“Âşık oldur kim kılar cânın fedâ cânânına
Meyl-i cânân itmesin her kim ki kıymaz cânına
Cânını cânâna vermekdir kemâli âşıkın
Vermeyen cân i’tirâf itmek gerek noksânına
Aşk derdinin devâsı kâbil-i dermân değil
Terk-i cân derler bu derdin mu’teber dermânına
Hiç kim cânân içün cân vermeğe lâf itmesin
Kim gelüpdür bu sıfat ancak Fuzûlî şânına”1
İnsanlık tarihine nazar ettiğimizde sair milletlerin, uygarlıkların ve medeniyetlerin yapamadığını, tek Allah’a adanmış bir yüreğin sahibi olan Resul-ü Zişan Efendimizin yapabildiğini görmekteyiz. Allah bu kutlu görevi, İslâm medeniyeti inşasını; server-i enbiya, âlemlere rahmet Peygamberimize nasip etti. 23 yıllık risaleti sürecinde zihinlerdeki ve gönüllerdeki cahiliye bataklığını kurutup gülistana tebdil eyledi. Cahiliye Araplarından Aşere-i Mübeşşereyi, meleklerin imrendiği sahabe neslini tesis etti. Mekke’de gönüllere serpilen “Rububiyet” tohumu Medine’de “Ubudiyet” ile ab-ı hayatını alınca Müslüman iklimlerde “Tevhid” ağaçları yeşerdi. Çekilen tüm çilelerin, ağrıların ve sancıların nihayetinde kutlu bir doğum gerçekleşti. Mekke’de hayat bulup Medine’de hayat olan İslâm düşüncesi, medeniyet sürecinde insanlığı ihya etti ve hayat vadetti.
İslâm Medeniyeti, doğup büyüdüğü ve neşvünema bulduğu topraklarda yetiştirdiği numune-i imtisal şahsiyetler vesilesiyle insanlığı tenvir etti. Her dönemde medeniyetimizin bağrında yanan ve o döneme münhasır mücella yıldızlar, gök kubbede birer birer yerlerini aldı. Kâh Hâce Ahmed Yesevi oldu pirinin işaretiyle Bağdat semasını nur ile ihata etti kâh Senaî oldu sûfi şiirin meşalesini yaktı. Kâh Feridüddin Attar oldu Nişabur semalarında kuşların kelamına kulak verdi kâh Mevlâna Celaleddin Rumi oldu ledün ilminden inciler saçtı. Bütün bu kıymettar yıldızlar kaynağını tek bir yıldızdan “Süreyya Yıldızı”ndan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) aldı.
İÇİMİZDEN BİRİ KUŞLARIN KELAMINI DİNLEDİ
Feridüddin Attar (ö. 618/1221) İslâm medeniyetinin yetiştirdiği zülcenaheyn şahsiyetlerden biridir. Attar döneminin meşhur mütefekkiri, mutasavvıfı ve şairidir. Aynı zamanda tıp ve eczacılıkla meşgul olduğu için “Attar” unvanını almış ve bu unvan ile meşhur olmuştur. Senaî’nin açtığı sûfi şiir yolunda halefe rehberlik etmiş, İran sahasında bir kandil yakıp bu kutlu yolda kendinden sonraki birçok şair ve edibe bilhassa Mevlâna Celaleddin Rumi ve Molla Camii’ye ışık olmuştur. Mevlâna hazretleri Attar’ın ve kelamının büyüklüğünü izah ederken şu sözleri kullanır: “Ben söz söylemede Şeyh Attar’ın kulu, kölesiyim! Ey dost, her ne söyledimse onu Attar’dan duymuşum!”2 Feridüddin Attar, sûfi şiirin mihenk taşlarından biridir. Nitekim Mevlâna hazretlerinin Attar’ı âşıkların önderi addetmesi, tasavvuf yolunda kendisini küçük, onu büyük görmesi hatta onu “Ruh”, Senâî’yi de ruhun “İki gözü” olarak kabul etmesi Attar’ın sûfi şairler arasında ne denli ehemmiyetli olduğunu göstermektedir.
Gençlik yıllarından itibaren tasavvufla hemhâl olması ve gözlemleriyle birçok esrara vukûfiyeti, onun rikkat ve dikkat sahibi bir şahsiyet olmasına zemin hazırlamıştır. O, varlığa “Rahman’ın kelamı” olarak bakabilen bir zattır. Bu görüşe göre eşyaya hakkın kelimesi olarak bakılırsa bütün kâinat Mushaf mukabilin[1]dedir. Nitekim İslâm düşüncesinin özellikle tasavvuf ve ahlâkçılarının düşüncesi “Var olan her şeyin bir dili vardır ve konuşur.” cihetindedir. Kur’an-ı Kerim’de de “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu tesbih eder; O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. O hâlimdir, bağışlayıcıdır.” ayeti geçmektedir. Müfessirlere göre bütün varlıkların Cenab-ı Hakk’ı tesbih etmesi iki şekildedir: Birincisi, dil ile teşbih: Her şey kendi diliyle Hakk’ı tesbih eder. İkincisi hâl ile teşbih: Evrendeki her şey Allah’ın mutlak düzeni içinde işlemekte, O’nu tesbih etmekte, O’nun varlığına, birliğine, kudret ve hikmetine tanıklık etmektedir.4 İbni Arabi ayette geçen, “Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız.” kısmını “Çünkü eşyanın melekûtuna yönelik nazar ve tefekkürünüz azdır. Onları anlama kapasiteniz yoktur. Ancak kalbi olan ve müşahede ederek kulak veren biri anlar.”5 diyerek düz bir mantık ile ağaca ağaç, kuşa kuş olarak bakanın âlemin künhüne varamayacağını insanın idrakine sunmaktadır. Peki, içimizden birileri çıkıp âleme Kelâmullah nazarıyla bakarsa ne olur?
Sûfilik düsturlarını çok iyi idrak eden Attar için âlem Allah’ın Rahman isminin tecelligâhıdır. Ona göre gökyüzünde uçan bir kuş salt bir kuş olmayıp Rabbin kelamıdır, insan ile konuşur ve melekût âleminden haber getirir.
Bu hususta mütefekkirler ve sûfiler yaratılmış her şeyi “Rahman’ın bir kelamı” olarak görür. İslâm düşüncesi varlık ve âlem yorumu bu doğrultudadır. Attar da tasavvufun temelinde olan bu ve bu minvaldeki birçok konuyu eserlerine hikemi ve sembolik bir dille nakşetmiştir.
MANTIKU’T TAYR
Attar’ın eserleri içerisinde zirveye oturan, yazıldığı dönem[1]den bu yana ilgiyle takip edilen ve birçok dile tercüme edilen eseri “Mantıku’t Tayr” mesnevisidir. Eserin ismi Arapça bir terkip olup mantık kelimesi “Söylemek, konuşmak, lisan-ı hâl ile anlatmak”; tayr kelimesi ise “Kuş” anlamına gelmektedir.6 Attar, bu tabir ile Süleyman’a (Aleyhisselam) verilen mülke atıfta bulunmuştur. Kur’an-ı Kerim’de de Süleyman’a (Aleyhis selam) lütfedilen mülkün izahı için “… Ey İnsanlar! Bize kuşdili öğretildi ve bize her şeyden gerektiği kadar verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.”7 ayeti geçmektedir.
“Maḳâlât-ı Ṭuyûr, Maḳāmât-ı Ṭuyûr, Ṭuyûrnâme gibi birçok muhtelif isimle kayıtlı eser 5000 beyti biraz aşan ve otuz bir bölüm hâlinde kaleme alınmıştır. Hamd, tevhid, münâcât, na’t ve dört halife ile ashabın övgüsüne ayrılan bir girişin ardından mesnevi, hüthüte selam ile başlar.”8
HÜDHÜD VE ELÇİLİK MAKAMI
Hüdhüd, Süleyman Peygamberin elçiliğini yapan ve kuşlar arasında mahiyet bakımından eşi benzeri olmayan bir kuştur. “Peygamber Efendimizi ve Elçilik” makamını temsil eden hüdhüd kuşu tasavvufta ise “Mürşid-i Kâmil”i temsil eder. Hüdhüd tek tek bütün kuşları ziyaret eder. Burada kuşlardan kastedilen insanlardır. Her bir kuş ayrı bir insan tipinin karşılığıdır. Kuşları, fikir sahibi olmadıkları padişah hakkında bilgilendirir ve uzun bir yola çı[1]kacaklarını izah eder. Bu yolculuk için ilk şart “Aşk”tır. Çünkü canını canan için feda edenler hakiki âşıklardır. Aradıkları Padişah’ın Simurg olduğunu ve onun aza[1]metini anlatır. Simurg, bir cihetle “Şeriat ve Allah’ın” diğer cihetle “Hakikat ve ahlâk”ın temsilidir. Kuşların Simurg’a vuslatı için serden geçtikleri bir yolculuğa çıkmaları gerekecektir. Attar bu alegori ile kişisel tekâmül için bireyi bir yolculuğa çıkmaya veHakk’a ulaşmaya davet eder. Bu yönüyle kitap, Peygamberimizin (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kutlu çağrısını anlatan Allah’a davet kitabıdır.
TEKÂMÜLE MÂNİ MAZERETLER
Evvela, bütün kuşlar hüdhüdün davetinin kutsiyetini takdir eder. İçlerinde vuslat için büyük bir heyecan ve iştiyak oluşur, fakat çok geçmeden her biri bir mazeret beyan eder. Kimi gülün güzelliğine kapılmıştır ondan ayrılamaz. Kimi o kadar kibirlidir ki diğer aciz ve zayıf kuşlarla yolculuğu kendine yakıştırmaz. Kimi suda bulmuştur aradığını kimi de mücevher bekçiliğinde. Hüdhüdün çağrısı kuşların kalbine işlememiştir henüz. Bu, çok önemli insani bir durumdur. Aslında herkes hakikati “Hakikat” olarak kabul eder fakat çoğu insan çeşitli sebeplerden kutlu çağrıya icabet etmez. Tıpkı, birçoğumuzun mazeretinin inancından fazla olduğu gibi. Bu husus kuşların hüdhüde sunduğu mazeretler ile insanların peygamberin davetine icabeti arasında benzerlik olduğunu göstermektedir. Şemseddin Sivasî insanın Hakk’a yolculuğunu veciz bir beyitle şu şekilde özetlemiştir:
“Vasıl olmaz kimse Hakk’a, cümleden dûr olmadan
Kenz açılmaz şol gönülde, ta kî pür nur olmadan”9
HAZIRLIK EVRESİ VE SİMURG’A YOLCULUK
Hüdhüd bütün dikkat ve emeğini kuşları ikna etmeye, onları ikna ederken mazeretlerinin ve dünyalarının küçüklüğünü izaha ayırır. Kâmil bir er olma yolunda en önemli hususun dünyaya bağlayan cümle düğümü çözmek gerektiğini vurgular. Burada mazeretlerin altında yatan iki büyük sebepten biri “Tembellik” diğeri ise “Memnuniyet”tir. İnsanı atalete sürükleyen aslında büyük bir kibirdir. “Ben yapamam, o iş kim biz kim…” cümlelerinin altında sinsi bir “Kibir” olduğu ve bütün şikâyetlerin altında da sinsi bir “Memnuniyet” olduğu kuşlar üzerinden anlatılır. Hakikatte bütün kuşlar bulunduğu konumdan memnun ve hepsi kendilerince bir “Taht” sahibidir. Fakat Simurg’a yolculuk için hepsinden sıyrılmak gerekir hatta “Can”dan bile. Önemli olan bir diğer nokta ise yolun kendisinden ziyade nereye vardığı yani yönüdür. Yön, kemale varmak ve cemal-i mutlaka ulaşmaya ayarlanmıştır. Bu sebeple çıkılan yolda hedef kutsalsa çekilen çilelere değmektedir. Tüm bu tatminkâr cevapların ardından kuşlar, mutmain bir kalp ile yola revan olur. Önlerinde aşılması gereken talep, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret, fakr ve fena isimlerinde yedi vadi vardır. Bu yedi vadi, nefsin yedi mertebesini simgeler. Birçok kuş yıllarca bu vadilerde kanat çırptı. Kimisi yorgunluktan kimisi hastalıktan bitap düşüp yolun sonunu göremedi sadece otuzu nihayete erdi. Yolun sonuna varanlar aşkın ateşiyle yanarken bir görevli onlara küçük, büyük her şeyin kaydedildiği yazılı bir belge verdi. Yazılı belge kişinin amel defterini simgeler. Dünyada bilerek yahut bilmeyerek yaptığımız her şey Allah katında kayıtlıdır. İnsan, hayatı boyunca İlâhî bir nazar ile izlendiği bilincinde olmalıdır. Otuz kuş Simurg’u gördüğünde hayretleri alevlendi çünkü aynada gördükleri kendileriydi.
Attar hazretleri bu misal ile insana mükemmel bir ders vermektedir. Aradığımız şey nekadar uzakta ve meşakkatli olursa olsun aslında bize yakındır. Tıpkı Rabbimizin kuluna şah damarından daha yakın olması gibi. Fakat bu hakikati idrak etmek, perdenin kalkması ve yakîne ulaşmak için herkesin bulunduğu yerden uzaklaşması, hicret etmesi gerekmektedir. Bu cihetle eser bir hicret kitabıdır gayr-ı ahlâkî zaaflardan ahlâka götüren.
“Mantıku’t Tayr”a bir hikâye yahut masal kitabı olarak bakarsak nice manaları ve satır aralarına serpiştirilmiş nice sırları kaybetmiş oluruz. Kitapta insanın âleme bakış açısını ziyadesiyle değiştiren bir “Varlık” yorumundan ve kâmil insanın keyfiyeti için gerekli reçete takdim edilir. İnsan meselesini zafiyetleri ve istidatları çerçevesinde ele alan Attar, bu kitabı bir seyr-i sülük kitabı olarak tüm insanlığa armağan etmiştir.
Bu yolda canını canan için feda etmeyenin hakiki âşık olmadığı, eteklerinden hubb-u dünya (Dünya sevgisi) tozunu silkelemeyenin kâmil insan olamayacağı her bölümde vurgulanmıştır. Yaşadığımız hayat bizi bir an bile Allah’a layık kul hâline getirmiyorsa o hayat değil içinde debelenip durduğumuz bir yanılgıdır. İnsanın seyyiattan hasenata yolculuğunun anlatıldığı bu zikıymet eseri zulmü, yalanı, cimriliği kim bıraktıysa o anlamış demektir.
1 Fuzuli, Leyla ve Mecnun, Mehmet Nur Doğan
“Âşık odur ki sevgiliye canını feda eder.
Her kim ki canını feda edemeyecekse, sevgiliye yönelmemelidir.
Aşkın en üst mertebesi, canını sevgiliye verebilmektir.
Canını veremeyecek olan aşkta eksikliğini itiraf etmelidir.
Aşk derdinin devası mümkün değildir.
Bu derdin en geçerli dermanına canı terk etmek derler.
Hiç kimse sevgili için can vermekten söz etmesin.
Bu sıfat ancak Fuzuli’nin şanına yaraşır.”
2 Cemal Aydın, “Mantıku’t Tayr”, Sûfi Kitap
3 İsra Suresi, 44
4 “Kur’an Yolu”, Diyanet İşleri Başkanlığı, cilt: 3, s. 485-489
5 “Tefsir-i Kebir Te’vilat”, Muhyiddin İbn Arabi, s. 662-663
6 H. Ahmet Sevgi, Mantıku’r Tayr, TDV İslâm Ansiklopedisi
7 Neml Suresi, 14
8 H. Ahmet Sevgi, Mantıku’t Tayr, TDV İslâm Ansiklopedisi
9 “Her şeyi terk etmeden Hakk’a vuslat edilmez.
Hakk’ın tecelliyâtı ile bir gönlün ihya olması için o kalbin tertemiz olması lazımdır.”