Doğduğumuz ilk andan itibaren başta ebeveynlerimiz olmak üzere çevremizdekiler “iş yapma” ahlâkını üzerimizde görmek ister. Hayat boyunca da kendimizi ve işlerimizi kanıtlamaya çalışırız. Okul hayatımızda sınavlarla, sosyal hayatımızda ise başka işlerle ve başkalarıyla hep yarış içerisindeyiz. Başarıyı yakalamaya çalışırken çoğu kere kendi potansiyellerimizden soyutlanıp toplumun hoşuna giden potansiyel kalıpları içinde debeleniyoruz. Eğer ki alkış alıyorsak, işin sonu bizi mutlu ediyor.
Yazı Başlangıcı: Gerçeklerden ne kadar kaçsak da gerçekler bizden kaçmamakta. İş yapmamız yetmiyormuş gibi bir de mükemmel bir şekilde yapmaya çabalıyoruz. Haklı ve anlamlı bir neden. Lakin mükemmelliyetçilik içinde boğuşurken iş yapma hazzımız ortadan kalkıyor. Çoğu kez asık yüzlerle evimize dönüyoruz. İşimiz mükemmel, toplum alkış hâlinde ama biz ortalıklarda yokuz.
AZ AMA KALİTELİ İŞ, ÇOK AMA YIKIK DÖKÜK İŞTEN EVLADIR
Hayatın hengâmesi içinde hiç durduğumuz oldu mu? “Bir dakika, ben ne yapıyorum?” dedik mi? Toplumun bizim omuzlarımıza yüklediği işleri hiç sorguladık mı? Derdimiz bir derdi dert edinmektir. Derdi bertaraf etmek, bizim ahlâkımızda yoktur. Çabucak halledilmiş sorumluluklar ileriki hayatımızda omuzumuzda ebedi taşıyacağımız dertlere dönüşebilir. Çabucaklığı ortadan kaldıran etkenin varlığı tüm sorularımıza cevap olacaktır.
Modern dünyanın bize hâlihazırda dayatmış olduğu robotlaşmış iş yapma kültürünü ortadan kaldıran tek şey, sevgidir. Sevgi mefhumumuz bizi birçok işe başlamadan önce durdurup haddimizi bildirecek yegâne ışıktır. Sevgi ışığının önündeki engelleri bir bir kaldıranlar asıl mutluluğa erişenlerdir. Yaptığımız işi severek ve zevk alarak yapmak iş yapma lezzetini arttırır, bizi mutlu ve sağlıklı bir ruh hâline tebdil eder. Bizim mutlu olarak yaptığımız iş, çok iş yapmamızdan daha mühimdir. “Çok iş, mutsuz yüzler” paralelinden çıkıp kendi paralelimizi oluşturmalıyız. Az ama kaliteli iş, çok ama yıkık dökük işten evladır.
DERDİMİZ DERT EDİNMEK
Derdimiz bir derdi dert edinmektir. Derdi bertaraf etmek bizim ahlâkımızda yoktur. Çabucak halledilmiş sorumluluklar ileriki hayatımızda omuzumuzda ebedi taşıyacağımız dertlere dönüşebilir.
Buraya kadarki kısımda bir toplumu ve toplum ve sorumlulukları arasında sıkışan kendimizi analiz ettik. Gelin biraz iş yapma ahlâkımız hakkında konuşalım. Muhatabım bugün sizsiniz. Sorumluluk ile donanmayı göze almış kişiler. Her sorumluluk bir vazifedir. Vazifeler dert edinmektir, dert edinebildiğin kadar vazifelenirsin, hatta öyle bir hâle bürünürsün ki vazifeler seni talep eder. Ben vazifede güzellik ararım dostlar. Güzelliğe sahip olan vazife değerlidir. Bir vazifeye baş koymadan önce güzelliğin peşinden koşmak gerekir. Sen sen ol, güzelliğin peşinden koş. Düşersen güzel düşersin, kalktığında da güzel kalkarsın. Güzel ile alakalı olan her adımın kendine has bir güzelliğe sahiptir.
Güzellikler kötülüğün yokluğuna delildir. İki zıt bir arada bulunmaz, iki zıtlığın olduğu yerde muhakkak biri galip gelecektir. Galibiyetin de güzeli, güzellikle makbuldür. Haddizatında güzel olan vazifesinden geri durmayacaktır. Sen güzel ol ki güzellikler seni bulsun. “Allah Teâlâ güzeldir, güzeli sever.” buyurmuştur Sevgili Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem). Bir güzeli sevmek, güzellerin en güzelinin seni sevmesine vesiledir. Ne kutlu bize.
DEĞER GÖRMEK NASİP İŞİ
Vazifenin güzelliğinden bahsettik, o zaman bir soru sorayım: “Vazife güzel olandır, peki güzelin vazifesi nedir?” İki vazifesi vardır; birincisi ehline denk gelmek, ikincisi ise güzel kalmaktır. Nazarlar ona bakmasa da o hep açmaya devam eder. Tıpkı bir çiçek gibi. Çiçeği gören koklayan yok diye açmayan çiçek gördünüz mü? Çiçekler uygun ortam bulduğu her anda güzellikleri ile raks ederler. Bazen bir bahçenin en kuytu köşesinde vazifesini gerçekleştirir; bakışlar yoktur, güzel sözler yoktur, toprağını değiştiren, suyunu veren yoktur ortada; sadece bir şey vardır, o da çiçeğin vazifesidir.
Bir çiçek daha vardır ki birçok bakışa muhatap kalacağı bir ortamda açmak nasibine düşmüştür. Asıl nasipsizliğinin farkına varamamıştır. Fark edilmemek… Tüm imkânlara rağmen görmezden gelinmek… Dışarıdan bakıldığında ilk çiçeğe üzülürüz değil mi? Asıl mesut olanın vazifesini tüm olumsuzluklara rağmen ifa eden çiçek olduğunu bilmeden. Bir nasipsiz daha zuhur etti. Nasibin sadece göz önünde bulunup pohpohlanan maddelerde olacağını sanan bizler. Kalabalığın içinde göz doldurmaya çalışan çiçek ilgi bekler, bakış bekler, güzel söz bekler, bulamadığında ise solar gider. Onun solmasını engelleyecek tek şey vazifesini hatırlamasıdır.
Vazife şuuru canlılık verir. Bakışlardan uzakta açan çiçek solmaz ve vazifesi ile ayakta durur, değer görmenin de bir nasip işi olduğunu unutmadan açmaya devam eder, bir de bakar ki bir kadın narin parmakları ile yapraklarını okşuyor, toprağına toprak katıyor, yeri geliyor varlığı ile ona toprak oluyor. İşte bu da o kadının vazifesidir. Sen vazifeni hatırla ki Allah Teâlâ da sana vazifesini hatırlayan insanları dost kılsın. Sen güzel ol ki güzellikler seni bulsun.
Güzellikler dilerim…