Hikâyenin başlangıcında Mevlânâ; padişah ile hasta cariye hikâyesi için “Bu, gerçekte bizim kendi hâlimizi anlatan bir hikâyedir.” buyurarak çağlar ötesinden bize seslenmiş ve hikâyemizi anlatmıştır. Öyle ki bu kıssa; ruhlar âleminde mutlu bir hayat sürerken dünyaya sürgün edilen “Ruh”un, nereden geldiğini unutarak maddî arzulara kapılması ve fani güzellere gönül vermesi yüzünden uğradığı musibetleri, ıstırapları anlatmaktadır. Hikâyede geçen padişah, Allah tarafından insana verilmiş en kıymetli varlık ve cân olan ruhu temsil eder. Cariye ise varlığın en aşağı duygusu olan nefis ve hislerin, şehvetin sembolüdür. Hekim yani İlâhî tabip ise mürşid-i kâmili göstermektedir.1 Hikâyenin temelinde duran aşk duygusu ise bir yönüyle insanın, hakikatte Allah’ın nefesi olan, ruhunda saklı ve ortaya çıkarılması gereken yönünü ifade eder. Bu durumda insandaki aşkın gerçek kaynağı Allah olmaktadır.2 Kullanılan tüm bu sembollerden de anlaşılacağı üzere bu hikâye genel manada dünya sürgünündeki insanın özüne dönüş yolunu göstermektedir. Tasavvufta bu durum seyr-i sülûk ifadesiyle anlatılmaktadır.
RUHUN NEFSİ SIHHATE KAVUŞTURMASI
Tasavvufta, nefis denilince çoğunlukla insandaki kötü duygu, düşünce ve özelliklerin kaynağı olan manevî unsur kastedilir. Elbette ki nefis, kendi hâline bırakıldığında hep kötülüğü emreder.3 Ancak nefis, mutlak anlamda kötü değildir. Çünkü insanın manevî yapısının bir yönüyle de eğitilebilir kısmını teşkil etmektedir. Her ne kadar başlangıçta o, insanı hep kötü arzu ve isteklere yönlendirmeye çalışsa da belli bir eğitimden sonra iyi, doğru ve güzele de yönelebilir. Arzu ve isteklerini meşru ölçü ve sınırlar içerisinde tutmayı başaracak hâle gelebilir.4 Nefsin terbiyesi de ancak seyr-i sülûk ve hakikî bir mürşid-i kâmil ile gerçekleştirilebilir. Çünkü mürşid-i kâmiller, hekimler gibi insanların gönüllerindeki hastalıkları tedavi ederek onların ilâhî aşka ulaşmalarına yardımcı olurlar. Hikâye incelendiğinde de bununla karşılaşılmaktadır. Nitekim padişah (Ruh), her bakımdan üstün bir varlık olmasına rağmen kendi mevkiini, şerefini düşünmeden, bir cariyeye (Nefse) gönül vermiş ve onun iyileşmesi için gereken bütün çabayı göstermiştir. Böylece ruh, aslının ne olduğunu düşünmeden nefsin esiri olmuş ve şehveti kendine sevgili olarak seçmiştir. Nefs ise yaradılışı gereği gözü aşağılardadır, hevâ ve hevese kapılmıştır. Cariyenin (Nefsin), maddeye karşı duyduğu şiddetli arzu, onu padişahtan yani ruhtan uzaklaştırmaktadır. Ruh ise gönül verdiği nefsin kendisine yâr olamayışından ve hastalığından dolayı çok üzgündür. Onu pek çok hekimine gösterir. Onu “Tedavi edemeyen hekimler”, sahte şeyhlerin sembolüdür. Ruhun nefsi sıhhate kavuşturmak için becerikli bir hekime yani mürşid-i kâmile ihtiyacı vardır. Allah’ın lütfuyla ruh gerçek bir hekime bir mürşid-i kâmile kavuşunca hakikati anlar ve ona: “Benim gerçek sevgilim sensin.” der. Çünkü mürşid-i kâmilin yüzünde ilâhî nuru, ilâhî güzelliği bulur.5 Fakat padişah bu raddeye gelene kadar pek çok yoldan geçmiştir. Öyle ki evvela cariyenin tedavisi yani nefsin tasfiyesi için mukallit şeyh[1]lere başvurmuş ve ancak onların terbiye-i nefse ehliyetleri olmadığını görüp idrak edince doğrudan doğruya dergâh-ı ilâhîye teveccüh ederek sebeb-i şifayı müsebbibu’l esbâb (Sebeplerin yaratıcısı olan Allah) olan Kâdir-i Mutlak’tan istemiştir.6 Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da duanın keyfiyetidir, çünkü şâhın duası ancak sıdk-ı kalple edildiğinde kabul olmuştur.
DUA, TEVBE, İLTİCA
Mevlânâ burada bizlere dua etmenin sırlarını anlatmaktadır. Kulun dua hâlindeyken kalp ve dilinin birlikte olması, acizliğinin idrak ve diliyle de itiraf etmesi ve saf niyetli olmasının ehemmiyetine işaret eder. Buradan da anlaşılacağı üzere her ibadette olduğu gibi duada da ihlas olmazsa olmazdır. Nitekim şâhın hatasını fark ettikten sonra etmiş olduğu tevbedeki samimiyet ona duasının kabulü olarak geri dönecektir.
Öyle ki padişah tam bir teveccüh ile böyle bir dua hâlindeyken uykuya dalar. Bilindiği üzere sûfiler arasında rüyalar oldukça önemlidir. Şâh uykuda bir rüya görür. Rüyasında nuranî yaşlı ona maharetli bir hekimin yanına geleceğini ve hastayı iyileştireceğini müjdeler; sûfiler arasında rüya âleminde pîrin zuhuru terhîm ve teveccühe yorumlanır. Zamanı geldiğinde nuranî pîr uzaktan hayal gibi belirir ve şâh onun vaat edilen hekim olduğunu anlar. Mevlânâ burada hayal teşbihiyle tahayyül kuvvetinin tesirine dikkat çeker ve evliyanın hayallerinin bile bir hikmete delâlet ettiğini söyler. Şâh beklenen misafiri karşılar ve onu güzel bir şekilde muhabbetle ağırlar. Bununla birlikte padişah, mürşide karşı derin bir saygı içerisindedir ki bu da tasavvufta edeple açıklanmakta ve Allah’a karşı edepten sonra kişiyi Allah’a götürecek mürşid karşısındaki edebin de vazgeçilmezliği vurgulanmaktadır.7
Tüm bunlar neticesinde padişah asıl aradığının o pîr olduğunu anlayarak “Benim asıl sevgilim o (Cariye) değilmiş, sensin.” der ve maksadına samimi bir tevbe ve iltica ile nail olur. Bu kıssadan da anlaşılacağı üzere insan, imtihan edilmek üzere gönderildiği dünya zindanından kurtulmak ve aslına dönmek için hakiki bir mürşid-i kâmil eşliğinde, usullerine riayet ederek nefis terbiyesi yoluna girmelidir. Kendini güle ulaştıracak o dikenli yolda dikkatli adımlarla ilerlemeli ve tam bir teslimiyet ile Rabbine yönelmelidir.
1 Şefık Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevi Tercümesi, s. 11, İstanbul 2001
2 Zafer Erginli, “Hayatı Sembollere Yüklemek: Bir Mesnevî Hikâyesinin Anlaşılma Biçimleri Üzerine” Milel ve Nihal, 2009, Sayı: 1, s. 221-243, 239
3 Yusuf Suresi, 93
4 Himmet Konur, “Mevlânâ, Tasavvuf ve Ahlak” Mevlânâ ve İnsan Sempozyum Bildirileri, TDV
5 Şefık Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevi Tercümesi, Ötüken Yayınları, s. 12, İstanbul 2001
6 Tahir Olgun, Şerh-i Mesnevî Tahiru’l Mevlevî, Şamil Yayınları, s. 48, İstanbul
7 Zafer Erginli, “Hayatı Sembollere Yüklemek: Bir Mesnevî Hikâyesinin Anlaşılma Biçimleri Üzerine” Milel Ve Nihal, 2009