Ma’nî eri bu yolda melûl olası degül
Ma’nî tuyan gönüller hergiz ölesi degül
Ten fânidür cân ölmez çün gitdi girü gelmez
Ölür ise ten ölür canlar ölesi degül1
Ölüm, Allah’ı seven ve O’nun yolunda ömür süren kullarını soğuk çehresiyle karşılamaz. Zira ölüm sadece dünya hayatına hiç ayrılmayacakmış gibi bağlanan ve ona sıkı bir muhabbet duyanlar için adı geçtiğinde dahi tüylerin ürperdiği bir olgudur. Varlık âleminde iki türlü ölüm söz konusudur; Biri, ruhun bedenden ayrılarak fani olduğu fizikî ölüm; diğeri, nefsin zorlayıcı zincirlerin[1]den kurtularak Hakk’a kavuştuğu manevî ölüm. Acluni’nin Keşfu’l Hafâ’sında zikrettiği “Ölmeden önce ölünüz.” hikmetli sözü tam da bu manevî ölüme işaret etmektedir.
KUR’AN’IN PENCERESİNDEN ÖLÜME BAKIŞ
“Her can ölümü tadacaktır. Sonra Bize döndürüleceksiniz.”2 gibi pek çok ayet ile Rabbimiz, yüce kitabında Allah’a kavuşmak ifadesini kullanmış ve kullarına bu minval üzere yaşamalarını telkin etmiştir.3 “Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.”4 ayetinde de belirtildiği gibi kul, her daim Hakk’la bir olduğunu, işlediği güzel amellerle, kıldığı namazla, tuttuğu oruçla, öğrendiği ilimle aslında O’na kavuştuğunu, visale erdiğini unutmamalıdır. Zaten namazın likâullah makamına erdiren bir miraç olduğunu hakkıyla idrak edenler için asıl ölüm gerçekleşmiş vuslata erilmiş demektir.
Ubâde b. Sâmit’ten rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse Allah da o kimseye kavuşmayı arzu eder. Kim de Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da o kimseye kavuşmaktan hoşlanmaz.”5 Kitabımız bu durumu ne güzel özetliyor: “Şüphesiz Bize kavuşacağını ummayan ve dünya hayatına razı olup onunla yetinerek tatmin olan kimseler ile ayetlerimizden gafil olanlar var ya işte onların kazanmakta oldukları günahlar yüzünden varacakları yer ateştir.”6
ÖLÜM FİKRİNE TASAVVUFÎ BİR BAKIŞ
Ölüm, sadece tasavvufî düşüncenin özüne inememiş olanlar için korkulması gereken soğuk bir sondur. Hakiki Allah dostları için[1]se sevgiliye kavuşmayı sağlayan bir “Şeb-i arûs”tur.7 Hayattayken “ölmeden önce ölmek” sırrına erenler için bu vuslat,8 hem dünyada hem de ruhun cisimden terk-i diyar ettiği ahirette İlâhi Sevgiliyle, Yüce Padişahla kavuşma anına vesile olacaktır.
Mevlanâ’nın dilinden ölüm bir başka güzel okunuyor, “Ben ölürsem sakın bana ‘öldü’ demeyin. Aslında ben ölü idim, dirildim, beni dost aldı, götürdü.”9 sözleriyle ölüme çok güzel bir anlam yüklüyor. “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama, bizim mezarımız arif kişilerin gönlündedir. Burada ölüm (olarak) tezahür ediyorsa da orada doğumdur. Ölmek şeker gibi tatlı bir şey, canı Sen aldıktan sonra Seninle olunca da tatlı candan da tatlıdır ölüm.” satırlarıyla da ölüme karşı farklı bir bakışa şahid oluyoruz. Ölüm, Hakk’a kavuşmak için bir vesile ve âdeta hasretle beklenen bir dosttur.
MÂŞUK’A DOĞRU
Mutasavvıflara göre gerçek hayatın başlangıcı, Mâşuk’a (Allah) kavuşulan andır. Zira Allah Teâlâ, nefsin elinde tutsak olma[1]yan “sen”i öldürecek ve kendi[1]sinde tekrar diriltecektir. Böylece ölüme yalnızca bedenin ölümü olarak bakıldığında ölüm hayat ile birleşmekte ve gerçek hakiki hayatın kendisi olmaktadır. “Bu anlamıyla tasavvuf, Hakk’ın seni senlikten öldürmesi ve kendisiyle diriltmesidir.”10 Bu da kişinin nefsini besleyen dünyevî zevklere uzak bir boyutta yaşamasıyla mümkündür. Böylece ruh, gaflete düşmemek için kötülüklerden arınacak manevî hayata uyanık olacak ve manevî hayatla dirildikçe de Rabbine yakınlaşacaktır. Nefsin bu hâli bir nev’i ölmesi demektir. Nefis ölecek ki Rabbine yaklaşabilsin.
Tasavvufta menzile ulaşmak için manevî yolculuğu yani seyr-i sülûku tamamlamak gerekir. Bu yolda ilerleyenler, kâinatın bir aşkla yaratıldığına inanarak ilâhi aşka çok önem verir. Bu hakiki aşktır, bu aşka ulaşmak da ibadet etmekle mümkündür. Kul, seyr ü sülûkunu tamamladığında Hakk’a ulaşma yolculuğunu da tamamlayacak ve nefsini de öldürecek böylece “likâullah”a ulaşacaktır. Zira ölüm bir son değil hakikat kapısının açılmasına bir vesiledir.
Gazali, “Arifler ölümü devamlı olarak hatırlarlar, çünkü ölüm onlar için sevgilisi ile buluşma zamanıdır. Seven sevgilisi ile buluşacağı günü asla hatırından çıkarmaz. Hatta bu yüzden ölümün geç gelmesine üzülür. Bir an önce bu dünyadan kurtulup Allah Teâlâ’ya dönmeyi arzular.”11 derken âşık olan için ölümün bir son değil arzu edilen bir başlangıç olduğuna vurgu yapar. Hak âşığı, ölümün geç gelmesine üzülecek kadar bu ânı arzulamaktadır.
Yahya Kemal ne güzel anlatmıştır bu özlemi:
Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.
Arif için ölüm uzun zaman ulaşılmak için beklenen ve yıllarca gönülde tüten bir bahar ülkesidir. Kavuşma anının sevinciyle her seherde bir gül açar, geceler bülbül sesiyle aydınlanır. Zira âşık için ölüm, vuslattır. Vuslat olur da etrafı gül korkusu sarmaz, bülbüller şakımaz mı?
1 Mana eri bu yolda üzgün olası değildir,
Mana duyan gönüller asla ölesi değildir.
Ten fanidir can ölmez, gidenler geri gelmez,
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değildir. (Yunus Emre)
2 Ankebut Suresi, 56
3 Enam Suresi, 36; Yunus Suresi, 45; Kehf Suresi, 110; Meryem Suresi, 40; Yasin Suresi, 22
4 Hadid Suresi, 4
5 Buharî, “Rikâk”, 41; Müslim, “Zikir”, 14
6 Yunus Suresi, 8
7 Düğün gecesi
8 Vuslat ile kastedilen ölümdür.
9 Şefik Can, Hz. Mevlanâ’nın Rubaileri, Kültür Bakanlığı, Beyit No: 573, Ankara 1991
10 Abdülkerîm Kuşeyrî, Tasavvuf İlmine Dair: Kuşeyrî Risalesi, çeviri Süleyman Uludağ, Divan Yayınları, s.393, İstanbul 1978
11 Dr. İsa Çelik, Türk Tasavvuf Düşüncesinde Ölüm, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı 40, Erzurum 2009