Perşembe, Ekim 2, 2025

Tevarüs Eden Ahlâk

Hatice Hümeyra Bal

Paylaş

Dünyada var olan güzelliklerin özü ahlâktır. Kişiyi güzelleştiren devleti yaşanabilir kılan ahlâktır. Olmuş ve olacak her türlü güzel davranış, güzel ahlâk süzgecinden geçerek doğmuştur. Onun olmadığı kalp de devlet de coğrafya da dünya da çürümeye mahkûmdur.

Ahlâk tıynetten gelen güzel hasletlerdir. Lâkin her güzellik ve haslet, membaından uzaklaştıkça unutulur, bir iz gerekir hatırlamak için. Ahlâk da böyledir. Fıtratta vardır ama hatırlanmak ister ki varlığı insana tesir etsin. O vakit bizim medeniyetimizin ahlâk öncülerinden, Şafiî fıkhının önde gelen âlimlerinden, devlet ve siyaset konularına dair eserleriyle tanınan Ebu’l Hasan Ali b. Muhammed el-Mâverdî’ye çevirelim çehremizi. Çünkü ahlâk alanında yaptığı katkılardan dolayı onu tanımamak bizim açımızdan büyük bir eksiklik olacaktır.

Mâverdî, Miladi 10. yüzyılda (974-75) Basra’da dünyaya geldi. Babası gül suyu (Mâü’l-verd) işiyle uğraştığı için Mâverdî lakabıyla tanındı. İlk fıkıh eğitimini memleketinde Mutezile âlimi Abdulvâhid b. Hüseyin es-Saymerî’den aldı. Daha sonra Bağdat’a giderek hadis ve fıkıh derslerine katıldı. Ardından fıkıh, usûl-u fıkıh, tefsir ve ahlâk dersleri verdi, hadis rivayet etti. Sultanlara gönderilen diplomatik heyetlerde görevlendirildi. Bağdat’ta önemli bir kadı hâline geldi. Emirlerin ikram ve ihsanına erişti. Halife kendisine ilk kez en büyük kadı manasında “Akda’l Kudat” dedi.

Kitaplarındaki ahlâka ve adalet teorisine uygun bir hayatı vardı. Aleyhine bile olsa doğruyu söyler; padişahlara, emirlere itiraz etmekten, hakkı haykırmaktan imtina etmezdi. Mâverdî vakar, hilm, hayâ, tevazu, ihlas, feraset ve üstün zekâ sahibi olarak tanınır, anlatılırdı. Muhaddisler onun “Sika” ve “Sadûk” bir râvi olduğunu söylerlerdi.

Onun dünyaya geldiği çağ yani 10. yüzyılda İslâm dünyası Birunî, İbni Sina, Kadı Abdulcebbar, Mâverdî gibi büyük isimlere sahne olmuştu fakat bir yandan da siyasî açıdan ciddi bir zayıf[1]lama ve parçalanma yaşamaktaydı. Abbasiler çok zayıflamıştı. Büveyhîler, Karmatîler, Fatımîler, Gazneliler ve Selçuklu devleti gibi birçok İslâm devleti vardı. Mülükü’t Tevaif denen emirlikler vardı.

İşte bu siyasî parçalanış bu ahlâkî teorilerin çatışma ortamında insanları diri tutacak, manevî yaralarına merhem olacak kişi ve kitaplara ihtiyaç vardı. Mâverdî bu mekân ve zamanda, kendisinin birçok farklı türde kitabı olması yanında İslâm dünyasına en çok damgasını vuran iki eseri “Edebu’d Dünya ve’d Din” ve “el Ahkâmu’s Sultaniyye”yi kaleme aldı.

İHYA’DAN SONRA EN ÇOK OKUNAN KİTAP

“Edebu’d Dünya ve’d Din”, hem siyasî krize çözüm önerisi hem de kişilerin ahlâk açısından sarsılmamaları için doğdu ve hatta Gazalî’nin “İhya”sından sonra en çok okunan ahlâk kitabı oldu. Kitap genellikle bu adla anılırken bazı yazma nüshalarında “el-Buğyetu’l Ulyâ fî Edebi’d Dîn ve’d Dünyâ” olarak da geçer. Muhtemelen eser ilk defa bu adla yazılmışken sonradan müstensihler tarafından “Edebu’d Dünya ve’d Din” şeklinde kısaltıldı ve bu isimle şöhret buldu.

Mâverdî, kısa mukaddimesinde, insanın bütün faaliyetleri arasında en önemlisinin din ve dünya işlerini iyileştiren çalışmalar olduğunu belirterek bu eserde dinî ve dünyevî açıdan hayatın ölçü ve kurallarını (Âdâb) araştırdığını ifade etmektedir. Kitabını hazırlarken kaynak olarak Kur’an ve Sünnet’ten, bilgelerin özlü sözleri, edebiyatçıların edebî ifadeleri ve şairlerin şiirlerinden faydalanır.

Beş bölümden oluşan “Edebu’d Dünya ve’d Din”in ilk bölümü, geleneksel İslâm ahlâkının ana konularından olan akıl-heva çatışmasıyla ilgilidir. Bu münasebetle aklın fazileti, hevanın zemmi işlenir.

“Edebu’l İlm (İlmin Edebi)” başlığını taşıyan ikinci bölümde; bilginin değeri, ilim-din münasebeti, insanların ilme ve ilim adamlarına bakışı, eğitim ve öğretim metotları, kuralları, öğrenci-öğretmen münasebetleri, ilim-amel ilişkisi, ilim adamlarının ahlâkî görev ve yükümlülükleri gibi konular işlenir.

“Edebu’d Dîn (Dinin Edebi)” bölümünde; “Din”, yalnızca Allah-kul ilişkisini düzenleyen bir kurum olmanın ötesinde insanların gerek Allah’a gerekse diğer varlıklara karşı olan bütün yükümlülüklerini, münasebetlerini düzenleyen bir kanunlar sistemi olarak ele alınmıştır. İbadetlerin hikmetleri, riyazet ve mücahede usulleri işlenmiştir.

“Edebu’d Dünya (Dünyanın Edebi)” adlı dördüncü bölüm; eserin en önemli ve orijinal yönünü oluşturur. İnsanın sosyal bir varlık olmasını da hesaba katarak tutarlı ve yaşanılabilir bir ahlâk anlayışı ortaya konmuştur. Mâverdî, sosyal uyum ve dayanışmayı insanlar arasındaki imkân farklılıklarına bağlamakta mutlak eşitliğin ihtiyaç-yardım ilişkisini ortadan kaldıracağını, dolayısıyla toplumu yıkıma götüreceğini düşünmektedir. Dünya düzeninin tam olarak sağlanabilmesi başlıca altı şartın bulunmasına bağlıdır: Saygı ile uyulan din, güçlü bir siyasî otorite, kapsamlı adalet, genel güvenlik, yaygın refah, büyük bir ümit ve emel.

“Edebu’n Nefs (Nefsin Edebi)” başlığını taşıyan son bölümde; ahlâk eğitiminde başkalarının bilgi ve tecrübelerinden faydalanma ve kişisel çaba şeklinde olmak üzere başlıca iki yol bulunduğu kabul edilerek geleneksel İslâm ahlâkında fazilet ve rezilet sayılan duygu ve davranışlar bu iki başlık altında geniş bir şekilde incelenmiştir.

“Edebu ’d Dünya ve’d Din”, müellifin fakîh, kadı, mütefekkir ve edebiyatçı kişiliğinin zengin bir ürünü olup kazüistik bir metotla ve oldukça iyi hazırlanmış bir sistem içinde işlenmiş, bütün teorik ve pratik ahlâk konularının öncelikle ayet ve hadisler ışığında ele alınmasına özen gösterilmiştir. Bizzat kendisi de önemli tefsir ve teviller yapmıştır. Eserin edebî ve didaktik bir karakter kazanmasına özen göstermiş, bu maksatla İslâmî kaynakların yanında ahlâk, sanat ve estetik alanında insanlığın ortak değerlerini yansıtan yabancı kültür ürünlerinden de geniş ölçüde faydalanmıştır.

Zira gönüller farklı ilim ve sanat dallarına meyleder, tekdüze söz ve sanatlardan bıkar. Öyle ki Ali b. Ebi Talib (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir: “Bedenler bıktığı gibi gönüller de bıkar. Öyle ise o gönüllere hikmet turfandaları (Yeni ve çekici güzel sözler) hediye ediniz.” Görülüyor ki kullanılan üslup insanı bir işten yorulduğunda insanı rahatlatacak yegâne şeyin, bir hâlden bir başka hâle geçmek olduğunu göstermektedir.

EN REALİST AHLÂKÇI

Eserin sonundaki şu ifadeler, Mâverdî’nin İslâm ahlâkçılarının en realistlerinden biri olduğunu göstermeye yeterlidir: “Ey akıllı kişi! Kendi kişiliğine önem ver. Zamanından memnun olmaya bak. Çağının geleneklerine uy. İnsanlarla zıtlaşarak onlardan uzak kalmaktan sakın ki sana düşman olmasınlar. Sevilmeyen huzur bulamaz, düşmanı olan rahat edemez.”

Müellif “Edebu’d Dünya ve’d Din”de tasavvuf ve felsefedeki “Kâmil İnsan” veya “Melekleşmiş İnsan” yerine Kur’an ve Sünnet’teki “Müslüman İnsan” tipini esas aldı. İnsanların ulaşmakta zorlanacağı bir profil algısı oluşturmaktan ziyade her gönle dokunmayı hedefliyordu.

İlk defa İstanbul’da basılan eser (1299), uzun yıllar Mısır’da orta öğretim kurumlarında müracaat kitabı olarak kabul edilmiş ve bu maksatla ilki 1309’da (Kahire) olmak üzere yirmiden fazla baskısı yapılmıştır. İlk ilmî neşri ise Mustafa es-Sekka tarafından yapılmıştır.

Resulullah (Sallallahu aleyhi Vesellem) şöyle buyurmuştur: “Kişi öldüğünde amel defteri kapanır. Ancak arkasında hayırlı evlat, onunla amel edilen ilim ve sadaka-i cariye bırakan kimsenin amel defteri kapanmaz.” Dilerim Rabbimden Mâverdî’nin bize bıraktığı ilimler de onun kapanmayan amel defteri olsun.

İlginizi Çekebilir

İlginizi Çekebilir