselleşmiş toplumun kabulleriyle şekillenmektedir. Şunu unutmamak gerekir ki Çirkin Ördek Yavrusu’nu dışlayan ördekler Danimarkalıdır (Masal yazarı H.C. Andersen Danimarkalı’dır). Bizim kültürümüz akıl sağlığı yerinde olmayana deli dese de “Köyün Delisi” olarak ona sahip çıkardı. Ötekileştirmek ve sürünün dışına itmek daha Avrupai bir akım olarak aramıza karışmıştır. Modernite gemisinin dümen suyuna girmenin ceremesini bir zamanlar “öteki toplum” olan Batı’nın ırkçılık ve ayrımcılıklarını da kabul ederek ödüyoruz.
Kızlarımız topluma ait olmak için kilo vermeye, açlıktan ölümün kıyısına gelene kadar zayıflamaya çalışıyor. Bu garip güzellik anlayışını en kafasına takmadığını iddia edenimiz bile makyaj için aynanın karşısına geçiyor. Soluk dudaklara biraz renk, çöken gözaltlarına biraz fondaten… Bazen yorgunluk emarelerini, kimi zaman yara izlerini boyalarla kabul edilebilir hale getirmeden, gizlemeden topluma karışmaya cesaret edemiyoruz. Biliyoruz ki çirkin ördek yavrusu dışlanacak ve sürüden ayrılanı kurt kapacak.
Teknolojinin yalnızlığı dayattığı çağımızda bir de insan içine çıkamaz hale gelirsek vay halimize! Bir yandan birey olmanın önemi vurgulanırken içten içe toplum olmadan var olamayacağımızı görüyoruz. Toplumun bir parçası olmak için kabul edilmiş algıları üstümüze alıyoruz. Güzellik maskesini takıp topluma karışıyor, kendimize güveniyormuş gibi yapıyoruz. Mış gibi yaptığımız rollerin bir noktadan sonra üzerimize tam olacağını umuyoruz. Güvenlik hissi için insanlara döndükçe kendi benliğimizi kat kat maskelerin ardına hapsediyoruz. Allah Teâla’nın bizi yarattığını görmezden gelip varlık sebebimizi diğer insanlardan bilince güzel olduğumuzu unutuyoruz.