Daha doğduğumuz andan itibaren çeşitli dertlere gark olduğumuz bu dünya hayatında, sürekli bir çözüm ve çıkış yolu arayarak yaşıyoruz. Gün geçmiyor ki dertlerimiz çoğalmasın, imtihanlarımız artmasın. Yaşımız büyüdükçe büyüyen sorunlarımız, aklımız erdikçe değişen sorularımız oluyor. Bazen, kendimizi milyonlarca kalabalığın içinde dünyanın en yalnız insanı gibi hissettiğimizde tutunacak bir dal arıyoruz. Kalbimizle, bedenimizle, bütün benliğimizle ona güvenip çalkantılı ruhumuzu sekinete erdirecek bir gücün arayışına giriyoruz.
Bizi yaratan ve bu dünyaya imtihan için gönderen Rabbimiz, bizi en iyi bilen olduğundan tam da bu noktada bizlere tevekkülü bahşediyor. İnsan karşılaştığı sorunların hepsinin ne tek başına üstesinden gelebilir ne de çözümünü bulabilir, bazen de çözümü zorlamak yerine teslim olmayı öğrenir. İşte tevekkül de “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi”[1]dir. Yani Allah’ın bize verdiğine razı olmak ve kalbimizin yalnızca ona güvenmesidir. Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) teheccüd namazında yaptığı şu dua gibi: “Allahım! Sana teslim oldum, Sana inandım, Sana tevekkül ettim, Sana yöneldim.”[2]
MERYEM GİBİ (ALEYHESSELAM)
Tevekkülün zannımızca en çarpıcı örneklerinden biri Hazret-i Meryem’in hayatındadır. O daha doğmadan önce annesi tarafından Beyt-i Makdis’e hizmetkâr olarak adanmış, doğduktan sonra da yaşadığı zamanın teamüllerine uymasa bile Rabbimiz annesinin adağını kabul etmiş ve Meryem (Aleyhesselam), mabedin kendisine ayrılmış bir köşesinde takva ve iffetin bir timsali olarak büyümüştü. Çocukluğundan itibaren mabedde büyüyen Meryem (Aleyhesselam), orada bulunan mabed erbabından çok farklıydı. Çünkü O, Rabbimiz’in kader planında bütün kadınlara en üstün olarak yaratılmıştı.
Daha genç yaşta olmasına rağmen mabedin din adamlarından daha çok ilime ve rızka sahipti. Kendisinin bakımını üstlenen ve aynı zamanda teyzesinin eşi olan Zekeriyya (Aleyhisselam), Meryem’in (Aleyhesselam) yanına geldiğinde onun yanında Rabbi’nin mucizelerini bulurdu: “Zekeriyya ne zaman Meryem’in bulunduğu mihraba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. ‘-Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor?’ dedi. O da: ‘-Bu Allah katındandır, şüphe yok ki Allah dilediğini hesapsız olarak rızıklandırır.’ dedi.”[3]
Yüce Rabbimiz, Hazret-i Meryem’e Cebrail (Aleyhisselam) vasıtasıyla kendi ruhundan bir erkek çocuk bahşedeceği zaman “Meryem, ‘Ben iffetsiz olmadığım ve bana bir erkek eli bile değmediği halde nasıl çocuğum olur?’ dedi.”[4] “Melek cevap verdi: ‘Orası öyle; ancak Rabbin buyurdu ki: O bana kolaydır. Biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, kararlaştırılmış bir iştir.’ ”[5]
Rabbimiz onu zamanının beklenen kurtarıcısı olan Mesih’in annesi (Aleyhisselam) olmakla müjdelemişti. Rabbinin kendisi için takdir ettiğine rıza gösteren Meryem (Aleyhesselam), müjdelenmiş bir kurtarıcının dünyaya gelişine vesile olacaktı. O, inananlar için apaçık bir mucizeydi. Hamileliği belli olmaya başlayacağı zamanlarda mabedden ayrılarak uzak bir yere çekilmiş ve insanların onu kınayacağından endişe ettiği için kendisini gizlemişti. Artık Meryem yapayalnızdı. Onu koruyacak bir ailesi yoktu, destek çıkacak akrabaları yoktu, kavmi ona yüz çevirmiş hatta ona en ağır bir suçu isnad etmişti. Evet, Meryem (Aleyhesselam) zahirde yapayalnızdı ama Rabbi onunla beraberdi. O, Rabbine sığınmış ve O’ndan gelene rıza göstermişti.
Hazret-i Meryem, İsa’yı (Aleyhisselam) dünyaya getirince Rabbi ona susma orucu tutmasını ve çocuğunu da yanına alarak kavminin yanına dönmesini emretmişti. Kucağında yeni doğmuş bebeği ve dilindeki sükûtuyla kendisini cezalandırmak için bekleyen öfkeli bir kalabalığın yanına gitmişti Meryem (Aleyhesselam). Kavmi onu iffetsizlikle suçlamış ve bir açıklama yapmasını istemişti. Ama O, Rabbine verdiği sözden caymamış, “Acaba halim ne olur?” diye düşünmemiş ve Rabbi’ne tevekkül etmişti. Rabbi’ne olan teslimiyetinden ve sadakatinden bir adım geri atmamıştı.
Ve nihayetinde İsa (Aleyhisselam) annesinin kucağında henüz bebekken Rabbimiz’in mucizesiyle konuşmuştu. “Bunun üzerine Meryem çocuğu işaret etti. ‘Beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?’ dediler. Cevabı çocuk verdi: ‘Ben Allah’ın kuluyum; O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, o beni kutlu ve bereketli kıldı; yaşadığım sürece bana namazı, zekâtı ve anneme saygılı olmayı emretti; beni zorba ve isyankâr yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve yeniden hayata döndürüleceğim gün esenlik benimle olacaktır.”[6]
Meryem (Aleyhesselam) kucağındaki çocuğun konuşacağını ve bu mucizeyle düştüğü durumdan kurtulacağını bilmiyordu. O sadece Rabbi’ne teslim olmuş ve ona tevekkül etmişti. Rabbi’ne karşı hüsnü zan beslemiş ve şu kâinatta son sözü söyleyecek Allah’tan başka kimse olmadığına yürekten iman etmişti. Kendine Allah’ı vekil kılmıştı. Tevekkülün Meryem’cesi işte böyleydi.
Rabbimiz’in yaratılmış bütün kadınlara üstün olarak seçtiği, kıssasını Kitabı’nda bize anlattığı Hazret-i Meryem gibi olmayı, tevekkülü Meryem’ce anlamayı Rabbimiz’den niyaz ederiz.
[1] TDV İslâm Ansiklopedisi, Tevekkül
[2] Buhârî, “Teheccüd”, 1
[3] Âl-i İmrân Suresi, 37
[4] Meryem Suresi, 20
[5] Meryem Suresi, 21
[6] Meryem Suresi, 29,30,31,32,33