Pazar, Aralık 22, 2024

Zübde-i Âlem

Saliha Türkmen

Paylaş

Kâinatın yaratılışı, yaratılışının hikmetleri, sebepleri ve şekilleri, yüzbinlerce yıl boyunca, yüz milyonlarca insan tarafından araştırılmaya devam edecek olsa dahi bitmeyecek ve tükenmeyecek sırlarla doludur. İnsan bedeni, zihni, duygu durumları da yine yüzbinlerce yıl, yüz milyonlarca kişi tarafından araştırılsa da keşfi bitmeyecek bir derinliğe sahiptir. Kâinatın sonsuzluğu insana, insanın derinliği her an kâinata yansır bir durumdadır. Bu derinlik sayısız bilim adamının not defterlerini doldurmuştur ve nice kıymetli insan ve şair bu hususta sözler söylemiştir.

“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen

Merdûm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”1

Şeyh Galip’in bu meşhur satırları, insan ve kâinat arasındaki benzerliği tasvir eden en güzel ifadelerden biridir. Âdeta âlem insandan, insan âlemden zuhur etmektedir. Yine Ali’nin (Radiyallahu Anh) , “Sen kendini küçük bir cisim sanırsın ama en büyük âlem sende gizlidir.” sözü de insanın âlemin zübdesi yani özü olduğunu beyan eden bir başka derin ifadedir. İnsan-kâinat benzerliğinin ve aralarındaki ilişkinin ne boyutta olduğunu incelemeye kalktığımız[1]da tahmin ettiğimizden daha fazla örnekle karşılaşırız.

İNSAN VE KÂİNAT

Diğer bir örnek olarak insan ve kâinatın maddesel ortak yapısı olan atomlardan söz edebiliriz. Kâinatta var olan her madde atomlardan meydana gelmiştir. Yıldızlar, Dünya, Ay, hava, su, hayvanat, nebatat, toprak, insan bedeni… Her biri sayısız atomdan oluşmaktadır. Günümüzde kâinattaki atom çeşitliliğinin 118 kadar olduğu keşfedilmiştir ve bu atomların membaının yıldızlar olduğu düşünülmektedir.

Büyük bir patlama (big bang) ile kâinatın yaratılmasından belli bir süre sonra temel atomlar ortaya çıktı. Sonrasında meydana gelen yıldızlar, bu temel atomları çeşitli şekillerde birleştirerek daha karmaşık atomları oluşturmaya başladı. Her bir yeni atomun oluşması, ortama güçlü bir ısı ve ışık veren patlamaların meydana gelmesi demekti. Bu patlamalar, yıldız diye adlandırdığımız yeni cisimleri oluşturan en temel sebeptir.

İNSAN VE ATOM

Yıldızlar da tıpkı insanlar gibi farklı farklı yapılarda yaratılmışlardır ve ömürleri de yine insanlar gibi çeşit çeşittir. Atom üretemeyecek hâle gelen yani diğer bir deyişle yaşlanan yıldızlar, bu safhaya geldiklerinde o âna kadar ürettikleri ısı ve ışığın milyarlarca katı kadar enerjiyi çok kısa süre içerisinde yayan bir patlama ile ölüm süreçlerini başlatmış olurlar. Bu patlamalar, hiçbir yıldızın üretemeyeceği kadar ağır olan altın, gümüş vb. atomların üretilmesine olanak verecek patlamalardır. Atom çeşitliliğinin temel sebebi de aslında bu yıldız ölümleridir.

Yıldız ölümlerinin bir başka sonucu da ortaya çıkan şok dalgalarıdır. Bir yıldız ölürken meydana gelen patlamanın şiddetiyle yıldızın çevresine çok büyük bir dalga yayılır ve bu dalga çevrede başıboş gezinen atomları tetikleyerek onların bir araya gelmesini ve böylece birkaç milyon yıllık bir süreç içerisinde yeni yıldızların doğmasını sağlar.

Peki, geçmişten günümüze keşfedilegelmiş bu gerçeklerin yazımızdaki yeri nedir?

Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti olan “Oku!” emrinin tefsirini yaparken birçok müfessir, bu okumanın insanın Kur’an’ı, kâinatı ve kendisini okuması, bunlar üzerine tefekkür etmesi olduğunu söyler. Allah Teâlâ da Kur’an-ı Kerim’de kâinatın yaratılışına pek çok örnek vermiş ve hemen her birinin ardından “…akletmez misiniz?”, “…tefekkür etmez misiniz?” gibi ifadeler eklemiştir. Öyleyse insanın kâinatın özü olduğu gerçeğini bir de yıldızların hayatları üzerinden incelemek insana bambaşka bir düşünce ufku açacaktır.

İnsanoğlu bir parçası olduğu kâinatın enerji merkezleri olan yıldızlar gibi doğar, yaşar ve ölür. İnsanın maddesel yapısı olan bedenini incelediğimizde çeşitli parçacıklardan meydana geldiğini, öldüğünde ise bu parçacıkların toprağa karıştığını görürüz. Topraktan elde edilen mahsul ise başka insanların beslenmesini sağlar. Bu durum bahsedilen şekilde sürüp gider. Kâinat ve insan arasındaki benzerliği yorumlama imkânına ancak bu devr-i daimi daha kapsamlı bir bakış açısıyla inceleyerek sahip oluruz.

İnsan hayatı, ön görülemez olaylarla çevrilidir. Her ne kadar insan psikolojisi, geleceği kesin bir şekilde bilmek ve ona göre hareket etmek istese de bu, hiçbir zaman mümkün olmaz. Bu durum da yaşanması muhtemel rahatsız edici olaylar sebebiyle gelecek kaygısı oluşturur. Hâlbuki yaşanılan olumsuz olaylar, arkalarında milyonlarca olasılık bırakarak geçip gider ve bu olasılıkların hangisinin gerçekleşeceğini, gerçekleşmeden önce bilmemiz mümkün değildir.

Bir yıldızın ölümü esnasında altın üretmesi veya yeni yıldızların doğumunun tetiklenmesi gibi insan hayatında yaşanılan olumsuz durumların ardından da yeni başlangıçların yaşanması ihtimali vardır. İnsanın sorumluluğu, sadece bu başlangıçların peşinden koşmaktır. Kâinatın bir parçası olan insan, kâinattaki her şey gibi kendisine verilen görevi yerine getirip karşılaştığı zorluklarda durumu toparlayacak en güzel hâli yakalamaya çalışmalı ve vakit geldiğinde ise dağılıp giden her şey gibi ardında eşsiz miraslar bırakarak gitmeli…

Nurullah Genç’in Kalır şiirin[1]de de belirttiği gibi:

Hayat su misali süzülüp gider

Vahşi derelerin selinde kalır

Rüyasında gamlı bülbül “Ah” eder

Yankısı bir hayal gülünde kalır

Güneş doğar, batar; bir yıldız kayar

Ay hüzne bürünür, karalar giyer

O gün, feryadımı kâinat duyar

Ruhum sonsuzluğun ilinde kalır

1 Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün

Sen varlıkların gözbebeği olan insansın

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir