Göğün bir yüzü karaysa öbür yüzü ak. Bir yanı kışsa diğer yanı yaz. Ama biz onu hep mavi hatırlarız. Geceyle örtülse de bulutlarla saklansa da yine mavidir onun rengi, biliriz. Güneşle olan dansını hayretle izleriz. Güneş hem gelirken hem giderken kırmızılı morlu bir şalla sarıp sarmalar göğü. Renklerin birbirine karışması mavinin kızıla boyanmasıyla başlar şölen. Ufuklardan saçılır yeryüzüne hayat ışıltıları. Her yana umut dağıtır günün ilk ve son ışıkları.
Gökyüzü boylu boyunca umuttur. Cennete olan özlemimizdir. İnsanı kuşlara imrendirecek kadar güzeldir. Denizlere renginden verendir. Tüm görkemiyle suların üstüne yansıyınca bir mavilik akar yeryüzünde. Dalgalar mavidir artık, sular mavi. Mavisi kendine özeldir. Başka hiçbir yerde yoktur bu renk. Mavidir ama içinde beyazı saklar. Bulutlarla arasının bu kadar iyi olması bundandır belki. İnsanı bu dünyada hiç terk etmeyendir gökyüzü. Nereye gitse onunladır. Yeryüzü taşlarla, taşıtlarla kaplansa da gökyüzü bakir kalandır. Bu yüzden insan ne zaman hayatın keşmekeşinden yorulsa içinden bir ses şöyle söyler “Göğe bakalım!” Göğe baktıkça gönül yorgunluğu da usulca diner.
Göğe daha çok baktıkça kâinatta kendi kapladığı yerin küçüklüğünü fark eder insan. Büyük sandığı küçük dertlerinin geçiciliğini hisseder. Sonsuzluğa aralanan kapılardır gökler. İsa’nın (Aleyhisselam) kurtuluşu, Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Rabbiyle buluştuğu yerdir. Meleklerin karargâhıdır.
GÖĞE UZANAN FARKLI BAKIŞLAR
Gökyüzü hem dinî metinlerde hem edebiyatımızda defalarca anılandır. “Babil’den Mısır’dan Kudüs’ten Mekke’den yükselen/ Gökyüzünde bir mıknatıs gibi dönen/ Meryem’in yalvarışından İsa’nın neşesinden…/ Gökyüzünde ve içimizde bir mıknatıs gibi dönen” mısralarıyla Sezai Karakoç gökyüzündeki sistemi içimizde dönüp dolaşıp her şeyi aynı yere vardıran güce benzetmiştir. Bu güce aşk diyebiliriz. Burada tıpkı güneş sistemi gibi dönerek Allah’a varmaya çalışan Mevlâna ve Şems’i anabiliriz.
Gök saflık ve hakikattir aynı zamanda. “Göklerden süzüldüm tertemiz indim/ Yere indim yedi renge boyandım/ Boz bulanık bir sel oldum yürüdüm/ Çeşit çeşit türlü renge boyandım” der Aşık Veysel. Yere inmek demek dünyanın kirine pisine bulaşmak, aldatıcılığına kanmaktır. Oysa gök bozulmamış, tertemiz olan fıtratımızı temsil eder. Gökyüzü insanın en saf hâli olan çocukluk çağı gibidir. “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor.” diyen şair de haklıdır öyleyse. İçimizde hiç büyümeyen çocuk, en saf yanımızdır gökyüzü. Değişmeyendir, eskimeyendir. Yeryüzünde devamlı bir doğum ve ölüm varken gökyüzü yüzyıllardır aynı çehresiyle gülümseyendir.
“Sâbitâ gam yeme kim her mihnet içinde lezzet gökyüzü ebr-i feşân bağlasa bârân getirir”1
Gökyüzü en çok umuttur. Bazen bulutlarla griye dönüp maviliği görünmez olsa da bir anda dökülen yağmur damlalarıyla yeryüzünü canlandırır. Her zorluktan sonra bir kolaylığın her zahmetin ardında rahmetin olduğunu bu benzetmeyle ne de güzel anlatmış şair. Bazen kalbimiz de tıpkı gökyüzü gibi kara bulutlarla sarılır. Kabz hâline bürünür, dünya nimetleri görünmez olur gözümüze. Güneş ne kadar da uzaktadır. Bu hâldeyken sabretmek, olanda hayır vardır, demekten başka elden ne gelir. Belli ki yaradan bize bir ders vermek istemektedir. Afiyet içinde yaşadığımız günlerin kıymetini hissederiz böylece.
Yokluk olmadan varlığın kıymeti bilinir mi? Güneş bazen görünmez olur ki biz güneşli günlerin bize verilen birer armağan ve lütuf olduğunu bilelim. Sıkıntımızı yaşarken ve geçsin diye duaya durmuşken bir de bakarız ki rahmet yağmurları dökülüyor içimize. Bu yağmur Allah’ı anmak, bütün nimetleri verenin o olduğunu bilmek, iyi günde de onu zor günde de hep onun adını zikredebilme şerefidir. İşte en güzel güneş ışıkları bir gökkuşağı şöleniyle bu yağmurun ardından gelir. Hikmet gözüyle bakarız her yana. Dalda öten kuş, baharda açan çiçek, bir bebeğin gülümsemesi başka manalara gelir artık. Hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Yağmurlar yıkamıştır çünkü dün[1]yanın rengine boyanan aldanışlarımızı. Gözyaşı yağmurlarıyla ıslaktır kalbimiz. Var olmanın, yaratılmaya layık bulunmanın her şeye bedel olduğunu bilerek yaşarız. Gökyüzü maviyken güzel olduğu kadar griyken de güzeldir öyleyse. Hüzün ki en çok yakışandır bize. Hem göğü hep mavi olanlar firavuna bir adım daha yakındır. Devamlı nimet içinde olmak ülfeti de beraberinde getirir. Ülfet nimetlerin sahibini görmeyi engeller. Göremedikçe kibrimiz artar. Kibirse insanın kalbini çürütür. Bu yüzden âşık gam çekme hâlinden memnundur. Verdiğin vermediğin her şey için şükürler olsun, der.
GECE VE GÖKYÜZÜ
Gecesi ayrı bir güzeldir gökyüzünün. Yıldızlar ve ay büyük sanatkârı haykırır, karanlığın içindeki elmaslar gibi göz alıcıdır. Parıl parıl parlarken üstümüzde yıldızlar bize bu dünyanın bir ötesi olduğunu hatırlatır. Uzay boşluğunun içinde yüzen gezegenler, yıldız çeşitleri, ayın değişen hâlleri tefekkürümüzü artırır.
Gece ve gökyüzü şiirimizde her zaman geniş bir yer tutmuştur. Divan şiirinde “Şeb, Necm, Mah” gibi mazmunlarla gece, yıldızlar ve ay şiirlerde sıkça anılmıştır. Gece sevgilinin yüzünü örten bir örtü, yıldızlar talihimize yön veren oklar, ay ise sevgilinin yüzü olarak anılmıştır. Yine modern şiirde de gece ve yıldızlardan sıkı sık söz edildiğini görürüz. Gökyüzü ve gece bu dünyanın ötesi olduğunu bize hatırlatır:
“Öyle dalmışım ki bu akşamüstü,
Komşu arsadır gözümde gökyüzü.
Ben dünyadan bihaber bir çocuğum,
Kayıp zıpzıplarımı arıyorum.
Koşun çocuklar, koşun komşu kızlar,
Avuçlarıma sığmıyor yıldızlar”2
Gökyüzü başlı başına bir şiirdir. Güneş, ay, yıldızlar ve bulutlar mısraları, kuşlar süsü, maviliği ise sanatıdır. Başımızın üstünde ayettir gökyüzü. Gözlerimizi kaldırıp her baktığımızda bize sanatkarının varlığını hatırlatır. Son söz olarak “Gökte burçları var eden onların içinde bir kandil (Güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir.”3
1 Sâbit
2 Cahit Sıtkı Tarancı
3 Furkan Suresi, 61