Pazar, Aralık 22, 2024

Tuzlu Kahve İslâm’ın Neresinde?

Zeynep Selin Dirikol

Paylaş

Allah’ın rahmetini yalnızca yağan yağmurla yahut üzerimizdeki dünya nimetleri ile sınırlandırıyor musunuz? Rahmet deyince aklımıza gelen tüm nimetlerin yanında Allah’ın rahmetinin en büyük tecellilerinden biri, İslâm’dır.

İslâm’ın, rahmetin büyük tecellisi olduğunu ifade eden şu cümle biraz durup düşündüğümüzde bize yeni tefekkür kapıları açmaktadır: “İslâm dünya ve ahiret saadetini sağlar.” Bu cümle belki de ezbere söylediğimiz ama arkasındaki hikmeti çoğu zaman es geçtiğimiz bir cümledir. Evet, İslâm’ın dünya ve ahiret saadetini sağlaması hoş bir ifade ama bu cümle bize tam olarak ne anlatıyor?

Bir örnek üzerinden tefekkürümüzü genişletelim. İslâm’ın bir emrini ele alalım; zekât vermek. Bu emrin ahiret boyutu karşımıza cennet olarak çıkacaktır. Peki, ama dünyadaki rahmet boyutu nedir? Zekât, insanların derdini gidermek, yüzlerinde tebessüme sebep olmak gibi yönleriyle dünya hayatımızda bize bir iç huzur yaşatmaktadır. Toplumsal boyutta baktığımızda ise insanlar arasındaki refah seviyesini dengeleyerek aradaki açığı kapatması bir başka faydalı yönüdür. Dolayısıyla hem dinî hem dünyevî hem kişisel hem toplumsal açıdan büyük bir rahmettir.

GÖZÜN HER ZAMAN KOLAY OLANDA OLSUN

İslâm dünya ve ahiret saadetini amaçlarken bir rahmet olarak hükümlerinde kolaylık prensibini gözetmiştir. Saadete giden yolun illa meşakkatli, karmaşık, yorucu ve usandırıcı olması gerekmez. Eğer kolay olan şey aynı zamanda mubah1 ise kolayı tercih etmek daha mantıklıdır. Efendimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hayatında da bunu görüyoruz. Kendisi iki mubah iş arasında tercih yapmak durumunda kaldığında kolay olanı seçmiştir ve bizlere de kolaylaştırıp güçleştirmememizi; müjdeleyip nefret ettirmememizi emretmiştir. Çünkü bu din insanların gönlüne mutluluk ve huzur vermek için gelmiştir. Müslümanın daha fazla ecir kazanırım düşüncesiyle zor durumun içine bilerek girmesi hoş görülmemiştir. Örneğin, bir kimse, kışın soğuğunda daha çok sevap kazanmak maksadı ile ince bir kıyafetle kar üzerinde namaz kılsa İslâm’ın temelleri ile uyuşmayan bir davranış sergilemiş olur.

İslâm insanların hayatlarını kolaylaştırmayı güzel kabul ettiği için fakihler örfü,2 istihsan, istishap, sahabe kavli gibi şer’i bir delil olarak kabul etmiş, örfün muhakkem olduğunu yani hüküm dayanağı olabileceğini söylemişlerdir. Çünkü örf dediğimiz şey, toplumda insanların benimseyip alışkanlık hâline getirdiği tutumlardır. Örfün şer’i bir delil olarak kabul edilmesiyle insanların alışkanlık hâline getirdikleri davranışlar, uygulamalar bir destek bulur ve toplum alıştığı, âdet edindiği hayata devam eder.

Âlimler, “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir.”3 hadisini, örfün delili olarak kabul etmişlerdir. Müslümanların çoğunluğunun kabul ettiği şey, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet kıstasından geçmiştir, bu kıstastan geçen şey de makbuldür.

Örfün belirli kabul şartları vardır. Öncelikle bir örfün kabul görmesi için o örfün şer’i deliller açısından bir mahzur taşımaması gerekmektedir. Örneğin, günümüzde toplumda faiz, zina, içki içme, kabirlere mum dikme, uygun olmayacak şekilde giyinip dışarı çıkmak kabul görmüş, bazı yerlerde örf hâline gelmiş olsa dahi bunlar şer’i açıdan kabul görecek örfler değildir. Çünkü bu uygulamalar İslâm’ın özüyle, nasslarla çatışmaktadır. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nasıl İslâm’a aykırı olan kız çocuklarını diri diri gömme, riba, kan davası gibi örfleri iptal ettiyse biz de İslâmî nasslarla çatışan örf ve âdetleri reddederiz.

Rivayet edildiğine göre bir gün Abdullah İbni Ömer (Radıyallahu Anh) , bir kuşu hedef olarak dikip ona ok atan Kureyşli gençlerin yanından geçiyordu. Hedefe isabet etmeyen her ok için kuş sahibine bir ödeme yapıyorlardı. Gençler, İbni Ömer’in geldiğini görünce hemen dağıldılar. İbni Ömer arkalarından bunu kimin yaptığını, böyle yapana Allah’ın lanet ettiğini, ruhu olan bir şeyi hedef hâline getirenlere Resulullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) da lanet ettiğini söyledi.4 Bu olay, kabul olunmayacak bir örfe örnek olarak verilebilir. Toplumda böyle bir uygulama örf hâline gelmiş, alışkanlık kazanılmış dahi olsa İslâm’la kesinlikle çatışmaktadır. Aynı şekilde toplumumuzda yaygın olan faizle alışveriş, haremlik selamlığa dikkat edilmeden yapılan çalgılı düğünler, biz kardeş gibi büyüdük denilerek kuzenlerle aradaki haramlığı gözetmeden kurulan ilişkiler her ne kadar teamül hâline gelmiş olsa da dinimizde yeri olmayan davranışlardır.

YA “ALDIM, SATTIM” DEMEDİYSEM…

İslâm’da kabul gören örflere bakacak olursak şunları söyleyebiliriz: Alışveriş hukukunda alışverişin gerçekleşmesi için satıcı ve alıcı tarafından sözlü bir şekilde “aldım, sattım” ifadelerinin beyan edilmesi gerekmektedir. Ancak insanların arasındaki alış[1]veriş uygulamalarına baktığımızda bu ifadeleri kullanmadan sadece malı alıp parayı teslim ederek alışveriş akdini tamamladıkları görülmektedir. Bu, dinen sakıncası olmayan bir hâl olduğu için örfî olarak kabul görmüştür.

Aynı şekilde bir malı aldığımızda belirli bir süre tamir ve bakım hizmeti garantisinin verilmesi, alışverişin kendi zatının gerektirdiği bir durum değildir, fakat toplumda bu uygulama örfen kabul görmüş olduğundan makbul bir âdet olmuştur. Bir mobilyacıya gittiğimizde koltuk takımı alırken “O zaman bana orta sehpa da hediye et.” demek alışverişin gerektirdiği bir şart değildir ama buna rağmen kabul görmüştür. Hayatın içinden bir başka örnek vermemiz gerekirse, kız istemede ikram edilen tuzlu kahve ne kadar İslâm’dandır? Bunun cevabı şu şekilde olmaktadır; tuzlu kahve ne İslâm’dandır ne de İslâm’dan değildir. İslâm’da tuzlu kahve ikram edilmeli diye bir hüküm geçmediği gibi tuzlu kahve ikram edilemez diye de bir hüküm geçmemektedir. O zaman bu uygulama örfen kabul edilip bir sorun teşkil etmemektedir.

Bunun gibi örfle sabit olan pek çok hüküm vardır. Sadece bir anlığına örfün şer’i bir delil olarak kabul edilmediğini düşünelim. Mesela, bugün çıkıp fakihlerin “Biz ictihat neticesinde örfün asla bir delil olamayacağı kararına vardık. Bu sebeple örfen yapılan şeyler kesinlikle kabul edilemez, mahzurlu görülür.” dediğini varsayalım. Çeyiz yapan annelerin, kız istemeye gidecek olan ailelerin, büyüklerin elini öpmeye yeltenen kişilerin bu hükmü duydukları andaki durumlarını düşünebiliyor ve örfün yasak oluşu kabul edildikten sonra yaşanabilecek sıkıntıları hayal edebiliyor musunuz? Alışveriş yapmış bir kimsenin eve döndüğünde “Acaba ben ‘aldım’ diyerek irademi beyan ettim mi?” diye vesveselere kapıldığını? Bizim için alışılagelmiş, hayatımızın parçası hâline gelen örfler eğer Allah isteseydi tamamıyla yasaklanmış da olabilirdi. Örfün kabulü belki okuyup geçtiğimiz, üzerinde çok durmadığımız şer’i bir delildir ancak üzerinde biraz düşündüğümüzde örfün kabulünün büyük bir rahmet tecellisi olduğunu görmekteyiz.

1 Yapılmasında din yönünden herhangi bir sakınca bulunmayan

2 Halkın kendiliğinden uyduğu, kural, ilke durumundaki gelenek

3 Ahmed b. Hanbel, “Müsned”, 3600 4 Buharî, “Zebâih”, 25

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir