İnsan hayatı birçok farklı etmenin bir araya geldiği bir döngüden meydana gelmektedir. Doğum ve ölüm arasında uzun bir yol gibi görünmesine rağmen esasen son derece kısa olan bu yaşam döngüsü içerisinde insan; farklı merhaleler, yaşantılar ve imtihanlardan geçmektedir. Tek boyutlu bir varlık olmayan insan, yaşamını sürdürebilmek için dünya hayatının gerektirdiği çeşitli durumlara da cevap vermek durumundadır. Yeme-içme, barınma, giyinme, para kazanma gibi maddî gereksinimlerini giderirken bunun yanında sevme, sevilme, onaylanma, inanma, sosyalleşme gibi manevî hazlarının da doyumuna ihtiyacı vardır.
“Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”1 ayetinin ifade ettiği üzere kâinatta her şey bir ölçü ve denge içerisin de yaratılmıştır. Mikro âlemden makro âleme kadar aklımıza gelebilecek her ayrıntı bu ölçü üzerinde var olmuş; bu hâliyle de şahid olduğumuz düzen, sırrına tam anlamıyla vakıf olamayacağımız bir hikmet üzerine bina edilmiştir. Görürüz ki bu düzenin ve ölçünün bozulması her kademede sıkıntılara sebebiyet vermektedir. İnsanoğlunun kendine bir emanet olarak verilen bedenine gerektiği gibi bakmaması durumunda hastalıklarla karşılaşması gibi Allah Teâlâ’nın evren içerisinde koyduğu yasaya, düzene, emir ve yasaklara da uyulmadığı takdirde huzursuzluk ve taşkınlıklar baş göstermektedir.
Parçası olduğu bu büyük da irenin içerisinde insanoğlunun da kendi yaşantısında korumak zorunda olduğu bir ölçü vardır. Dünyevî ihtiyaçlarını gidermek için harcadığı çabanın yanında aslî vazifesi olan kulluk görevini de tam ve düzgün bir şekilde yerine getirmesi gerekmektedir. Nasıl ki uyku ve yemek yahut maişetin kazanılması gibi günlük yaşantının gerekliliklerini yerine getirmede ortaya çıkan eksiklikler olağan akışın dengesini bozuyor ve sıkıntılara yol açıyorsa manevî yaşantıdaki aksamalar da aynı sonucu vermektedir. Esasen maddî ve manevî hayatın bir bütün olarak anlam ifade etmesi insan olmanın en çarpıcı yanlarından biridir. Zira herhangi birisinde gösterilen aşırılık fıtrata aykırı neticeler vermektedir. Tıpkı bir arabanın dengede gitmesi ve sarsılmaması, dolayısıyla güvenli bir şekilde yolculuğuna devam etmesi için balans ayarına ihtiyaç duyması gibi insan da gerek ibadetlerinde gerek de dünyevî me selelerde müstakim bir yol için bu türden bir orta yol bulmalıdır.
İSLÂM’IN HER ÇEHRESİ MUTEDİLDİR
İslâm, orta yol dinidir. İslâm’ın her çehresinde mutedil bir duruşla karşılaşırız. Yeryüzünün gördüğü en mutedil örneklik de yine Efendimizdir (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) . O; oturuşunda, kalkışında, gülüşünde, hüznünde ve yaşantısının her zerresinde orta yolu gözetmiştir. Namaz ibadetine verdiği yüksek ehemmiyeti aile hayatına da göstermiş, sosyal ve siyasî iliş kileri diğer ibadetlerden eksik görmemiştir. Ashabına da her daim kaldırabilecekleri şekilde ve istidatları ölçüsünde ibadet etmelerini tavsiye buyurmuştur. Her gün oruç tutmak isteyen bir saha besine izin vermediği gibi devamlı ibadet etmek için evlenmekten kaçınmayı da yasaklamıştır.
“Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirme ye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.”2 Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu tavsiyesi takvada ileriye gitmenin, amellerde son derece titiz olmanın dünyevî sorumluluklardan geri durmadan da mümkün olabildiğini göstermekte ve Hadis-i Şerifin devamı da bu dengenin hikmetini oldukça icazlı bir biçimde ortaya koymaktadır.
NE ÇOK ACELE DAVRANMAK NE YAŞAMDAN GERİDE KALMAK!
Denge, insana bir ölçü ve tutum sağlar. Kişinin bir meşgale içerisinde boğulmamasını ya da o işten tamamen kopmamasını sağlayan şey, dengedir. İşleri dengede tutmak o işe verdiğimiz zamanın ve yaşam içerisindeki sorumlulukların doğru noktada tutulmasına yardımcı olur. Aynı zamanda bu denge, insanı an içerisinde doğru noktada tutarak yaptığı işin içinde bulunmasını, bulunduğu yerde yapmakta olduğu işin hakkını vererek ve liyakatle yapmasını sağlar. Sözgelimi namaz içerisindeki “tadil-i erkân” bizim o namazı gerekli şartlarını yerine getirerek eda etmemizi sağlar. Ne çok acele davranmak ne yaşamın içerisinde geride kalmak Allah’ın kulundan istediği ölçü değildir. Peygamber Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de insanların hâl durumlarını gözeterek fetva vermesi, kimi zaman namazı kısa kimi zaman uzun tutması işte böyle bir dengenin neticesidir.
İbadetlerin de kendi içerisinde bir dengesi olduğu aşikârdır. Allah Teâlâ insana takati ölçüsünde bir ibadet programı sunmuştur. Namaz ibadetimizi günlük olarak gerçekleştirirken oruç ibadetini yılın bir ayında, hac ve zekât ibadetlerini yılın birkaç gününde eda ederiz. İstidadımız ölçüsünde, bize ve çevremize meşakkat vermeyecek şekilde düzenlenen bu ibadetler içerisinde manevî ve sosyal yaşantımıza tesir edecek pek çok hikmetler gizlidir. İşte bu yönüyle de ibadetleri eksik tutmak ya da ibadetlerde aşırıya gitmek düzende içerisinde aksaklıklara sebebiyet verecektir. Aynı zamanda hayatta her şeyin bir önceliği olduğu gibi ibadetlerin ve şeriatın emir buyurduklarının da bir öncelik dengesi vardır. Bir bütün olarak baktığımızda bu emir ve yasaklar insanın insanî sınırlar çerçevesinde yaşamasına olanak sağlar. Şeriatın koyduğu bu düzen ve denge temelde “zaruriyyat” olarak kabul edilen can, mal, nesil, akıl ve dinin korunmasını önceler. Yine bunun yanında toplumsal düzen ve refah hâlinin sürdürülmesine yönelik “haciyyat” denilen emir ve yasaklar da ikinci derece önemde hükümlerdir. Öte yandan İslâm hukukunda “tahsiniyyat” olarak adlandırılan ve hayatı kolaylaştıran ve güzelleştiren ölçüler de üçüncül derecede önemli görülmüştür. Bu muazzam düzen içerisinde insan orta yolu koruma ya çalışarak kişisel ve toplumsal huzurunu koruyabilmektedir.
Rabbimizin korunmasına ısrarla vurgu yaptığı bu dengeyi korumak ve yaşadığımız toplum içerisinde temsil ettiğimiz örnekliği en doğru şekilde yansıtmakla mesul olduğumuz aşikârdır. Yüce dinimizin aşırılıklardan uzak, sade ve bir o kadar da ihtişamlı veçhesi gerek ferdî gerekse toplumsal düzeyde insanlığın en büyük ihtiyacıdır. Bu sebeple beşer olmanın en kâmil örneğini gördüğümüz Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hem insanlıkta hem Müslümanlıkta mutedil çizgisini kendimize yol edinmek, en önemli kulluk vazifemizdir.
1 Kamer Suresi, 49
2 Buharî, “Rikâk”, 18