Allah Teâlâ insanı, uçsuz bucaksız kâinatın içinde dünyada yaşayacak donanım ve kapasitede yaratmıştır. Nefes alıp vermesiyle, yemesi ve içmesiyle, sevinmesi ve üzülmesiyle ve daha pek çok cihetiyle insan, dünya denilen bu misafirhanede varlığını sürdürebilir. Bedenen ve ruhen buraya uyum sağlar. Lakin bunlar hiçbir zaman dört dörtlük bir ölçüde olmaz. Allah Teâlâ’nın kanunları gereği bu dünyada eksiklikler, noksanlıklar olacaktır. İnsan her daim birtakım şeylere ihtiyaç duyacaktır. Çünkü insan, asıl ve kalıcı yurdunun dünya değil ahiret olduğunu hatırından çıkarmamalıdır.
İnsanın ihtiyaç duyduğu şeyler nelerdir diye düşünürsek karşımıza, aralarında tercih olmayan iki seçenek çıkar. Birincisi insanın maddi yani dünyaya ait ihtiyaçlarıdır. Beslenmeden büyümeye, çalışmaktan dinlenmeye, temizlikten düzene, fiziki varlığımıza dair bütün gerekleri içerir. İkinci seçenek ise insanın manevi yönüne ait olan ihtiyaçlarıdır. Yani ruhumuza ve asıl diyarımız olan ahirete yönelik olanlar. Karşılanması gereken en önemli ihtiyaçlar da bunlardır. Nasıl ki bedenimizin açlığını yediğimiz yemeklerle doyuruyorsak, ruhumuzun açlığını da manevi gıdalarla doyurmalıyız. Bizleri yoktan var eden Yüce Rabbimiz, manevi gıdamızın kaynağını din ile bize göndermiştir.
Din, akıl sahibi insanların kendi istekleri ile dünya ve ahirette iyiliğe ve mutluluğa ulaşmak için Yüce Allah tarafından, peygamberler aracılığıyla gönderilen esasların bütünüdür. Bahsettiğimiz manevi gıdalarımızı da İslam dininin esasları oluşturur. Allah Teâlâ’nın belirlediği bu esaslara bütün peygamberlerle, bilhassa da Hatemü’l-Enbiya olan Efendimiz Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile ulaşırız.
Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarının ilk muhatabı olan Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), aynı zamanda bu emirleri en doğru anlayandır. O’nun (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) anlayıp içselleştirdiği ve uyguladıkları bizim için örnektir. Dünyadaki yolumuzun sırat-ı müstakimden ayrılmaması için Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve O’nun izinden gidenlerin izlerini takip etmeliyiz.
HAYATIN PRATİK YÖNÜ
Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarının, uygulamaya yönelik olarak derlenmesi fıkıh ve ilmihâl ilimlerini meydana getirmiştir. Fıkıh ibadât, muamelât ve ukûbâta dair teorik bilgileri içerir. İlmihâl ise bu bilgilerin pratiğe yönelik hâlidir. Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye kaynaklı olan bu bilgiler, yıllar içinde nice âlimlerin uğraşlarıyla derlenmiş, çeşitli külliyatlar ortaya çıkmıştır. Bu eserler arasında, fıkıh alanına dair hadisleri bir arada toplayan Bulûğu’l- Merâm’dan da bahsetmek gerekir.
Bulûğu’l- Merâm’ın müellifi İbni Hacer el- Askalânî, 22 Şaban 773’te (28 Şubat 1372) eski Mısır’da doğdu. Adı veya lakabı Hacer olan yedinci dedesine nispette İbn Hacer diye meşhur oldu. Önce babasını, daha sonra da annesini küçük yaşta kaybedince ablası ile yalnız kaldılar. Ancak babaları vefatından önce çocuklarını, iki yakın arkadaşına emanet etmiş ve servetlerini de bırakmıştı. Yine babaları, evlatlarının eğitimine önem verirdi. Kızı için muhaddislerden icazet almış, oğlunu küçük yaşta ilim meclislerine götürmüştü.
İbni Hacer dokuz yaşında hafızlığını tamamladı. On iki yaşına geldiğinde de hadis ilmi almaya başladı. Hadis ilminin yanı sıra fıkıh, usûl-i fıkıh, Arap dili, hesap ilimlerine dair eserler okumuştu. Ayrıca tarih ilmi ve edebiyat ile, daha sonra bıraktıysa da şiirle de ilgilenmiştir. 55 tanesi kadın olmak üzere, 628 hocadan ilim almıştır.
806 (miladi 1403) yılında resmi olarak hocalık vazifesine başlayan İbni Hacer, uzun zaman fetva vermiş, Mısır’da kadılık, Ezher’de hatiplik, Mahmudiyye Medresesi’nde kütüphane yöneticiliği yapmıştır.
Birçok ilimle ilgilense de hadis ilmi İbni Hacer için ayrı bir öneme sahiptir. Bu uğurda çeşitli yolculuklara çıkmış, yerine göre binek üzerinde eser neşrettiği olmuştur. “Emîrü’l- mü’minîn fi’l- hadîs” ünvanını alan nadir âlimlerdendir. Farklı ilmi alanlarda 170’e yakın eser kaleme almıştır. En meşhur eseri, Sahih-i Buhârî şerhi olan Fethu’l- Bârî’dir. Fıkıh alanındaki hadis derlemeleri içinde de Bulûğû’l- Merâm’ın önemli bir yeri vardır.
OĞLU İÇİN KALEME ALDI
İbni Hacer, 828 (1425) yılında, oğlu Ebu’l- Meâlî Bedreddin Muhammed’in ezberlemesi için kaleme almıştır Bulûğu’l- Merâm’ı. Eser ibadet, hukuk ve muamelâta dair 1356 sahih hadisi ihtiva eder. Kitabın içerisinde taharet, salat, cenâiz, zekat, sıyam, hac, büyû’, nikah, talak, ric’ât, hudud, cihad, et’ime, eymân ve’n- nüzûr, kazâ, ıtk, câmi’ gibi ana başlıklar bulunur. Son bölümde de edep ve ahlâka dair hadisler yer alır. Eserin tamamı 17 kitap, 96 babdan oluşur. Hadislerin başında yalnızca Ashab-ı Kiram’dan olan raviler verilir, sonunda da hangi kaynaklarda yer aldığı gösterilir. Kaynakları zikrederken “revâhü’s- seb’a” ifadesi kullanılarak hadisi rivayet eden yedi kişi kastedilir. Bunlar Ahmed b. Hanbel, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Nesâî, Tirmizî ve İbn Mâce’dir. Bu yedi ravi dışındakiler isimleriyle zikredilir. Bunlara ek olarak, her hadisin tenkidini de yaparak güvenilirlik derecesini belirtir.
Bulûğu’l-Merâm üzerine çeşitli şerhler de yapılmıştır. Bunlardan en bilinenleri arasında Emir es-San’ânî’ye ait olan Sübülü’s-Selâm vardır. Bu eser de Ahmed Davudoğlu tarafından Selamet Yolları adıyla tercüme edilerek kaynaklarımız arasında yer almıştır. Bir diğer önemli şerhi de Sıbt İbn Hacer diye tanınan torunu Ebü’l- Mehâsin Yûsuf b. Şâhin tarafından Minhâtü’l- Kirâm ismiyle yapılmıştır.