Perşembe, Ekim 9, 2025

Görünenin Ardındaki

Aişe Ümame

Paylaş

Gözün diğer temel duyular gibi bir bilgi ölçer olarak değerlendirilişi, tek başına bir kaynak olmamak, sahih haber yani vahiy ve Nebi ile terbiye olmak ve akılla tasdiklenmek koşuluyla İslâmî bilgi için de geçerlidir. Ancak gözün gördüğü ya da görünen olarak tarif ettiğimiz her şey, aslında öznesinin idrakine muhtaç ve ondan ibaret birer yorumdur. Göze ve görene göre gerçekleşen bir değişim anlamlandırmada nasıl bir farklılık meydana getirir ya da öznesinden arınmış saf bir göz ve görüş mümkün müdür?

OBJEKTİVİTE YAHUT MUTLAK GÖRÜŞ

Koşullandırılma adıyla bilinen Batılı teoriye göre, örneğin eğitilen bir köpek sahibi tarafından besleneceği saat geldiğinde önce bir zil sesi ile karşılaşır ve sonra beslenirse, artık her zil çaldığında köpekte bir salya oluşmaya başlayacak ve beslenme saati olmamasına rağmen hayvanda iştahla yemek bekleyişi gerçekleşecektir. Bu görüşe göre, insan da eğer bir amaç doğrultusunda eğitilmek ya da ahlâkî bir terbiye altında huyları disipline edilmek istenirse, tıpkı zil sesi ile besin arasında bağ kuran hayvan gibi çağrışımsal bir yöntemle, refleksleri ve yaklaşımları disipline edilebilir.

Teori sahibi Pavlov’un bu araştırmasında değinmediği, hayvanla sahibi arasındaki güven bağının önemi, insanın insana güvenme potansiyelinin miktarının öngörülmesi ya da insanın gerçekleşen her benzer durumda stabil tepkiyi verebilecek kadar mekanik olup olmadığı durumlarının tespiti, bu teorinin tecrübe edilmesi durumunda gözle bakana, tecrübe edilmemesi durumunda görüş beyan edene görünene göre olacaktır. Zira bugün görmediğine inanmayı tercih etmeyen, görünene itibar etmeyen, gördüğü ve görmediği -kutsalla ilişkili ya da ilişkili görmediği her hususta- fikir beyan edebilme hak ve yetkisini kendinde gören insan için, objektivite yahut mutlak bir görüşten söz edebilmenin kendisi bir sübjektivitedir.

GÖZ, GÖNÜL VE ARDINDAKİ

Güneş ve ay kadar apaçık, herkesçe görülebilen şeyler hakkında, bunları birer “nesne”, “doğa olayı” ya da “hakikat” olarak değerlendiriş bakımından büyük farklar vardır. Kimisi için dünyaya yakınlığı-uzaklığı, ışık dalga boyu gibi nesne hesaplarına mahkum birer obje iken, bir diğeri için gece ve gündüzü süsleyen estetik ve doğal aydınlatıcı olmaktan ibaret ancak kendileri kutsanan bu şeyler, bazıları için her gün yeniden gerçekleşen birer kevnî âyettir. “Delil, ibret, işaret” gibi anlamlara sahip olan “âyet” terimi ile anlaşılan da, aslında güneş ve ayın kendisi değil, ardındaki Kudret’tir.[1] Bu mana için gözün bulunması yetmez, gönül sahibi de olmak gerekir. Zira gönlün sahibi, kendisinin eşsizliğini kainattan okumayı, sorumluluğunu kainattan görmeyi, yalnızca gözüyle değil gönlüyle birlikte gerçekleştirebilir. Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli surelerde tekrarlanan “O, sizin için o kulakları, o gözleri, o gönülleri yaratandır. (Böyle iken) ne az şükredersiniz!”[2] ifadeleri ile kastedilen de budur. İnsanın yaratılışında fıtratına ve bedenine yerleştirilen bu nimetlerin şükrünün, Yaratan’ın belirlediği ölçülere ve yaratılış amaçlarına uygun kullanım ile mümkün olacağı belirtilmiştir.

İNSANIN ARDINDAKİ

Karşılanışının göze, uğurlanışının gönle bağlı olduğu bugün de sıkça tekrarlanan insan hakkında değerlendirme ölçülerimiz gerçekten böyle mi? İnsan oluş kıymeti itibariyle her tür gözle görünen kusuru affedilebilir olan, hallerinin ve konumlarının değişkenliğini, her tür eksiklik ve yoksunluğa çakılı kalmaktan azade olmaklığını kabullendiğimiz insanın manevî-ulvî mertebelere ulaşması, yalnızca kendimiz için ve hayat seyrimiz bu mecrada aktığında mı mümkün; aslında diğer insanlara bu nazarla bakışımız ve manen ilerlemelerine olan güvenimiz ve sevincimiz yalnızca sözde mi?

Acaba biz hiç düşünmeden kabul ettiğimiz “teori”lerin meydana getirdiği önyargılı, kendisinden belirli durumlar karşısında belirli, tekdüze davranışlar beklenen, “âyet” olarak hayatımızda an be an tekrarlananlara karşı tefekkür ve hayret duygusunu yitirmiş, dünyevi perdelerin ardındaki hakikatleri terk etmiş, yalnızca insana mahsus gönül gözü kapanmış bir körlükte[3] miyiz?

Müminler olarak bedenimizdeki bir uzuv olan gözümüzü Allah tarafından haramlığı bildirilenlerden[4] korumak, “gözünün hakkını veren basiret ehli”[5] vasfına sahip olmak için yeterli mi? Peygamberimiz’in (Aleyhisselam) “İki göz vardır, onlara ateş değemez: Allah için ağlayan göz ile, Allah yolunda uyanık sabahlayan göz.”[6] tarifine gözlerimiz ne ölçüde uyuyor? Gözümüz, yaratılış amacı doğrultusunda görmesi gerekenleri “insanlar/Müminler” söz konusu olduğunda da tam isabetle görebiliyor mu, yoksa biz “görünenin Ardındaki” ifadesinden Kudret Sahibi Allah Teala ve şeylere bakışta O’na göre bir görme terbiyesi geliştirmeyi anlamak yerine, fayda vermeyen[7] ve ahirette mesul tutulacağımız[8] şekilde, bu nimetleri de kullanarak, insanlar/Müminler hakkında peşine düşmememiz gerekenlerle mi meşgulüz?

GÖRÜNEN…

Eskilerin nefis terbiyesi olarak dillendirdiği ve gönülden başladığı irfânî yola uzaklığımızı, bugün gördüklerimiz ya da görünenler hakkındaki görüşlerimiz gösteriyor. Zira kendimizde görmediğimiz, yalnızca başkası olan “insanlar” için söz konusu ettiğimiz kusurlar, zaaflar, zanlarımıza göre ölçtüğümüz manen ve madden daha düşüklük/yükseklik, bizde olanla/olmayanla mukayeseye mıhlanmışlık, bizde olan kadarını hak etmeyen, bize ve bizden olana razı olmayacaklarımızı layık gördüğümüz her insan, aslında göz ve gönül merkezli terbiye ihtiyacımızın boyutlarını gösteren birer gösterge. Hakiki göz ve gönül Sahiplerinden Mevlânâ bu durumu şöyle dile getiriyor: “A filan! İnsanlarda gördüğün nice zulüm, senin onlarda [gördüğün] kendi huyundur. Senin varlığın, riyakârlığın, zulmün, körkütük sarhoşluğun onlara yansımıştır. O sensin, o darbeyi kendine vuruyorsun; o anda lanet ağını kendine üzerine örüyorsun. O kötüyü kendinde açıkça görmüyorsun. Yoksa kendi kendinin can düşmanı olurdun.”[9]

Görünen, at gözlüklerimize veda etmeden, ilmimiz, bilgimiz, konumumuz, imkan/zenginlik ve potansiyel olarak varsaydıklarımızla, Allah’ın halifesi mertebesindeki insan olamayacağız. Müminler olarak göz, görüş ve gönül kalite standartlarımızı görünenin Ardındaki’ne göre yeniden gözden geçirmeliyiz; vesselam…

[1] Nûr Suresi 24/44

[2] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990, 2: 623, Müminun Suresi 23/78. Diğer aynı minvaldeki ifadeler için bkz: Nahl Suresi 16/78, Secde Suresi 32/9, Mülk Suresi 67/23

[3] Hacc Suresi 22/46

[4] Nûr Suresi 24/30-31

[5] Kur’ân’da “Ulu’l-Ebsâr” kavramı hakkında bkz: Âl-i İmrân Suresi 3/13, Nur Suresi 24/44, Sâd Suresi 38/45, Haşr Suresi 59/2

[6] Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 7, (1632)

[7] Ahkaf Suresi 46/26

[8] İsra Suresi 11/36

[9] Mevlânâ, Mesnevî, 1320-1323. beyitler

{Aişe Ümame mahlasıyla Akile Tekin tarafından yazılmıştır.}

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir