Dünyanın anlamını anlama yetisine sahip olan tek varlıktır insan. İnsanın takdisi ve tesbihi, tefekkür, tevekkül, tahayyül veya hayretinin sonucunda oluşur. İnsanın farkı ve kıymeti, bazen kuyuda, bazen de kuytuda iken, sabırla ortaya çıkar. Kuyuda dertle, kuytuda nimetle imtihanı devam etmektedir zira. Tanpınar’ın söyleyişiyle “Sabır, insanoğlunun tek kalesidir.”[1] Yusuf Suresi’nde kıssaların en güzeli anlatıldığı gibi, sabrın da en güzeli tanıtılır. Nasıl mı? Birlikte öğrenelim.
YUSUF SURESİ’Nİ TANIYALIM
Mekke’de indirilen, 111 ayet olan Yusuf Suresi, Mushaf’ta on ikinci sırada yer alır. Tüm ayetlerinin toplu halde tek seferde nübüvvetin 8-10. yılları arasında nazil olduğu rivayet edilen Yusuf Suresi, Yusuf Peygamber’in kıssasını konu edinir.[2] Peygamber Efendimiz’in (Aleyhisselam) hadis-i şerifinde ise o şöyle tanıtılır: “Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim; İbrahim’in oğlu İshak’ın oğlu Yakub’un oğlu Yusuf’tur.”[3]
Nakledilen rivayetlerin bir kısmında surenin Mekkeli müşriklerin ya da müşrikleri tahrik eden Yahudi alimlerinin “İsrailoğulları niçin Mısır’a gitti?” sorusu üzerine nazil olduğu belirtilirken, diğer rivayetlerde bu sebebin Müminlerin Peygamberimiz’den (Aleyhisselam) kıssa anlatmasına yönelik talepleri olduğu ifade edilir.[4]
Sure’de “kıssaların en güzeli” olarak takdim edilen Yusuf kıssası ile, sabitlenemez ve daima değişken seyredecek dünya hayatında insanın insanla yaşayabileceği tüm imtihanlara örneklik teşkil edecek merhaleler anlatılır. Yusuf’un rüyasıyla başlayan sure, yaşadıkları ve yaşayacakları Yusuf Peygamber’in kıssasıyla haber verilen Peygamberimiz’e ve Müminlere Rabbimiz’in bir hediyesidir.[5] Yusuf Peygamber ömrünün büyük bir yekûnunda, yakınında bulunan herkesten gördüğü haksızlıklara, zahiri ve manevi vurgunlara, yaşadığı tüm zorluklara rağmen, Allah’ın inayetiyle ulaştırıldığı ilahi ve dünyevi makama liyakatini “Müslüman olarak can verebilme ve Salihlere katılabilme” niyazıyla gösterir.[6] Müminlerden ise yaşayacakları iyi ya da kötü her durumda kendilerini Yusuf’ça konumlandırmaları istenir.
KUR’ÂN-I KERİM’DE YUSUF SURESİ BAĞLAMINDA SABR-I CEMÎL KAVRAMI
Kur’an’da Peygamberlerin Rabbimiz tarafından övülen vasıflarından birisi sabırdır. Yusuf Suresi’nde ise sabrın farklı nitelikleri öne çıkar. Kur’an-ı Kerim’de üç kez zikrolunan “sabr-ı cemîl” ifadesi, nüzul bakımından -tespit edilebilen kadarıyla- öncelikle Peygamber Efendimiz’e hitaben yer alır. Mearic Suresi 5. Ayet’te Rabbimiz: “(Habîbim) sen (şimdilik) güzel bir sabır ile katlan.”[7] buyurur. Bu hitaba ilaveten Yusuf Suresi’nde iki kez daha zikredilen ifadenin bu suredeki muhatabı ise, Yusuf’un yakınında olup zarar görmediği tek insan olan babası Yakup Peygamber’dir.
Sure’nin 18. Ayeti’nde Yakup Peygamber, Yusuf’u kuyuya attıkları halde hakikati gizleyip onun kanlı gömleğini kendisine getiren Yusuf’un da kardeşleri olan çocuklarına, söylediklerinin doğru olmadığını, nefislerinin onlara bu yaptırdıklarından dolayı kendisine düşenin güzel bir sabır olduğunu ifade etmiştir. Sure’nin 93. Ayeti’ne gelindiğinde yine Yakup (Aleyhisselam) oğlu Bünyamin’in alıkonulduğunu haber veren çocuklarına, bu sefer doğru söyledikleri halde aynı ifadelerle mukabelede bulunmakta ve yine kendisine düşenin güzel bir sabır olduğunu ifade etmektedir.
Sözlükte engellemek, hapsetmek anlamındaki sabır, “nefsi telaştan, dili şikayetten, organları çirkin davranışlardan koruma, nimet haliyle mihnet hali arasında fark gözetmeyip her iki durumda sükûnetini muhafaza etme, Allah’tan başkasına şikayette bulunmama” şeklinde tarif edilmiştir.[8] İmam Gazzâlî (ö. 505/1111) İbn Abbas’tan (ö. 68/687) naklen Kur’an’da sabrın üç şekilde zikredildiğini beyan ederek bunların “Allah’ın emrettiği farzları eda etmede gösterilen sabır, Allah’ın yasakladığı haramlardan sakınmada gösterilen sabır, musibetin ilk anında gösterilen sabır” olduğunu ifade etmiştir.[9]
Hasan-ı Basrî’den (ö. 110/728) rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz’e sabr-ı cemîl ifâdesi hakkında sorulunca, “Bu kendisinde hiçbir şikayet ve sızlanma bulunmayan bir sabırdır. Kişi şikayet edip, bunu yayarsa, sabretmiş olmaz.” buyurmuştur. Sabır ile sabr-ı cemîl arasındaki fark, Allah’tan gelen ile kuldan gelene sabır noktasında ortaya çıkar. Allah’ın kaza ve kaderine karşı sabır vaciptir/zorunludur; halbuki zalimlerin yaptıklarına sabretmek değil, zararı başkalarına dokunduğu takdirde zulmü ortadan kaldırmak vaciptir. Burada Yakup Peygamber kendi çocuklarının yaptıkları karşısında hüznünü ve şikayetini yalnızca Allah’a arzetmekle yetinerek[10] sabr-ı cemîl göstermiştir. Yusuf’a (Aleyhisselam) yapılan zulme sessiz kalması ise, Allah’ın ona öğreteceklerinin vahiyle kendisine bildirilmiş olmasındandır.[11]
MANASI AÇISINDAN YUSUF SURESİ 90. AYET-İ KERİME
Yusuf Suresi’nde sabır yalnızca Yakup Peygamber’le anılmaz. Surenin lafızlarında sabır yalnızca üç kez dile getirilmiş olsa da, sure sabrın pek çok veçhesini içerir. Surenin 90. Ayeti’nde sabrını son ana kadar dile dahi getirmeyen Yusuf’un dilinden şu ifadeler dökülür: “«A, sen, sen, sahi Yusuf musun?» dediler. O da: «Ben, dedi, Yusuf’um. Bu da kardeşim. Allah bize (selâmet ve kerametle) lütfetti. Zira hakikat şudur ki: Kim (Allah’tan) korkar, (belâlara) katlanırsa her halde Allah iyi hareket edenlerin mükâfatını zayi etmez»”.[12]
Surede Yusuf (Aleyhisselam) sabrı takvayla birlikte, ancak takvayı önceleyerek dile getirir. Buradan sure bağlamında anlaşılabilecek olan, kişinin takvayla bezenmedikçe sabırla kuşanamayacağıdır. Kur’an’da sabır ve takvanın birlikte zikredilip, sabrın öncelendiği ayetler de vardır.[13] Bu durumda ise, sabırla takvanın hakikatine ulaşılacağı düşünülebilir. Sabır ve takva arasındaki ilişkinin birbirini tamamlayıcı olduğu, biri olmadan diğerinden söz edilemeyeceği, dolayısıyla ikisi arasında öncelik ve sonralık kastedilmediği de anlaşılabilir.
Takva kelimesinin sözlük anlamı korunma, sakınma, çekinmedir. Kur’an’da 285 kez çeşitli türevleriyle zikrolunan takva, sabır gibi, Peygamberlerin ortak çağrılarından biri olup, Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azabından korunma anlamındadır.[14] Burada dikkat çekilmek istenen husus, takvanın yalnızca dinin daha güzel yaşanma çabasından oluşan elit bir dindarlık niteliği değil, Kur’an’da Rabbimiz tarafından tüm Müminlerden beklenen bir davranış tarzı olarak zikrolunduğudur. Sabır ve takvanın birlikte zikredilişi ile, nimet veya imtihanlar karşısında takınılması gereken Mümin tavrının temeli, Allah’a dayanma ve Allah dışındakilerden kalbi koruma esaslarından oluşturulmuştur.
KILAVUZUN SABIR OLSUN!
Yol bilmeyene yol öğretene rehber, kılavuz denir. Müminin her hususta kılavuzu Kur’ân ve Peygamberimiz’dir (Aleyhisselam). Mevlânâ ise bir de sabrın kılavuzluğunu tavsiye eder bizlere: “Sabrın kılavuzluğu sana kanat olursa can arş ile kürsünün zirvesine çıkar. İşte bak, sabrı Burak olup Mustafa’yı (Aleyhisselam) gök katmanlarının üstüne götürdü.”[15]
[1] Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergah Yayınları, İstanbul, 294
[2] Bekir Topaloğlu, “Yûsuf Sûresi”, TDVİA, 2013, 44: 28-30
[3] Buhârî, Enbiyâ, 19
[4] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut, 1990
[5] Yusuf Suresi 12/4, 101-111
[6] Yusuf Suresi 12/1-101
[7] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990, 3: 1089
[8] Mustafa Çağrıcı, “Sabır”, TDVİA, 2008, 35: 337-339
[9] Gazzâlî, İhyâ, 4: 72
[10] Yusuf Suresi 12/86
[11] Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr
[12] Çantay, Kur’ân-ı Hakîm, 1: 362
[13] Al-i İmran Suresi 3/120, 186
[14] Süleyman Uludağ, “Takva”, TDVİA, 2010, 39: 484-486
[15] Mevlânâ, Mesnevî, 3979-3980. beyitler