Cumartesi, Aralık 21, 2024

Reisü’l-Kurra Hacı Hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi 7

Ümmü Gülsüm Yeşil

Paylaş

Abdurrahman Gürses Hocaefendi’nin değerli talebelerinden Hafız Mustafa Demirkan’dan hatıralar nakletmeye devam edelim:

Herkes zanneder ki, Abdurrahman Gürses Hocaefendi, sadece ilm-i kıraatte yekta bir şahsiyetti. Evet, hiç şüphesiz bu ilmin zirvesinde bir şahsiyetti, fakat onun kadar Arapça’ya hâkimiyeti, fıkıh ve akaid ilminin inceliklerine de dinleyenleri hayrette bırakacak surette derin bir vukufu vardı. Altından kalkamayacağı Arapça bir ibare olmadığı gibi herhangi bir itikadî veya amelî meseleden bahsedildiğinde birçok kitapta bulamayacağınız dakîk görüşler serdeder ve engin bilgisiyle dinleyenleri hayrette bırakırdı.

Bu hususta benim Suudî Arabistan’da bulunduğum müddet zarfında, Hocaefendi hazretlerinin gerek hac ve gerekse umre vesilesiyle oraya gelişlerinde şahit olduğum pek çok vaka vardır.

Gerçekten Suudî Arabistan’a her gelişlerinde çeşitli vesilelerle Kur’an ziyafeti ile dinleyenleri mest ettiği gibi karşılaştığı âlimlerle münakaşa veya mübâheselerinde de akıcı konuşması ve ilmî dirayetiyle herkesi hayran bırakırdı.

Her talibe bildiği her şeyi öğretmek hususunda dirayeti kadar sabır ve gayretine de hayran kalmamak mümkün değildi. Dünya planında hemen herkese karşı müstağni bir tavır sergileyen bu büyük âlim, en asgarî istidattaki bir talebenin kendisinden bir şey öğrenmedeki cüzî bir talep ve temayülünü büyük bir iştahla karşılar, bu hususta kabına varılmaz bir cömertlikle muhatabının idrak ve izanını doyurmadan mesaisini nihayete erdirmezdi. Aynı cömertliği onun okutmakta olduğu talebelerinin dünyevî ihtiyaçları karşısında da –imkânlarını zorlayacak derecede- göstermekten geri kalmazdı. Maaşından başka bir geliri olmadığı hâlde talebelerine ikramlarını müşahede edenler onu zengin bir insan sanırlardı. Hâlbuki o, hâlini hiç kimseye belli etmeksizin dünya planında gayet mütevazi bir hayat yaşadı. Zira maaşından başka geliri yoktu. Aynı cömertlik aile efradına da sirayet etmiş bulunduğundan refîka-i muhteremeleri ile biricik kerîmeleri Leyla Hanımefendi de evlerine ders okumaya gelmiş talebeleri âdeta oturtacak yer bulamaz ve ikram üstüne ikramlarla mahcup ederlerdi.

Hocaefendi hazretlerinin duası müstecâb idi. Buna dair bir müşahedemi nakledeyim. Benim, Suudî Arabistan’da tahsilde bulunduğum ilk seneydi. Hocaefendi hazretleri o sene hacca gelmişlerdi. Henüz adresimi bilmiyorlardı. Hac esnasında bir grup arkadaşıyla Arafat ve Mina’daki vazifeleri îfâ etmekten dönüyorlarmış. Aziziye mevkiindeki Mescid-i Fakih’in önünde ısrarla arabadan inmek istemiş. Arkadaşları yollarına devam etmişler. O, bu küçük mescitte iki rekat tahiyyetü’l-mescid namazı kıldıktan sonra: “Allah’ım, bana Mustafa’mı buldur!” diye niyaz etmiş. Ellerini yüzüne sürdüğü sırada önünde beliren bir genç Hocaefendi’yi daha önceden tanımakta olduğu için elini öpüp kendini tanıtmış ve Mekke’de okumakta bulunduğunu beyan edince Hocaefendi:

“-Burada senin gibi talebe olan Hafız Mustafa isminde bir genç vardır. Onu tanıyor musun?” diye sormuş. O da:

“-Evet, biz ona “emice” deriz.” karşılığını verince Hocaefendi:

“-Onu bana bulabilir misin?” deyince, genç derhal gözden kaybolmuş ve yarım saat içinde talep edilen arkadaşıyla birlikte Hocaefendi’nin huzuruna gelmiş ki, o “emice” denilen talebe bendim.

(Mehmed Emin Demirkan tarafından Sebil Yayınları’nda basılmak üzere hazırlanan Reisü’l-Kurra Hacı Hafız Abdurrahman Gürses Hocaefendi isimli kitap üzerinden derleme yapılarak alınmıştır.)

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir