Cumartesi, Mayıs 17, 2025

Aklın Yolu

Akile Tekin

Paylaş

Gök ve yerdeki her bir katman ve ton gibi, ahengi hiç bozulmadan birbirini tamamlarken telaşsız akıveren ayetleri Kur’ân’ın, güneş gibi ısıtıyor, su gibi arındırıyor, nûr gibi tarifsiz aydınlatıyor içimizi. Gönlümüzü ötelere, uçurtmamızı göklere salarken, yahut, bir balığın karnında mahpus Yûnus Peygamber gibi karanlığın zifirileştiği, ümidin çaresizliğe dönüşmeye başladığı andaki sığınışımız, Efendimiz’in (Aleyhisselam) Senden istediği gibi[1] duamız Sana:

“Ey göğün ve yerin Nûr’u[2], içimizi dışımızı nûrlandır, nûrumuzu eksik etme!”     

YÛNUS SURESİ’Nİ TANIYALIM

Mushaf’ta onuncu sırada yer alan Yûnus Sûresi 109 ayet-i kerimedir; Mekki dönemin ortalarında ya da sonlarında nazil olduğu görüşleri mevcuttur.

Mushaf’taki dizilişi açısından Kur’an sureleri içerisinde bir peygamberin adıyla tesmiye olunan ilk suredir. Surenin 98. Ayeti’nde Yûnus’tan (Aleyhisselam) bahsedildiği görülür. Aynı zamanda nüzul kronolojileri içerisinde tespit edilebilen kadarıyla ilk nazil olan peygamber kıssası[3] Yûnus Peygamber’e aittir ve Kalem Sûresi’ndedir.[4] Efendimiz (Aleyhisselam) da “Hiçbir insanın, ‘Ben Yûnus b. Mettâ’dan daha hayırlıyım’ demesi uygun değildir.” buyurduğu rivayet edilmiştir.[5]

Surede Allah Teala Kendisi hakkındaki tasavvurlara bir cevap niteliğinde Allah, Rab ve Hüve zamirini kullanarak Kendisi’ni bizzat tanıttığı, dönüşün Kendisi’ne oluşunu  Kendisi’nden başka şefaatçi bulunmayışını hatırlattığı ve Kendisi’ne kavuşmayı ummayanlara ikazlarda bulunduğu  görülür.[6] Bu ikazlar tehditten ziyade, Kur’an’ı, dünyayı, ibret, delil ve işaretler içeren tüm ayetleri, gök ve yeri, kara ve denizi, gece ve gündüzü, hatta insanın yaşadığı çeşitli sıkıntı hallerinin tefekkür edilmesini içeren üslupla muhataplara birer davet niteliğindedir.[7] Efendimiz’e sıkça “Sen söyle” formunda yakınlık içeren ifadelerle anlatması istenenler bildirilirken, Nûh, Mûsâ ve Hârûn ile Yûnus Peygamberler’in kıssalarına da atıflarda bulunulmuştur.[8] Tüm bu hatırlatma, ikaz ve davetler ise Peygamber’in nübüvveti konusundaki şüphelerin giderilmesi ve Peygamber’in getirdiği haberler çerçevesinde Allah’a ve ahirete imanın temini içindir. Müminler ise Allah’ın dostları olma bahtiyarlığıyla müjdelenmiştir.[9]

KUR’ÂN’DA YÛNUS SURESİ BAĞLAMINDA İMAN VE AKIL

Yûnus Suresi’nin muhtevası nüzul ortamı hakkında tahayyül imkanı verir.[10] Buna göre Mekke’deki müşrikleri usanmadan imana davet eden Efendimiz’e tahammülün kalmadığı, iman ümidinin azaldığı ve Mekke döneminin tamamlanmak üzere olduğu bir dönemde surenin nazil olduğu anlaşılır. Zira iman etmeyerek en şiddetli biçimde helak olan Nûh ve Mûsâ Peygamberler’in anlatılmasından sonra son bir uyarı verilircesine Mekkeliler’den Yûnus Peygamber kavminin kıssasına kulak vermeleri istenir. Surede helak olma işaretlerine muttali olduktan sonra tevbeleri kabul edilen tek kavmin Yûnus Peygamber’in kavmi olduğuna dikkat çekilerek, hala tevbe fırsatı olduğu Mekkeliler’e anlatılır. Helak başladıktan, gayba iman fırsatı tamamen imkansızlaştıktan sonra imanın kabul edilmeyeceği Firavn örneğiyle vurgulanır.

İnsan için Peygamber’in getirdikleri çerçevesindeki imanın temel amaç olarak belirlendiği bu ayetlerde, imana vesile olan araç olarak akıl belirlenmiştir. Surenin 16. Ayet’inde Efendimiz, Kur’an’ı okumasını isteyenin Allah olduğunu ve içinde yaşadığı toplumun yaşayışına şahit oluşunu hatırlatarak, bu hususlarda akletmeye davet etmekte, 42. Ayet’te ise Allah, Efendimiz’e kulak vermeyenlerin akılsızlık ettiğini vurgulamakta ve nihayet 99-100. Ayetler’de şöyle buyurmaktadır: “Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündeki kimselerin hepsi, topyekûn elbette îman ederdi. Böyle iken sen hepsi mü’min olsunlar diye insanları zorlayıp duracak mısın? Allah’ın izni olmadan hiç bir kimsenin îman etmesi mümkün değildir. O, akılları iyi kullanmazlara murdarlık (azâb) verir.”[11]

MANASI AÇISINDAN YÛNUS SURESİ 99, 100. AYET-İ KERİMELER

Ayetler, Yûnus Peygamber’in kavmi dışında Peygamberler’in haber verdiği kadarıyla gayba iman etmeyen hiçbir kavmin tevbesinin kabul olunmadığı vurgulanan ayetlerin devamında yer almaktadır. Ayetlere göre Allah yapmaya muktedir olduğu halde kullarını imtihan etmek için, iman konusunda toptan ve zorunlu bir kader belirlememiştir. Efendimiz’e de iman konusunda zorlayıcı bir davette bulunmaması, zira izin olmaksızın bunun mümkün olmayacağı hatırlatılır. “Allah’ın izni” ifadesi ile herhangi bir fiilin yapılmasına müsaadenin kastedildiği, herhangi bir konuda mutlak manada tasarrufun, iradenin ve eylemin yalnızca Allah’a ait oluşunun teyid edildiği belirtilir.[12] Öyleyse insan iman konusunda Allah ve Peygamber’inin yalnızca çağrısına muhataptır, karar mekanizması kendisidir. Peki insan nasıl olacak da iman edebilecektir?

İnsana verilen imkan ve potansiyellerin içerisinde imana götürücü olan nimet akıldır. Arapça sözlük anlamıyla akıl “bağ, hapsetme, tutma, koruma” anlamındadır ve şeyler arasında bağ kurarak insanın tefekkür etme, sonuç çıkarma ve eyleme geçmesini,  Yaratıcısı’na ulaşmasını sağlayan melekesi olup, kişiyi zararlı söz ve hallerden muhafaza edendir. Ragıb el Isfahani’ye (v. 954/1108) göre insana hidayete erişmesi için iki çeşit elçi verilmiştir, zahirî elçi Peygamber, bâtınî elçi ise akıldır; akıl ile dînin elele vermesi ise Allah’ın da buyurduğu gibi  “Nûr üstüne nurdûr”.[13]

AKLIN YOLU “BİR”DİR

Hakikate erişecek, hidayete ulaşacak aklın, önkabul ve önyargılardan uzak, her tür ihtimale açık, daima iyi niyetli çaba halinde, işler olması, “selîm” olma niteliğiyle açıklanmış ve kayıtlanmıştır. Allah’a ulaşma yolunda aşkı/muhabbeti bir yöntem olarak benimseyen Yûnus Emre’nin “Bu akl u fikr ile Mevlâ bulunmaz” ifadesiyle, selîmlik vasfını yitiren aklı kastettiği düşünülebilir. Zira selîmlik vasfıyla kayıtlı olmak şartıyla kalbin ve aklın yöntemi de, yolu da, amacı da, sonucu da “Bir” Allah’tır.

[1] Hadis-i Şerif’te buyrulmuştur: “Allahım! Kalbimi nurlandır, gözümü nurlandır, kulağımı nurlandır, sağımı nurlandır, solumu nurlandır, üstümü nurlandır, altımı nurlandır, önümü nurlandır, arkamı nurlandır ve beni nûr eyle (bir başka rivayette) benim damarlarımı nurlandır, etimi nurlandır, kanımı nurlandır, saçımı nurlandır, yüzümü nurlandır.” Buhârî, Deavât, 9; Müslim, Müsâfirîn, 181

[2] Nûr Suresi 24/35

[3] Mahmut Ay, Kur’an Kıssalarını Sîret Bağlamında Okumak -Hz. Musa Kıssası Örneği-, İstanbul, Ensar Yay., 2019, 110

[4] Kalem Suresi 69/48-50

[5] Ömer Faruk Harman, “Yûnus”, DİA, 43: 597-599

[6] Yûnus Suresi 10/3, 4, 5, 6, 11, 25, 32, 34, 44, 55, 56; 4, 23, 46, 70; 3, 18; 7; 11, 15, 45

[7] Yûnus Suresi 10/57; 24; 6, 15, 24, 92; 2, 31, 61, 66, 68, 101; 22; 6, 67; 12, 21, 107

[8] Yûnus Suresi 10/16, 34, 35, 38, 49, 50, 59, 108; 71; 75; 93

[9] Yûnus Suresi 10/62-64

[10] Mevdûdi, Tefhîmu’l-Kur’ân, 2: 299, 300; Ay, Kur’an Kıssalarını Sîret Bağlamında Okumak, 111

[11] Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990,1: 323

[12] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabi, Beyrut, 1990

[13] Râgıb el-Isfahânî, ez-Zerîa ilâ Mekârimi’şşerîa/Erdemli Yol,  Çev. Muharrem Tan, İz Yay., İstanbul, 2009, 133-160

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir