Cumartesi, Nisan 19, 2025

Esfel-i Sâfilînden Yeryüzünün Halifesine

Ceyda Betül Çiftçi
İbn Haldun Üniversitesi-Kelam Anabilim Dalı

Paylaş

İnsan, hem hayvanî zaafları hem de kendisini bütün yaratılmışların efendisi kılan üstün özellikleriyle birçok kitabın ana konusu olmuştur. Tabii ki bu kitapların başında Kur’an’ı Kerim’i zikretmek mümkündür. Kur’an insanı evrendeki konumu, yaratılış amacı ve sorumlulukları bağlamında ele alan ilahi bir rehberdir. Allah, Kur’an-ı Kerim’de insanı yaratılışı ve vasıfları yönüyle övmekle birlikte, çoğu yerde de onun zaaflarını, nankörlüğünü ve haddi aşan yönlerini eleştirmektedir. Bu yazımızda, Kur’an-ı Kerim’in insanı nasıl tanımladığını, onu üstün meziyetleri ve zaaflarıyla birlikte nasıl ele aldığını inceleyeceğiz.

Kutsal Kitabımız’a baktığımızda insan lafzının altmış beş yerde geçmesi, hatta İnsan adında bir surenin yer alması, insanın kendi hakkında ne denli düşünmesi ve tefekkür etmesi gerektiğine işaret etmektedir. Bu kelimenin kullanıldığı ayetlerin çoğu, insanın eksikliklerine ve zaaflarına dikkat çekmektedir. Nitekim Kur’an’da insan, nankör, zalim, aceleci, isyankâr ve hüsranda olan bir varlık olarak tasvir edilmiştir. (Hûd Suresi, 9; Hac Suresi, 66; Âdiyat Suresi ,6; İsrâ Suresi, 11; Ahzab Suresi, 72)

Şüphesiz, en güzel surette yaratılan insanı varlıkların en aşağı mertebesine sürükleyen, nefsine karşı olan zayıflığıdır. (Nisa Suresi, 28) Çoğu zaman kendisine bahşedilen nimetlere alışır, sonunda onların asıl kaynağını unutur ve hatta hak ettiğini sanarak nankörlük eder. (İsrâ Suresi, 67; Fussilet, 51) Oysa bir damla sudan yaratılmıştır, (Nahl Suresi, 4; İnsan Suresi, 2) fakat yine de kibirlenir ve kendini âlemlerin Rabbine hamd etmekten müstağni görür. Böylece hem kendine hem de içinde yaşadığı âleme zulmeder. (İbrahim Suresi, 34)

İnsan, çoğu zaman hakkı görmezden gelir; ancak başına bir musibet geldiğinde, gerçek adil ve merhametlinin kim olduğunu idrak eder ve O’na yalvarır. Fakat istediği nimet kendisine lütfedildiğinde, bu nimetin kaynağını yine unutur ve önceki hüsranına geri döner. (Zümer Suresi, 39) Allah’ın fiilleri ardındaki hikmetleri göremeyen insan, ayetlerde de geçtiği üzere çokça acelecidir.  (Enbiya Suresi, 37; Me’âric Suresi, 19) Başına gelen olumsuzlukların ardındaki planı göremeyecek kadar kör, Rabbine güvenemeyecek kadar meyustur. (İsrâ Suresi, 83) Bu sebeple Allah Teâlâ, Kur’an’ı Kerim’de insana çokça uyarılarda bulunmuş ve öğütler vermiştir.

Diğer yandan, Allah Teâlâ insanoğluna şeref bahşettiğini ve onu yarattıklarının çoğuna üstün kıldığını haber vermektedir. (İsrâ Suresi, 70) Aynı şekilde, insanın yaratılış hikayesine baktığımızda onun yeryüzünün halifesi olarak vasıflandığını görürüz. (Bakara Suresi, 30) Peki, Allah’ı daimî olarak tesbih ve takdis eden melekler varken; bozgunculuk çıkartan ve kan döken insanı halife kılan şey nedir? Bu noktada Bakara Suresi’nde geçen Adem’in (Aleyhisselam) yaratılış kıssasından çıkarımda bulunmamız mümkündür. Nitekim Allah Teâlâ meleklere insanın yüceliğini, Adem’in varlıkların isimlerini bilmesi üzerinden ortaya koymuştur. Bu da bize, insanı diğer varlıklardan ayıran temel özelliğin akıl ve bilgi yetisi olduğunu gösterir. Ayrıca İnsan Suresi üçüncü ayette şöyle buyurulmaktadır: “Şüphesiz biz ona (insana) doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör.” (İnsan Suresi, 3) Ayetten de anlaşılacağı üzere diğer canlıların aksine insana, hür irade bahşedilmiştir. Dolayısıyla insanı diğer varlıklardan üstün kılan en önemli özellik; aklı ve seçim yapabilme özgürlüğüdür. Bu sebeple saf nurdan yaratılan melekler (Müslim, “Zühd”, 61, 4/2294) balçıktan yaratılmış insana secde etmişlerdir. (Hicr Suresi, 26)

Akıl ve seçim yapabilme özgürlüğü insana aynı zamanda sorumluluk da yüklemektedir. Bu nedenle yeryüzüne ve gökyüzüne arz edilen emanet yükünü yalnızca insan yüklenebilmiştir. (Ahzab Suresi,73) Ancak yalnızca akıl ve irade, doğruyu bulmada yeterli değildir. Dolayısıyla insanoğlu hakikat arayışında vahyin ışığına muhtaç kalmıştır.

İnsan, vahiyden bağımsız düşünüldüğünde, yalnızca beşerî arzularının ve sınırlı idrakinin esiri olur. Onun iradesi ve aklı, hakikati kavramaktan uzak kaldığında, heva ve hevesin yönlendirdiği bir varlığa dönüşür. Kur’an, insanın vahiyden yüz çevirdiğinde nasıl bir konuma düştüğünü şöyle tasvir eder: “Onların kalpleri vardır, ama onunla anlamazlar; gözleri vardır, ama onunla görmezler; kulakları vardır, ama onunla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağıdırlar.” (A’râf Suresi, 179)

Sonuç olarak, Kur’an’ı Kerim’de insan tek bir yönüyle değil hem zaafları ve zayıflıkları hem de üstün yönleriyle ele alınmıştır. Bir yandan esfel-i sâfilîn olarak vasıflanırken diğer yandan yeryüzünün halifesi olarak değerlendirilmiştir. O hâlde insanı değerli kılan şey salt insan olması değil; onun vahyin muhatabı olması ve bu ilahi rehberliğe akıl ve iradesiyle yönelmesidir.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir